Müslüman Kanı
Suriye’de kan akmaya devam ederken Türkiye başbakanı Tayyip Erdoğan Güney Kore başkenti Seul’de katıldığı Nükleer Zirve toplantısından sonra ziyaret ettiği İran’da İİC rehberi Hamaney ile 29 Mart 2012’de görüştü. İran’ın başından beri Suriye’de ki Baas iktidarına yakın destek verdiği bilindiğinden bu ziyaret ve bu görüşme pek çok çevre tarafından dikkatle takip edildi. İran’ın, Türkiye tarafından yapılan uyarıları belki ciddiye alacağı Baas’a verdiği destek vaz geçebileceği gibi abartılı iyi niyetli yorumlar bile görüldü. Ne var ki görüşmede Hamaney: “Müslüman kanının akmasından rahatsızlık duyduğunu, ama bölge dışı güçlerin Suriye’ye karşı olduğunu, Suriye halkı kendi geleceğini seçimle belirlemeli” açıklamasını yapmıştır.
Ancak bu açıklamaya dikkat edildiğinde biri biri ile uyumsuz pek çok unsuru içerdiği görülmektedir. Çünkü Müslüman kanının dökülmesinden rahatsız olmak, o kanı dökene karşı olmayı gerektirmez mi? Buna karşılık İran’ın Esad’a verdiği destekte hiçbir azalma olmadığı gibi aksine onu koruma çabalarını da giderek arttırmaktadır. Bundan dolayı Müslüman kanının dökülmesinden duyulduğu söylenen rahatsızlığın inandırıcılığı kuşkuludur. Açıktır ki İran; Müslüman kanının dökülmesi ve Esad’ın iktidarda kalması seçenekleri arasında Esad’ı her zaman tercih ettiğini göstermiştir. Görüşmeler yoluyla İran’ın Esad’a verdiği destekten vazgeçebileceği gibi hayli abartılı görüşlerinde temenniden öteye bir değer taşımadığı bir kere daha görülmüştür. Hamaney’in açıklamasında “Suriye’yi İsrail’e karşı direniş cephesinin önemli bir parçası” sayması da İran cephesinde değişen bir şeyin olmadığını göstermiştir. Çünkü İran; Baas Partisi ile ittifakını bu iddia üzerine temellendirmek çalışmaktadır. Suriye’nin muhtemel bir İsrail işgalinde uğrayacağı katliamların, yıkımların daha fazlasını, Baas iktidarı eliyle yaşıyor olması hiçbir zaman İran’ın ilgisini çekmemiştir. Dolayısı ile Suriye’de Müslüman kanının dökülmesinden duyulduğu iddia edilen rahatsızlığında olup olmadığı tartışmalı hale gelmektedir.
Bölge dışı ülkelerin Suriye’ye müdahale etmesine karşı olmakta inandırıcı değildir. Çünkü Baas Partisi Çin ve Rusya’dan her türlü desteği almaktadır. Rusya’nın Tartus’ta üssü bile bulunmaktadır. Arap Baharının Suriye’ye ulaştığı son bir yıldan beri Rusya ile İran Baas azınlık iktidarını ayakta tutabilmek için her türlü desteği vermektedirler. Buna karşılık Esad’ı devirmeğe çalışan muhaliflerin “yabancılardan destek alıyorlar” diye suçlanmaya mahkum edilmeye çalışılıyor olması da gülünç ve tutarsız bir iddiadır. Bölge dışı ülkeler Suriye’ye müdahale etmesin demek, Suriye’de Baas iktidarı devam etsin demekten başka hiçbir anlam taşımamaktadır. Baas’ın iktidarının devam etmesi ise her gün ortalama yüz kişinin katledilmesi demektir. Böyle bir insani facianın her hangi bir insanlık, Müslümanlık ilkesiyle açıklanması da mümkün değildir. Görünen odur ki Suriye’de insanlık ölümü pahasına, her gün katliamların yapılmasına İran yönetimi her türlü desteği verirken, bu destek de “Müslüman kanının dökülmesinden rahatsızlık duymaktayız” örtüsü ile verilmektedir. Bu durum ahlak açısından da elbette sorunludur. Daha önce literatürde “safavi şiası” bilinir idi. Ancak Suriye olayı ile birlikte yeni bir “Emevi Şiası” örneği de ortaya çıkmış oldu.
Sosyalist Baas Partisine karşı mücadele eden Suriye muhalefetine getirilen eleştirilerde ahlaki kaygılara hayli uzaktır. En çok duyulan eleştiri muhaliflerin kitleselleşemediğidir. Suriye şartlarında muhalefet nasıl kitleselleşecek? Daha doğrusu bunun belirtisi ne olacaktır? Muhalif gösterilerin olduğu Humus gibi şehirlerin etrafı karadan havadan kuşatılır ve evler tek tek aranarak 15 yaş ve üstündeki bütün erkekler götürülüp bir kısmı kurşuna dizilirken başka bir kısmı da bilinmeyen bir yerde her türlü işkencelere ölümlere maruz bırakılırken, “muhalefet kitleselleşemedi” suçlaması anlamını yitirmektedir. Muhalefetin kitle desteğinin olduğunun kanıtı, bir yıldır kanlı katliamlara rağmen, muhalefetin engellenememiş olması ve bütün Suriye’ye yayılmış olmasıdır.
