Muhtariyet yada Özerklik
PKK dışında kalan Kürtleri de içine alacak şekilde PKK tarafından oluşturulan Demokratik Toplum Kongresi (DTK) 19 Aralık 2010’da Diyarbakır’da adı “Demokratik Özerklik” diye açıklanan bir çalıştay yaptı. Çok sayıda tanınmış yazar,aydın, gazeteci ve bilim insanı katıldı. Toplantıya katılanlar her ne kadar kendi görüşlerini açıklamaya çalışsalar da, toplantı esas olarak Öcalan projesi idi. Onun görüşleri çerçevesinde çalıştay yapılmış oldu. Zaten onun görüşlerinden oluşan kapanış bildirisi de bağlıları tarafından çalıştayın nihai bildirisi diye ilan edildi.
DTK’nın Demokratik Özerklik bildirisi Fırat Haber Ajansı tarafından da yayınlandı. her şeyden önce son derece ırkçı/şöven bir anlayışla hazırlanmıştır. “Türkiye’den ayrılma taleplerinin olmadığı vurgusuna karşılık bir Kürdistan inşasının amaçlandığı” belirtilmektedir. Hem Kürdistan inşa etmek hem de Türkiye’den ayrılmak istemiyoruz demek için siyasi bir iki yüzlülük yeteneğine sahip olunmalıdır. Muhayyel Kürdistan’ın diplomasi görevleri de ele alınmış. Buna göre hemen her alanda, “Kürdistan’ın diğer parçaları ile ve diasporadaki Kürtlerle ilişkiler temin edilecekmiş.” Özerklik taleplerinin ırk esaslı değil coğrafi esaslı olduğu iddiasına karşılık “diplomatik görevleri” bile Türkiye içindeki ve dışındaki Kürtlerle sınırlandırılmaktadır. Bylece etnik esaslı bir özerklik değil de coğrafi esaslı bir özerkliğe ulaşılmış olunmaktadır!
DTK nın özerklik bildirisi diye ilan edilen metinde “hem Kürdistan hem de diaspora” denilen bölgelerin tanımı yer almamıştır. Kürdistan tanımı için hangi sınır esas alınırsa alınsın, Kürtlerin muhtemelen yarıdan çoğusu bu sınırların dışında, Türkiye’nin batıdaki büyük şehirlerinde kalmış olacaktır. İşte onların bulunduğu şehirlerde “diaspora” sayıldığından “Özerk Kürdistan” onların da her türlü hak ve menfaatlerini takip edecektir. Bunun adı şovenliği de aşan bir ırkçılıktır. Bu şoven projenin tahakkukuna ise Türkiye şartları engeldir. Çünkü Türkiye’de Irak veya İran benzeri nüfusu neredeyse tümüyle Kürtlerden oluşan bir bölge olmadı gibi yine bu iki ülkede Kürtler kendi meskun bölgelerinin dışında neredeyse yok gibidir.Oysa Türkiye’de durum bütünüyle bunun aksine şekillenmiştir. Halen daha şekillenmeye de devam etmektedir.
Zaten bu yüzden Türkiye’de Kürtler için ayrı bölge tesis etmek imkansızı zorlamaktır. DTK taslağında Kürdistan için “Türkçenin ve Kürtçenin iki resmi dil olacağı” da belirtilmiştir. Yakın zamana kadar, Türkçenin resmi dil olmasına iç bir itirazlarının olmadığını açıklamalarına rağmen şimdi “Özerk Kürdistan” da iki resmi dil isteklerini seslendiriyorlar. İki resmi dil ihtiyacı ortada yokken ikinci resmi dil talebi yalnızca bir fantezi olarak kalabilir mi? Sonra bu ikici dile kim hangi hak ve yetkiyle karar verecektir? Türkçenin dışında ikinci dil olarak niçin Kürtçe de mesela Arapça veya Zazaca olmayacaktır?
DTK taslağında Kürtlerin uğradığı en büyük haksızlık diye “inkar edilmeleri, yok sayılmaları” ele alınmıştır. Ama taslağın hiçbir yerinde Zaza adı yoktur. Zazaları yok sayma, Zazaları Kürt saymada, DTK nın dolayısı ile PKK’nın şoven tutumunun bir ifadesidir. Örgüt ileri gelenleri toplanıp karar alıyorlar bir toplumu (Zazaları) yok saymaları ile onları Kürt saymaları ile onların yok olacaklarını ve Kürt olacaklarını zannediyorlar.
