Müslümanların Sorunlu Gavur Algısı
Geleneksel İslam siyasi literatüründe halk Müslüman olan ve olmayan diye iki ana gruba ayrılmıştır. Müslümanlar İslam devletinin asli unsuru sayılırken Müslüman olmayanlar ise Ehl-i Zimmet veya Zimmi diye isimlendirilmiştir. Zimmet sözlükte; sahip çıkma, koruma zorunda kalma demektir. Zimmi sayılan gayri Müslimlerin İslam devletine karşı sorumlulukları olduğu gibi, İslam Devletinin de onlara karşı sorumluluğu vardı. Bir İslam Devletinde Zimmi olmak demek aslında o devletin koruması altında olmak demektir. Onlara yapılan saldırı veya haksızlık ise doğrudan İslam devletine yapılan haksızlık ve saldırı ile eş değerde görülmüştür.
Gayri Müslimler için resmi literatürde çok az rastlansa bile Müslüman halk arasında çok yaygın olarak kullanılan deyim ise gavur terimidir. Gavur, Arapça kafir kelimesinin bozulmuş hali olmalıdır. Yine bu anlamda; reaya-yı fukara/ayin-i batıl/Çıfıt kelime ve deyimleri de Müslüman olmayan, merhametsiz, zalim, insafsız, kati kalpli anlamındadır. Gavur kelimesinin Farsçada ki gebr kelimesinden türediğini savunan görüşte bilinmektedir. Türkçede gavur kelimesinin geçtiği çok sayıda deyim vardır: Gavur etmek, gavur eziyeti, gavur icadı, gavur inadı, gavur olmak, gavur ölüsü gibi, gavura kızıp oruç bozmak, gavurca, gavurlaşmak, gavur etmek gibi. Gavur karşılığı olarak kullanılan bu terimlerin hemen hepsi olumsuz bir içeriğe sahiptir. Ancak bunun yanında; “gavur hakkı” gibi hemen her Müslümanın son derece duyarlı davrandığı, davranması gerektiğini vurgulayan deyimlere de rastlanmaktadır.
Kelime bu anlamları ile Türkçeye yerleşmiş olmasına rağmen, kılık kıyafet alanında hükümet zoruyla değişiklikler yaparak, memurlara sarık sarmayı yasaklaması nedeniyle padişah 2.Mahmut’a da “Gavur Padişah” denildiği bilinmektedir. Gavur deyimi genel olarak Osmanlı döneminde de Müslüman olmayanlara (Hıristiyanlara, Yahudilere) ortak bir isim olarak kullanılmıştır. Gayri Müslimlerin Osmanlı devletindeki statüleri “Millet Sistemi” denilen bir uygulama ile tayin edilmiştir. Bu yüzden de Millet kavramı Müslümanların tümünü karşılayacak şekilde (İslam Milleti) kullanılırken, Osmanlı yönetimi altındaki Hıristiyanlar için ayrı ayrı mezhepleri veya ırkları gözetilerek (Rum Milleti, Ermeni Milleti gibi) kullanılmıştır.
Osmanlı siyasi literatüründe yer aldığı şekliyle; Ermeni, Rum, Sırp, Bulgar milletleri XIX. Yüzyılda Rusya’nın da destek ve kışkırtması ile Osmanlılara karşı bağımsızlık isteği ile sırayla isyan etmiştir. Zannedildiğinin aksine Ermeniler, tehcir edildiklere zamana (1915) kadar Osmanlılara karşı sadakatle davranmamıştır. Osmanlı Dışişlerinde çoğunlukla Rumlar görevli iken, 1821 Rum isyanı ile bunun yanlışlığı dönemin yöneticileri tarafından hissedilmiş olmalı ki Rumların bu tür görevlerine bütünüyle son verilmiş, onların yerine Ermeniler görevlendirilmiştir. Çünkü Osmanlı yöneticileri 1821’de Rumlara karşılık Ermenileri henüz “millet-i sadıka” olarak görmüştür. Ne var ki çok geçmeden Doğu Anadolu’nun ilk defa Ruslar tarafından 1829’da işgal edilmesi ve Ermeni ileri gelenlerinin Ruslara yönelmesi, geleceklerini onların yanında ve desteğinde aramaya başlamaları ile birlikte millet-i sadıka isimlendirmesinin münasebetsizliği giderek ortaya çıkmıştır. Osmanlı yöneticileri bunu kavramakta hayli zorlanmıştır.
Osmanlıların kendi vatandaşlarını Müslüman olan ve olmayan diye sınıflandırması ve hukuk düzenlerini buna göre kurmuş olmaları Tanzimat Fermanı ile ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Çünkü bu ferman ile Osmanlı vatandaşları artık dinlerine göre tasnif edilmeyecekler hukuk önünde her bakımdan eşit tutulacaklardı. Birinci meşrutiyet döneminde “Osmanlıcılık” diye adlandırılan akımın hukuki siyasi temeli bu yönü ile aslında Tanzimat olmuştur. Müslüman olmayan Osmanlı vatandaşlarının, kendilerine yönelik ayrımcılık yapılması uygulamalarına zemin oluşturduğu iddiası ile “gavur” teriminin yasaklanması istekleri 1856 Islahat fermanında karşılığını bulmuş, “gavura gavur demek” yasaklanmıştır.
Osmanlı yöneticileri bu tür kararları ile halkın vicdanında, zihninde binlerce yıllık birikimin oluşturduğu kabullerin giderileceğini, Müslüman olmayan vatandaşların gönüllerinin alınarak Osmanlıya karşı sadakatlerinin temin edileceğini zannetmiştir. Ne var ki geçen süre içinde Osmanlıların bu uygulamalarından ne Müslüman olanlar ne de olmayan memnun kalmamıştır. 1878’de İstanbul’a ulaşan Rus komutanı Grandük’ü ziyaret eden Ermeni Patriği, Osmanlı Devletine, özellikle Çerkez ve Kürtlere karşı kendilerinin korunmasını talep etmiş onun bu talebi de Yeşilköy Antlaşmasında karşılığını bulmuştur. Böylece uluslar arası bir sorun halini alan Ermeni Sorunu giderek büyümüştür. 1880-1914 arasında örgütlenen, dış desteği artan Ermeni ulusalcıları silahlı eylemelere yönelmiştir.
Osmanlıların Rusya ile yaptığı her savaşta Balkanlarda ve Kafkaslarda toprak kaybetmesi buralarda yaşayan Müslümanların öldürülmelerine, tehcir edilmelerine de yol açmıştır. Kırım ile başlayan bu durum giderek bütün Balkanları ve Kafkasları içine almıştır. Tehcir edilen Müslümanların getirdikleri korkunç haberler, Ruslara karşı ve onların içerdeki müttefikleri Ermenilere ve Rumlara karşı bir öfkenin de büyümesine yol açmıştır. Özellikle Doğu Anadolu’yu batı Ermenistan sayan Ermenilerin burada bağımsız bir devlet kurma çabaları burada yaşayan Türk, Kürt, Arap ve Zazalar ile Ermeni toplumu arasında ciddi sorunlar yaşanmasına neden olmuştur.
Ermeniler 1915’te tehcir edilmiş olsalar bile tehcir öncesinde yüz yıllık bir zamanı içine alan dönemdeki kanlı olaylar halkın zihninde genel olarak gavur algısına yeni anlamların eklenmesine yol açmıştır. Gavur olanlar (Türkiye toprakları itibarı ile daha çok Ermeniler ve Rumlar) artık bir arada, barış içinde yaşanabilecek, kendileri hakları titizlikle korunacak zimmet ehli olmaktan çıkmış, Müslümanları yok etmek onların yerini yurdunu ele geçirmek isteyen Rusya vb düşmanların içerdeki “hain müttefikleri” durumuna gelmiştir. Gavur hakkı yemenin en büyük yanlış ve ayıp sayıldığı, gavur hakkı ile ölmenin en büyük vebal sayıldığı görüşü, bir arada yaşanabileceği kabulünün etkili olduğu dönemde bilinen ve titizlikle üzerinde durulan bir görüş iken, “Ermenileri-Rumları hain müttefik” sayan bu algının çok uzun bir geçmişi vardır. Bu uzun geçmişi dolduran yüzlerce kanlı olaylar vardır. Bu olaylarda Müslüman tarafını bütünüyle haksız bilmek, Ermeni ve Rum tarafını ise haklı, masum bilmek gibi bir eğilim giderek tekrarlanmaktadır.