Suriye muhalefetine yönelen şaibeli eleştirilerin başında hiç şüphesiz onun NATO, ABD vb güçlerle olan ilişkisidir. Çünkü ABD-NATO vb güçlerin desteği muhalefetin gayri meşru görülmesi için yeterli sebep olarak görülmektedir. Böyle bir sebebin yabana atılacak tarafı yoktur. Bu kuralın yalnızca Suriye muhalefeti için işletildiği bilinmektedir. Çünkü on yıl önce Irak muhalifleri ABD ve NATO’nun her türlü desteğini almak için büyük bir yarışın içindeydi. ABD-Londra-Ankara vb yerlerde sürekli toplantılar yapılırdı. ABD’nin gözetiminde Saddam sonrasında Irak meclis ve hükümetinde hangi muhalif partinin kaç sandalye ile temsil edileceği gibi hayati kararlar alınırdı. ABD işgali Irak’ta gerçekleştikten sonra yine ABD askeri makamlarının izni ile her çeşit askeri malzeme desteği ile Bedir Tugayları ve Mehdi Ordusu adını taşıyan bazı muhaliflerin silahlı kanatları ABD askerleri ile birlikte Felluce-Telafer vb yerlerdeki büyük katliamlara yıkımlara katılmışlardı. Bu gün Suriye muhalefetinin eleştirisi için söylenenler Irak muhalefeti ve onların silahlı kanatları için hiç hatırlanmamıştı. Demek ki ABD-NATO vb güçlerle işbirliği özünde gayri meşru görülmezken, bu işbirliği kimin tarafından yapıldığına bağlı olarak gayrimeşru olabilmektedir. Böylece meşruiyetin sınırı da içeriği de oldukça esnek ve değişkendir. Her hangi bir sabiteye bile sahip değildir. Böyle bir meşruluk anlayışı İslam tarihi boyunca görülmüş duyulmuş bir şey değildir.
Suriye muhalefetini gayri meşru görmek için onun batı desteğini yeterli bilenlerin, Esad’ı Rusya ve Çin’in desteklemesini hiç hatırlamayışları sadece bir çelişki ile açıklanabilir mi? ABD ve NATO’yu sömürgeci işgalci bilenlerin benzeri işleri Rusya ve Çin söz konusu olduğunda hiç hatırlamayışları hangi mantıkla açıklanabilir? ABD ve NATO’nun işgallerini, katliamlarını anlatmak uğruna Rusya ve Çinin işgallerini katliamlarını yok sayma inkar etme sonucuna ulaşmışlardır.
Suriye’nin İsrail’e karşı direniş cephesinin önemli bir halkası olduğu iddiası da bir şehir efsanesidir. Çünkü Esad diktası zamanında Suriye, İsrail işgaline uğrayan Golan bölgesini geri alamadığı gibi onun için hiçbir şeyde yapmamıştır. Suriye 1973’ten beri İsrail’e karşı tek bir kurşun sıkmamıştır. Ama son 50 yıldır bütün imkanlarını Suriye’nin mazlum halkına karşı kullanmıştır. Sadece Suriye’de değil Baas diktası katliamlarını Lübnan’da da sürdürmüştür. 1976-2005 yılları arasında Suriye’nin örtülü işgali altında bulunan Lübnan’da bütün İslami gruplar katliama uğramışlardır. İsrail’in orada yapabileceği her türlü işi fazlası ile Sosyalist Esad diktası yapmıştır. Buna rağmen Esad’ın idaresindeki Suriye’yi İsrail’e karşı direniş cephesinden saymak için insan aklının vicdanının yok sayılması gerekir. İranlı yöneticilerde bunu fazlası ile yapmaktadırlar.
BM eski genel sekreteri Cofi Annan tarafından hazırlanan Suriye palanının gölgesinde 1 Nisan 2012’de İstanbul’da yapılan Suriye dostları toplantısına 70’ten fazla ülke katıldı. Suriye Ulusal Konseyi (SUK) toplantıda temsil edildi. Desteklendi. Ancak Konseyin bütün muhalifleri hala toplayamadığı iddiaları, Tunus’ta yapılmış olan toplantıda Hilary Clinton’un “muhaliflerin içinde el-kaide bile varken askeri yardımı nasıl yapalım” gibi kaygılı çıkışını bazı çevrelerin hiç görmeyişi de dikkat çekicidir. İstanbul toplantısı katılımcı ülkelerin fazlalığı, SUK’ne güçlü desteğin verilmesi, hatta “SUK çalışanları için ihtiyaç duyulan para kaynağı için Körfez ülkelerinden bir komisyonun kurulması, Esad yönetimince yapılan katliamların belgelenmesi ve uluslar arası bir mahkeme için veri oluşturulması bunun için iletişim araçları bakımından muhaliflerin desteklenmesi” gibi cümlelere sonuç bildirisinde yer verilmiş olmasına rağmen, bütün bunların Suriye’deki katliamların engellenmesi için son derece yetersiz tedbirler, uzaktan okunan bir iyi niyet temennisinden öteye Suriye’nin mazlum halkına bir katkı sağlayabileceği kuşkuludur.
Arap baharının Suriye’de zafere ulaşacağı kuşku götürmez. Ancak bunun ne zaman olacağı nasıl bir bedelle olacağını kimse bilemez. Hiçbir ihanet şebekesinin Esad’ı kurtaramayacağı son bir yıldır yayılarak artarak devam eden muhalefet olayları ile kanıtlanmıştır. Suriye tarihte yaşadığı, Haçlı, Moğol, Fransız işgallerinden sonra Baas işgalinden de kurtulacaktır. Ne Rusya’nın ne de “Emevi Şia’sının” desteği Esad’ın zulmünü payidar edemeyecektir.