Dağdaki PKK’lılar ne olaca? Bunu ilk düşünenlerden birisi de İsmail Beşikçi ve muhtemelen ondan mülhem olarak Mehmet Pamak’tır. Beşikçi “Irak modelinin esas alınmasını” nasıl ki orada Peşmerge adlı Kürt silahlı güçleri, Irak Anayasası ile resmi bir mahiyete sahip oldular ve Kürt bölgesel yönetiminin resmi silahlı gücünü oluşturdular ise aynı durumun Türkiye’de PKK’nın silahlı kanadı için de geçerli olmasını savunmuştur. PKK’lılar için getirilecek bir genel affın bil yetmeyeceğini onların doğrudan “Kürdistan’ın resmi silahlı gücü olmasını” savunmuştur. Benzeri görüşleri Mehmet Pamak’ta cezbe haliyle savunmaya devam etmektedir. İşte bu görüşler DTK taslağında karşılığını bulmuştur. “Özerk Kürdistan’ın özsavunma birlikleri olacaktır” deniliyor. Kürtler, fiziki ve kültürel bir soykırıma maruz kalmaktaymışlar, bunu engellemek için de özsavunma birlikleri gerekli imiş. Kime karşı Kürtleri savunacaktır bu özsavunma birlikleri? Elbette Türkiye’ye karşı. Bu hayalin gerçekleşmesi halinde bile Kürtlerin yarıdan çoğusu bu savunma, korunmanın dışında kalacaktır. Çünkü muhayyel özerk demokratik Kürdistan’ın dışında kalan ve Kürt nüfusunun yarıdan çoğunluğunu oluşturan Kürtler bu korumanın içinde yer almayacaktır. Her ne kadar diplomasi de bunlara yer verilmiş ise de, özerk Kürdistan’da bulunan Kürtler için gerekli olan özsavunma birliklerinin, o bölgenin dışında kalan Kürtler için, neden savunma ihtiyacı olmaktan çıktığının hiçbir makul açıklaması yoktur. Belli ki Türkiye’nin batı illerinde meskun olan Kürtler: fiziki ve kültürel soykırıma uğramaya devam edeceklerdir! Çünkü onları bu tür saldırılardan korumaya yetecek hiçbir önleme,tedbire yer verilmemiştir.
DTK taslağında her zaman olduğu gibi köylerin eski isimlerinin iadesi talebi de tekrarlanmıştır. Yani Ermenice isimler, Kürtler için talep edilmektedir. Örgüt ağaları bunun farkında değil midir? O eski yer isimlerinin Kürtçe değil Ermenice olduğu, Kürtlükle bir münasebetinin kurulamayacağını bilmemeleri düşünülemez. Ancak onlar, Türkiye’ye ve Türkçeye itiraz etmektedir. Ermenice isimlerin talebi buradan bir ihtiyaç haline dönüşmektedir. İsimler yeter ki Türkçe olmasın, bunun dışında hemen her dilden olabilirler. Her dilden isimlere rızaları, tahammülleri vardır yalnızca Türkçe isimlere yoktur. Bu yüzden Mehmet Pamak, Türkiye adının ile değiştirilmesini yerine Anadolu adının getirilmesini savunabilmektedir. Hatırlanmalıdır ki, Anadolu, Rumca Anatolia (Doğu)nın değişmiş halidir.
DTK taslağında, “Kürdistan’nın parçaları sayılan Irak, İran, Suriye ve Türkiye bölümlerinin konfederal bir ilişki içinde” olmaları savunulmaktadır. Bağımsız, birleşik, sosyalist Kürdistan modelinin biraz layt hale getirilmesidir. Halbuki herkes hayalindeki etnik sınırlara göre konfederal ilişki tesis etmeye çalışırsa,bunun büyük bir kaosa yol açacağı neredeyse kesindir.
