content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

23 Nis

Mü’min Zengin Olmak İçin Çalışmalı mı?

Aynı kelimeleri kullananlar değil, ayını kelimelere aynı manayı yükleyenler anlaşabilirler. Peşinen söyleyeyim ki, bana göre; İslam, akıllılara gelen bir dindir.

İnsan anlamadığı şeylerden sıkılıyor ve yavaş yavaş uzaklaşmaya başlıyor. Bu bağlamda Kur’an’ın iki ayeti üzerinde durmak ve bu vesileyle “Kur’an’ı anlama” farkını ortaya koymak istedim. İnanıyorum ki Kur’an’ı anladığımız zaman, onu daha çok seveceğiz.

YAŞAM VE ÖLÜM

 Ve konuya bizi derinden sarsan ölüm ve yaşamı birbiriyle ilintilendiren ayet ile başlamak isterim.

 “Hanginizin daha iyi iş işlediğini belirtmek için, ölümü ve yaşamı (hayatı)yaratan O'dur. 67/2”

İnsanın anladığı ve kavradığı kadarıyla ölüm ve yaşam da birer varlıktırlar. Zira yaratılmışlar.

Peki Allah,  neden sıralamada önce ölümü; sonra da yaşamı söylemiş? İnsan, bunun aksinin olması gerektiğini zannediyor. Önce hayat, sonra ölüm olmalıydı. Çünkü insan önce yaşıyor/hayat sonra ölüyor. Yani; yaşam ölümden önce gelir.

Bana göre buradaki ölümden maksat; ölümün oluşacağı mekândır, ölümün kendisi değil ve hayattan da gerçek hayatın yeri; ahirettir. Allah, ölümü yarattı derken: Ölüm olayının gerçekleşeceği yer/mekân ve hayatı yarattı derken de; ebedi hayatın yerini kast etmiş olabilir. Çünkü dünyaya gelmeseydik ölmez, ölmesek de ebedi hayata varamazdık.

Bilindiği üzere; dünya hayatı/diriliği sayılı ama ahiretinki ebedidir. Sayılı olan tükenir ve tükenen/biten de yok hükmündedir.

Bu düşüncemi Aziz ve Gafur’a da bağlıyorum. Allah’ın Gafur sıfatı da Aziz’den sonra gelmiştir. Nasıl ki hayat da ölümden sonra gelmiş. Yani; Aziz’i ölümle, ölümün yeri ile ve Gafur’u da hayatla, ebedi hayatın yeri ile ilintilendiriyorum.

Neden? Çünkü Aziz, dünyada; Gafur de ahirette icra ve tezahür edilen sıfattır.

Ayetin anlamı şöyle olabilir: “O Allah ki ölümün ve hayatın yerini yarattı.” Çünkü ahiret ebedi hayatın yeridir. Zaten hayat, o hayattır.  O ki ölümün ve hayatın icra edileceği yer(ler)i yarattı!

Şayet böyle anlaşılsa ki zaten ölümün icra edildiği yer, hayatın icra edildiği yerden öncedir. Önce dünya sonra ahirettir. Aziz, ölüm yeri olan dünya ile Gafur ise, ebedi yaşamın olduğu yer olan ahiret ile alakalı ve ilişkilidir. Çünkü Allah, bağışlayıcılığını ahirette gösterir. Ve bu ilk mekanda icra ettiklerinizi bundan sonraki mekanda karşınıza çıkarmaya muktediriz. Bu iki mekanı, sahibi ayrı olan mekanlar olarak algılamayınız, mesajını da içermektedir. Çukurlara düşmemek ve uçurumlardan düşmemek için bu mesaj, birinci bariyer görevini de yapıyor. Ben böyle algılıyorum.

Madem yaşam ve ölüm elimizde değil onları yaratanın elinde, peki nasıl bir hayat yaşamalıyız? İnan biri, nasıl bir yaşam sürdürmeli?

İkinc i ayetimz de bu konuyla alaakalı. Bir ayette mü’minlerin sıfatı; “Onlar ki zekât veririler. 23/4” olarak geçmektedir.

Bu ayeti böyle yorumlayanlar, zekât vermeyi mü’minlerin sıfatlarından saymışlar. Fakat ben, bu ayeti; zekât verebilecek seviyeye ulaşabilmek için çabalayan/çalışan olarak yorumluyorum. O yorumculara göre, zekât veremediklerinden, fakirlerin durumu muamma!

Mü’minun suresinde; mü’minlerin vasıfları meal edilirken, “zekât vermek” de sıfatlardan biri olarak sayılmış. Bu yoruma göre mü’min sayılmak zekât vermeye bağlıdır. Ya zekât verme imkânı olamayan fakir, o mü’min değil mi? Burada bir sıkıntı meydana çıkar. Bu sefer de “Gücü olup da (yani zengin olup da) verenler” yorumuna gidilmiş…

Fakat bu ayeti şöyle yorumlarsak; “Onlar, zekât verecek seviyeye ulaşmak için çalışanlardır.” Yani: mü’min; ekonomik açıdan da haylaz, başıboş ve sorumsuz değildir. Veren el olmak adına gayret gösterir. Peygamberimizin (s.a.s); “Veren el alan elden üstündür” sözünü de özümsemiştir.

Bu yorumlamaya göre, fakir de mü’mindir. Çünkü zekât verebilecek seviyeye ulaşabilmek için çalışıyor. Ayrıca bu şekilde yorumlamak; çalışmaya da sebep oluyor. Zira birinin mü’min sayılması için zengin olmak için çaba göstermesi gerekir ve bu çalışması da zekât vermek için (bu niyetle) olmalıdır. Bana göre ayetin manası budur: “Zekât (vecibelerini yerine getirmek) için çalışanlar.”Zekât vermek ve zekât verebilecek seviyeye ulaşabilmek için çaba ve gayret göstermek. Bu ikisi birbirinden ayrı şeylerdir.

Bu yorumda, mü’minlerin çalışması için bir teşvik de vardır. Veren, alan elden daha iyidir. Verebilmek için zengin olmak, zengin olmak için de (helal dairesinde) çalışmak gerekir. İşte bu gayret ve çalışma mü’minin şanındandır. İster bu çalışma ve gayreti neticesinde zengin olsun, ister olmasın. Çalışmak mü’minin vasfındandır. Sadece zekât vermek değil, zekât verecek seviyeye ulaşmak için çalışmak da mü’minin şanındandır.

Ben, “Liz - Zekatî fa’îlûn” cümlesi üzerinde düşündüm. “Liz -Zekatî” yani; zekât için, “Fa’îlûn” yani; çalışan. Bu konuya bu şekilde bakıldığında ayetin manası şöyle oluverir: “Mü’min, zekât için çalışandır.” Yani; zekât verecek seviyeye ulaşmak için çalışanlardır.

 Zaten, “Fa’îlûne liz - Zekatî” olarak okunduğunda o manayı ifade etmektedir.

Allah murad ve maksadını daha iyi bilir, fakat muhtemelen car ve mecrurun yani “Liz-Zekatî”nin öne alınışı bunun için olabilir; sadece zengin olmak için çalışmayın, zekât verecek seviyeye ulaşmak için zengin olma niyeti aklınızda bulunsun. Çalışma tavrınızda da dikkatli olun, niyetiniz zekât vermek için olsun. Bu da ikinci bariyer görevini yapıyor.Yani sadece zengin olmak için, hava ve hevesinizi tatmin için zengin olmayın.

En doğrusunu Allah bilir…

Etiketler : , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank