Mücevher Hırsızları
Yıllardır bir türlü denk gelmiyor, yaz tatillerim ancak yazın sonuna yetişiyordu. Bu yıl şeytanın bacağı kırıldı ve uzun yıllar sonra ilk kez tatilimi Temmuz’un ilk günlerinde yapmayı başardım.
Son günlere kadar herşey iyiydi, yazlıkta eksik kalan işler tamamlandı, yapılması gereken organizasyonlar gerçekleştirildi, ikişer günlük farklı geziler derken son iki gün, hiçbirşey yapmadan dinlenmeye ayrılmıştı ki; kötü haber İzmir’deki eve uğrayan eşimin telefonuyla geldi.
* * *
Gayet yumuşak ses tonuyla soruyordu: “Dolapların içindeki kutuları etrafa telaşla dağıtmış olabilir misin”
Demek eve hırsız girmişti...
Üzülmeyim diye önce evde var olan eşyaları sıraladı, “Bilgisayarın, video, fotoğraf makinası hepsi burada hırsız yalnızca mücevher aramış”Yaz rehaveti, işin ciddiyetini anlamak zor oldu:
“Ne kadar şansız bir kadınım!, eve mücevher hırsızı girdi ve ben çığlık bile atamıyorum. Ya mücevher seven bir eşin olsaydı, aile bütçesi ne kadar sarsılmıştı...”
‘Haydi uzatma gel, eve bak’ dedi eşim, “Polisler gelecek şimdi”.
Böylece yazın ortasına denk getirmeyi başardığım tatilimin finali, parmak izleri alan polislerin arasında darmadağın edilmiş çekmeceleri toparlamakla geçti.
* * *
Tabii tasarruf amaçlı biriken altınlar ile aileden yadigar kalmış ve mücevher takmayı sevmediğim için unutulmuş birkaç parça ziynet sonradan aklıma geldi.
Ama daha kötüsü, zor ihtimaller zamanla düştü aklıma. Yaz hırsızın olduğu saatlerde aileden biri eve gelseydi? Polisler son zamanlarda hırsızlığın bu türüne daha sık rastladıklarını söyledi.
Elektronik eşyalara dokunulmuyor, para ve mücevher aranıyor. Mücevherler de yaklaşık altı ay, bir yıl arası elde tutulduktan sonra, nakte çevrilince izini bulmak zor oluyor.
* * *
Şimdi tatil zamanı, evden sık uzaklaşılıyor. Sahile koşanların evlerine de hırsızlar koşuyor. ‘Mücevheri olanlar düşünsün’ demek de yetmiyor, evde hırsızla karşılaşma riski insana zamanla ağır koyuyor.
Hele tatilinizin finalini evin her tarafından alınan parmak izlerini silmekle tamamlamak istemiyorsanız, “Aman alınacak tüm önlemi ihmal etmeden, alın” derim ben...
Emtia krizi yaklaşıyor
Dünya ekonomisinin yeni bir krize girebileceğine yönelik yabancı yayınlarda makalelere rastlarken, Türkiye’de bu konuda az sayıda uyarı vardı. Bazı sektör temsilcilerinin yaşadıklarına dayanarak ben de “emtia fiyatlarının aşırı yükselişinin olumsuz sinyalleri çoğalttığını, ekonomi dünyasında gidişin pembe olmadığını vurgulamaya çalıştım.
Ancak tam seçim dönemiydi ve Türkiye dünyanın gelişmekte olan yıldızıydı.
Üstelik geçmişte ne kadar ekonomik daralma yaşadığımıza bakmadan, büyümede dünya birincisi olduk diye pek mutluyduk.
Ta ki iki gelişmeye kadar. Financial Times ve Times gazetelerinin kriz fokurdamaya başladı yazıları ve onun ardından AK Parti’nin etkin isimlerinden Bülent Gedikli’nin “Türkiye için de herşey günlük gülistanlık değil” uyarısına kadar.
Arkasından bugüne değin tatlı su ortamına uymayı seven ekonomistlerimiz uyarmaya başladı; “Avrupa bu krizi uzun sürede zor aşar.”
* * *
Türkiye dış ticaretinin yaklaşık yüzde 70’ini Avrupa’ya gerçekleştiriyor. “Alternatif pazarlar” henüz yeterince gelişemedi ve bu pazarları etkinleştirmek öyle söylendiği kadar kolay değil.
Bugüne kadar kapanan, gücünü yitiren Avrupalı KOBİ’lerin, işletmelerin yerini Türk firmaları almayı başardı. Ancak bu kez yaklaşan ‘emita krizinin ayak sesleri’” aynı girdap Türk firmalarını da yakalar.
Emtia fiyatları yeniden hızla yükselmeye başladı.
Fiyatların zirve yaptığı Haziran 2008 tarihinden sonraki en düşük seviye olan Şubat 2009 ile Mayıs 2011 arasında, enerji fiyatları yüzde 129, tarımsal fiyatlar yüzde 56, metal ve minerallerdeki fiyatlar ise yüzde 143 oranında arttı. Geçen yıl tonu 1000 lira civarında olan inşaat demiri bu yılın Temmuz’unda 1490 TL’den satışa sunuldu. Şimdi emtia fiyatlarındaki bu artış, ekonomiyi ikinci bir kriz tehdidiyle karşı karşıya bıraktı.
* * *
Dünya ekonomisi birkaç büyük sacayağından oluşuyor. Tüm durgunluğuna karşın, Avrupa hala en büyük sac ayaklarından birisi. Oradaki damarlarda tıkanma yaşarken, dünyadaki sıcak (serseri para) bizler gibi gelişmekte olan ülkelere aktı ve biz bu süreci rahat geçirdik.
Yanıbaşımızdaki sıkıntılara gözümüzü kapatıp, “geleceğimiz çok parlak” diyerek piyasalara umut pompaladık.
Bütçe açığının milli gelire oranının düşük olmasına güvendik ancak güçlü bir emtia krizi, dengeleri bir anda alt üst eder. Bu gidişatın Türkiye’ye daha az zarar vermesinin yolu ithalata değil, yerli kaynaklara dayalı üretimi artırmaktan geçiyor. Gerçekçi kur yerine düşük kur uygulayarak, fabrikaları birer montaj üssüne dönüştüren ekonomi politikalarından vazgeçilmeli. Geç kalıyorum ve umarız bu geç kalmanın bedelini yaklaşan‘emtia krizi’ acı ödetmez...