DTK taslağı aynı zamanda SSCB tipi bir komünist toplum inşasını da içermektedir. Mahalle ve köylerden başlayarak oluşturulacak komünal örgüt ağı ile halkın yönetime katılması istenmektedir. Bu ise tek parti yönetimi ve baskısı ile toplumun sindirilmesi ve yeniden şekillendirilmesidir. Zaten “siyasi partiler de ideoloji ve siyasetle” uğraşamayacaktır. İdeolojisi ve siyaseti olmayan bir örgütlenme nasıl siyasi parti olabilir?
TDK taslağında, bu proje için, Öcalan’ın, 1921 Anayasası, 10 Şubat 1922 tarihli TBMM kararının ve Mustafa Kemal Paşa’nın İzmir konuşmasının (her halde İzmit basın toplantısı denilmek isteniyor) referans alındığı belirtilmiştir. Öcalan’ın referans alındığı şüphe götürmez. Daha doğrusu bu taslak bir Öcalan projesidir. Onun tarafından ortaya atılan bu çelişkili, tutarsız, gerçeklikten uzak telakkinin Türkiye’de tanınmış bazı bilim insanları, yazarlar vb tarafından ciddiye alınmış olması da kolayca izah edilebilecek bir husus değildir. 1921 Anayasasının hiçbir maddesi bu taslakta sıralanan sekiz ana unsuru kapsamaz, kaynaklık etmez. Yerel yönetimlerin yetkilerinin arttırılmasını öngören bazı maddeleri ve tarihi bir dayanak arama çabasının sonunda bu anayasa adına yer verilmiş olmalıdır. Çünkü o Anayasa ne ayrı bir Kürdistan inşasından, ne ayrı bayraktan, ne komünal bir toplum ilişkisinden, ne özsavunma güçlerinden ne de komşu ülkelerdeki Kürtlerle konfederal bir ilişkiden söz etmez. 10 Şubat 1922’de TBMM’de Kürtlere muhtariyet tartışması yapıldığı hatta karar alındığı ise Robert Olson’un keşfidir. Çünkü bahse konu edilen tarih, tatile tekabül ettiğinden TBMM o gün toplantı yapmamıştır. Toplanmayan bir Meclisin tartışmaları ve kararları da ancak Robert Olson ve DTK yöneticileri gibi hayalleri tahrifat sınırlarında dolaşan kimselere özgü bir yetenek olmalıdır.
DTK taslağında belki de en çok dikkat çeken vurgu: “Kürtler ilk işgalci ve istilacı güçlerin saldırısından günümüze kadar her türlü işgal ve saldırılara karı (?) varlığını korumak için özsavunma içinde olmuştur” diye Türkiye’yi “işgalci bir ülke” saymasıdır. Son derece sorunlu, bilgisiz, iyi niyetten yoksun ve takıntılı bir bakış açısını yansıtmaktadır.
DTK bir fedakarlık örneği de ortaya koyarak bu projenin, bütün Türkiye’de de uygulanabileceğini ilan etmiştir!
Türkiye bütün bunları kabul etmezse ne olacaktır? DTK bunun içinde bir açıklama ihtiyacı duymuştur. Çünkü “Demokratik zerklik yoluyla Kürt Sorununun çözülmesini bölgesel ve uluslar arası güçlerin dayattığını” Türkiye’nin bunu yapmaktan başka çaresinin olmadığı belirtilmiştir. Burada sözü edilen bölgesel ve uluslararası güçler elbette AB ve ABD olmalıdır. Türkiye bu güçlerle tehdit edilmektedir. Her ne kadar tarihten beri süre gelen işgallere karşı direnildiği belirtilmiş ise de son tahlil de Türkiye Batılı güçlerle hizaya sokulmaya çalışılmaktadır.
Ancak bütün bu tartışmalar, herkesin içinde sakladıklarını açığa vurması bakımından öğreticidir. Türkiye devletinin bir dönem Kürtçe üzerindeki anlamsız ve yersiz yasakları ne kadar hayatın gerçeklerinden kopuk ise, Türkiye’de “özerk bir Kürdistan inşa” projesi de aynı ölçüde hayatın gerçeklerinden uzaktır. Sorunun çözümüne bir katkı sunmadığı gibi geleceğe dönük umut veren hiçbir tarafı da yoktur.