Aslında bu eğilim Avrupalı Hıristiyanların ortak görüşü idi. Onlar Müslümanlar ile Hıristiyanların taraf oldukları hemen her olayda peşinen Hıristiyanları haklı bulmak, Müslümanları ise peşinen kan içici, Vandal, haksız taraf olarak görme önyargısı vardır. Haçlıların bu görüşü giderek marjinal bazı İslami çevrelerde de taraftar toplamaya başlamıştır. Müslüman toplumu haksız Hıristiyan Ermenileri-Rumları haklı gösterme eğilimi kendini izah etmekte zorluk çektiği için olayı daha çok bir İttihat Terakki Cemiyetine mal etme ve ona muhalefet ediyormuş gibi davranma metodu uygulanmaktadır. Aslında bu İttihat Terakki Cemiyetine duyulan düşmanlığın incelenmesi halinde örtülü bir Türk düşmanlığının gizlendiği teslim edilecektir. Gavur terimine verilen bütün olumsuz anlamlar bir İttihatçı icadı gibi takdim edilmeye çalışılmaktadır. Gavur terimi sempatik bir içeriğe kavuşturulmak tercih edilmektedir.
Hrant Dink’in haksız bir şekilde öldürülmesinden sonra beş yıldan beri Türkiye’de bazı çevreler her nedense Dink’in cenazesi ile yatıp kalkmaktadır. Her gün bir bahane ile haberleştirilmektedir. Dink cinayetinden yola çıkılarak Ermeni tehciri sorgulanmakta İttihatçılar sorgulanıyor ve suçlanıyor gibi yapılarak yine bir toplum olarak Türklere ağır hakaretler yapılmaktadır. Hocali’de 26 Şubat 1992’de Ermeniler tarafından katledilen 630 Azerbaycan Türkünün anılması ve bu olayı yapan Ermenistan’ın kınanması için 26 Şubat 2012’de İstanbul’da yapılan mitinge büyük bir kalabalık katıldı. Yüzlerce pankart taşındı. Bu pankartlardan birisinde “hepiniz Ermenisiniz piçsiniz” cümlesi yazılmıştı. 630 Müslüman Türkün katledilmesini kınamak için 20 yıldır tek bir söz etmemiş olanlar derhal bu söze yapışarak buradan da bir Ermenicilik yapmaya çalışmıştır. Artık katledilen 630 Müslüman Türk asla haber konusu edilmeyerek yine konu Ermenilerin haklılığı ile Hrant Dink ile örtülmek istenmiştir. Irk bakımından Ermeni olanların sırf ırkları nedeniyle “piç” sayılması bir Müslüman’ın edebine, ahlakına asla yakışmaz. Bu son derece çirkin bir yaklaşımdır. Lanetlenmelidir. Türkiye’de mevzuat gereği bütün vatandaşların “Türk” diye adlandırılmasını, “Türk olmayanlara bu bir dayatmadır, asimiledir, ayıptır” diyen bazı kimselerin kendilerini kolayca “hepimiz Ermeniyiz” korosu içinde görmeleri ibretlik bir olaydır. Hocali olayında da görüleceği üzere neredeyse katledilen 630 Müslüman Türk suçlu sayılacaktır. Çünkü onları katledenler için tek bir lanetleme cümlesi kurmayanların İstanbul’daki münasebetsiz-çirkin bir pankartı örtü malzemesi yapmaya çalışmalarını başka türlü açıklamak hayli zordur. İnsanlık namına Ermeniler için, Hrant Dink için bu kadar yas tutup ağıt yakanların, 630 tane Müslüman Türk için söyledikleri hiçbir sözlerinin olmayışı, gavur algılarındaki sorun kadar Müslümanlık algılarının da sorunlu olduğunu göstermektedir.
S E Ç İ L M İ Ş K A Y N A K Ç A
Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, I-II-III, MEB Yayınları, İstanbul 1993.
Nevin Kardaş vd, Örnekleriyle Türkçe Sözlük, I-II-III-IV, MEB Yayınları, Ankara 1995.
Ferit Dvellioğlu, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Osmanlı Lügat, Ankara 1978.
Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, VIII, TTK Yayınları, Ankara 1995.
M. Macit Kenanoğlu, Osmanlı Millet Sistemi, Klasik Yayınları, İstanbul 2004.