Müslüman Görünmek Başka, Müslüman Olmak Başkadır!
Etrafımdaki herkes gibi ben de ‘Müslüman’ olduğumu, İslam’ın, yerine getirmiş olduğum zahiri ritüellerden ibaret olduğunu ve dinin de herhalde bu olduğunu, forma sığdırılmaya çalışılan bu dinin yeterli olduğunu fazlasının kişinin aklına zarar verebileceğini düşünüyordum. “Daha başka ne olabilir ki?”
Ama bununla beraber maneviyatımın hiçbir zaman tatmin olmadığını, “Allah aşkı ya da Allah korkusunun” neye benzeyebileceğine dair bir fikir yürütemediğimi, bu aşk ve korkunun dışa yansıması, fiiliyata yansıması hatta yaşamın her anına yansıması gerektiğini de biliyordum. İbadetleri korkudan yaptığımı düşündüğüm zamanlar bile olmuştur. Oysa din sevgi merkezli olmalıydı, çünkü Rahman ve Rahim olandan gelen bir şeydi. Hem sadece şekilsel olarak icra edilen ritüellerin ifadesi olarak algılanan ‘din’imin beni günahlardan alıkoymadığını, otokontrolü kazandırmadığını, kendime istediklerimi ötekiye istemediğimi de fark ettiğim zaman; ‘yüreğimin kuşun yüreği gibi çarpmadığını da’ itiraf ediyordum.
“Lafızcı, şekilci, görünen, zahir; geçici olan dünya hayatını ve dünyadaki cezai müeyyidelerden ‘kurtarmaya’ yarayan”, Maddi İslam ile; “Dünya hayatıyla beraber ebedi hayatın cezai müeyyidelerinden de kurtarmaya vesile olan, ‘Kamil İnsan’ karakter ve kişiliğini oluşturan” Manevi İslam arasında sıkışan bir hayat…
İslam tarihinde ve İslam toplumunda daha çok tartışıla gelen Maddi İslam olmuştur. Fıkıh geleneğimize bakıldığında cezai müeyyidelerin sadece maddi İslam yönüyle alakalı olduğu görülecektir. Oysa Maddi İslam’ı ve fıkıhsal farklılıkları doğuran ve biçimlendiren Manevi İslam’ın tetiklediği dinamiklerdir. Maddi İslam; fenomonolojik yani imaj, Manevi İslam ise; içerik, muhteviyat ve öze tekabül eder.
Her inanç, ideoloji ve doktrin hayata döküldüğünde bir form, bir biçim kazanır. Bazen asıl olan öz ve mesaj imaja kurban edilir. Günümüzde her alana sızan bu hastalık, maalesef bu naif alana da sızmış bulunmaktadır. Hakikat ve maksat, mecaz ve araca dönüşünce hakikat, maksat ve vermek istenilen mesaj kirletildiği gibi sadece Maddi İslam ile yaşayıp Manevi İslam’dan nasiplenmemek aynı şekilde din-i mübin olan İslam’ı anlamamak dolayısıyla; İslam’ı ve dinin sahibini de layıkıyla tanımamaktır.
Dini sadece birkaç şekil ve pratiğe indirgediğimizde; bu, önünü alamayacağımız bir ‘riyakârlık, gösterişçilik, din bezirgânlığı, din tüccarlığı, din kisvesi altında türlü türlü rezalet ve kepazelikleri saklama, hatalara dini kılıflar bulma’ türünden enva-i çeşit manipülasyonlara neden olacaktır.
Bu da insanı zamanla iç âlemden yani; “O ıslah olmuş ise bütün beden de ıslah olmuş” anlayışından mücerret dışsal, şekilci bir İslamî yaşayış tarzına sürükler. Ve bu anlayış, insanların İslam’ın sadece ‘maddi’ kısmıyla ilgilenmesini önceleyerek şekilselliği ön plana çıkarmayı önemli ve gerekli kıl(acaktır)mıştır.
