Müslümanlaştırmak mı, Etnikleştirmek mi?
Müslümanlık kelimesi, kendi içerisinde teslim olmayı da barındıran çok derin bir kelimedir. Bir insanı Müslümanlaştırmak demek bu insanı hakka, adalete, doğruya, samimiyete ve Allah’a kulluğa ikna etme anlamına gelmektedir.
Hakka ve adalete çağırdığınız her ferdin
öncelikle sizden adalet beklemesi en tabii hakkıdır. Size güven duymayan bir insanın değerlerinizi kabul etmesini beklemeniz tek kelime ile hayalperestliktir.
İnsanları, Müslümanlaştırmak adı altında kendi etnik kimliğinde eritmek isteyenler; İslam’a ve Müslümanlara en büyük kötülüğü yapmaktadırlar. İslamın ırkı yoktur ahlakı vardır ki bu ahlak tüm ırkları olduğu gibi Müslümanlaştırmayı amaç edinmektedir. Aynı ırktan olmak değil aynı ahlaktan olmak önemlidir. Neticede birleştirici faktör olan ırk değil ahlaktır. Habeşîyi, Farisîyi, Kürdîyi, Rumiyî ve diğerlerini birleştiren, ırk değil o ahlaktı. Bu ahlak Müslümanları zirveye taşıdığı gibi gayrı Müslimlerin hukukunun korunmasını da sağladı.
Müslümanlaştırma terk edilip etnikleştirme başlandığı andan itibaren gerileme ve çöküş başlar… Çünkü ortak kimlik terk edilip insanların etnisitelerinin de göz ardı edildiği fark edilince niyetlerin arka planı görülür ve dağılmalar başlar.
İslam'ın hedefi Araplaştırmak veya başka bir etnik aidiyete dönüştürmek değil Müslümanlaştırmaktır. Bunu başaran selef, kesrette vahdet yaklaşımıyla oluşturdukları uhuvvet ile nice başarı ve zaferlere vesile olmuştur. Günümüz Müslümanlarının hedefi de bu olmadıkça uhuvvet ve kesrette vahdet felsefesi sözde kalacağı gibi birlik ve zafer de zor olacaktır.
Müslüman kardeşini araçsallaştırmaktan vazgeçmeyenler, İslam coğrafyasındaki gözyaşının dinmesini istiyor gibi bir iddiada bulunmasın. İslam coğrafyasındaki akan kan ve gözyaşının dinmesi isteniyorsa, öncelikle Müslüman’ın Müslüman kardeşini kendi devletinin veya ırkının çıkarları doğrultusunda araçsallaştırma anlayışından vazgeçilmelidir.
Birlik ve beraberliğin olduğu toplumda yenilgi mümkün değildir. Birlikte kuvvet, başarı ve zafer vardır. Tarihimizde bunun nice örnekleri vardır. Fakat unutulmamalıdır ki ne zaman tek-tipçilik hastalığına duçar olduk, kesrette vahdet olma şuurunu kaybettik.
Aile içindeki anlaşmazlıklar yüzünden dışarıdaki düşmanla işbirliği edip kardeşine pusu kurmak, düşürmek veya kuyuya düşürülmesine olanak sağlamak elbette ki ahlaki ve islami değildir. Fakat bizlerin de kardeşimizin kardeşliğini menfaat ve çıkarlarımız için araçsallaştırma ve işimiz bitince de hukukuna tecavüz etme gibi bir hakkımız yoktur. Şayet herhangi bir sebeple gasp edilmiş veya inkâr edilmiş bir hukuku varsa onu elde etmek için kardeşlerimizi dışarıdan birilerine el açacak ve yardım talebinde bulunacak kadar zillete düşürecek bu olumsuz eğilim ve davranışlara itmemeliyiz.
İçeride adalet temelinde sağlanacak sağlam bir kardeşliğe sahip olan toplumlar, dışarıdan dayatılan zorlukların üstesinden gelmeyi başarmıştır. Bu bağlamda iş işten geçmeden acilen birlik ve beraberlik şuurunu bozan 'hastalıkları' teşhis edip adil bir tedaviye tabi kılarak ortadan kaldırmaya başlamalıyız.
Müslümanlar birbirini anlamalılar artık. Zamanı geldi ve geçiyor. Birbirlerini başkaları üzerinden değerlendirmekten vazgeçmeliler. Bilinmelidir ki hedefte İslam vardır. Batının, Müslüman olmayan Kürd, Türk, Farıs veya Arapla bir sorunu yok.
Günümüzde Müslümanın Müslümanla yaşadığı problemlere tanık oluyoruz. Buna üzülüyoruz zira bu yaşananlar, vicdanların körelmesine, kararmasına ve akacak kanın kararan o vicdanlarda meşruiyet kazanmaya yol açan bahaneler üretiyor...
Bundan dolayı üzülenlerin düşüncede de olsa bir girişim içinde olması gerekir. Ben bunu yapmaktayım ve umuyorum ki rabbim bu düşünceyi eyleme dönüştürecek kahraman(lar)ı çıkarır. Neticede ben; hangi bölgeden olursa olsun herhangi bir Müslümanın, Hz. Muhammed'i veya Kabeyî ziyaret etmek için Medine'ye veya Mekke’ye gidene kadar hiçbir sınırı aşma zorunluluğunun olmadığı bir dünya tahayyülü içerisindeyim. Kürdistan, Türkistan, Arabistan veya Afganistan kelimelerinin devlet tahayyülünün ötesinde, Kürd, Türk veya Arapların yaşadığı bir yer-coğrafya olarak algılanması ve İslam ümmetinin tek vücut, tek devlet olması gerektiğini savunuyorum.
Şayet o ahlaka dayalı bir birlikteliği başaramazsak, Kürdistan'ın, Türkistan'ın, Afganistan'ın, Arabistan'ın vd. coğrafi tanımlamadan çıkıp devletleşmesinin önünü açarız ki bu da 'dağılıp gidersiniz/yok olursunuz 8/46' ayetinin tecellisini beraberinde getirecektir. Ya İslam çatısı altında bir ve beraber olup güçlenmek veya parça parça lokmalara ayrılıp yok olmak!