Yapılan bu maddi işlerin bir ruhu (sağlam bir niyet ve ihlâsı) yoksa maddi kısmı zaten değersizdir... İbni Ebi Şeybe, Abdullah b. Amr'dan rivayet etti: Resulullah (s.a.s) buyurdular ki; "Bir zaman gelecek ki (insanlar) toplanıp camilerde namaz kılacaklar ve aralarında bir tek mü'min bulunamayacak." Maddi İslam yani zahiricilik dış görüntü; zamanla sadece bir kalkan olarak kullanılmaya başlandı. Nasıl ki ihsana ulaşmamız için“görüyormuşçasına ibadet etmemiz” gerekir, takvaya ulaşmamız için de görüyormuşçasına günahtan uzaklaşmamız gerekir.
Kur’an hafızı olmak ve Kur’an’ın muhafızı olmak! Rivayet edilir ki; Harun Reşid’in bir papağanı varmış ve bu papağan da Kur’an okurmuş. Mesele Kur’an’ı hıfz etmekte değil, uygulamakta. Ayrıca İslam, yapılacaklar kadar yapmadıklarımızı da önemser. Yaptıklarımızdan sorumlu olduğumuz kadar yapabilecek güç, imkân ve potansiyelimiz varken yapamadığımız iyi şeylerden de sorumluyuz. Bu bağlamda birinin dindar olup olmamasında yasaklananları işlememesi, işlenmesi gerekenleri yapması kadar, yapabileceği halde yapmadıkları da belirleyicidir.
Bir birey, maddi ve manevi İslam’ı birleştirmedikçe, ikisini beraber yaşamadıkça yalnız ‘Maddi İslam’ı’ tek başına yaşamak; Allah ve peygamberlerin arzu ettiği ve ebedi hayatta fayda sağlayacak olan İslam’ı yaşamış sayılmaz. Maddi İslam; sadece günü kurtarmak veya hemcinslerin toplumunda ‘itibar’ kazanmaya yarar.
İlk dönemde: Sadece uhrevi mertebelerin oluşmasına katkı sunacak şekilde veya hem dünyevi hayatın huzurlu bir şekilde idamesini hem de uhrevi hayatın selametini sağlayacak şekilde dünyayı ahretin mezrası olarak algılayıp birleştiren yorumlamanın neticesinde oluşan İslam anlayışı vardı. Fakat saadet döneminden uzaklaştıkça tarihi süreç içinde: Dünyevileşmiş egemen elitlerin hırs ve makama ulaşmaları adına ön açıcı olacak şekilde algılayıp yorumlamaları neticesinde oluşan bir ‘İslam’ gelişti. Bu da İslam toplumunda Kûfelileşmeyi beraberinde getirdi. Günümüz Müslüman toplumları Hüseynilerin yanında durmamakla Kûfelileşen bir karaktere büründüklerinin farkına varmadan aslında bir nevi kendi sonlarını da hazırlamakta olduklarının farkına varamıyorlar. “Kendinizi (övüp övüp) temize çıkarmayın. Allah, kimin takva sahibi olduğunu çok iyi bilir. 53/32”
Müslüman görünmek ve Müslüman olmak ayrı şeylerdir. Dr. Fehmi Şinnavi'nin de dediği gibi; "Namaz kılıyor, oruç tutuyor, hacca gidiyor, kısacası islam'ın öngördüğü bütün ibadetleri yerine getiriyor olsak bile, şayet hakları ellerinden alınmış, zulme ve gadre uğramış kardeşlerimizin sorunlarıyla ilgilenmiyorsak, onların sorunları karşısında dilsiz ve sağır olmayı tercih ediyorsak, hiç kuşkusuz bütün bu amellerimizin-ibadetlerimizin hiçbir faydası olmaz. Biz biliyoruz ki bütün bu ibadetler, zulme karşı direnmeyi gerektirir. İbadetlerin özünde bu anlayış yatar."
@/MBHedbi