Mor Gözdeki Hüzün
Kamyon, motorun zorlamaları arasında şehre girdiğinde hava karanlık ve şehrin sokakları boştu. Bekir, kitlenmiş ayakları ve korku dolu vücudunu arabadan dışarıya saldığında, uyuşan bacaklarıyla olduğu yerde belli süre öylece kala kaldı. Şoföre el salladığında kamyon çoktan uzaklaşmıştı. Yaşadıklarına anlam vermeye çalışıyordu. Evini özlediği gülümsemesinden belliydi. Üşümüşlük arasında zorda olsa kapıyı sessizce açtı. İçerinin havasızlığı rahatsız ettiğinde doğruca pencereye yöneldi. Sabahın temiz havasını içeri davet edip, çocuğunun ısrarına dayanamayıp evine geri dönen karısının yattığı odaya yöneldi. Kapıda öylece durup, bir süre karısını seyretti. İçinden “Ne kadar da masum uyuyor, hiçbir şeyden haberi yok” düşüncesiyle üstünü çıkartıp Rezzan’ın tenine yaklaştırdığında her tarafı buz kesmişti. Karısına iyice sokulup, soğuk ayaklarını sıcak ayaklarına değdirdi. Karısı istemeyerek de olsa uzaklaştı. Yorgun gözler uykuya daldığında, güneşin ışıkları da perdenin arasından süzülmeye başlıyordu…
Karısı yine her sabah olduğu gibi gergin uyandı. Yanında yatana baktığında göz çapakları görmesini engelledi. Yarım yamalak kocasına bakıp, ağzını kokladığında, “Hayret içki kokmuyor “ diye sevindi. Açık olan eşinin üstünü örtüp, mutfağa geçti. Çaydanlığın altına suyu koyup, ocağın başında bir süre gerildi. Birkaç jimnastik hareketle miskinliğini attığında kemiklerini biraz olsun rahatlattı. ‘Servisi kaçırmayayım’ diye hızlandı. Çocuğunu da okula hazırlayıp, her zamanki gibi otobüsteki yerini aldı.
Bekir, öğlen ezanı okunurken gözünü açtığında evde kimse yoktu. Mutfağa gitti. “ Allah Allah! Hiç başım dönmezdi, neler oluyor bana?” tedirginliği ile buzdolabını açtı. Dolapta her zaman gördüğü içkisini bu kez göremedi. İçmekle içmemek ikilemi arasında kaldı. Uzun süre bekledi. ‘Sinirlerimi yatıştırmam lazım’ diyerek dışarı çıktı. Büfeden aldığı rakısıyla salona yürüdü. Henüz içmeden tekrar sendelemesine yine aldırış etmedi. Onca olayların ardından yaşadıklarım kolay değil, belki de tansiyondandır’ diyerek karnını doyurmak istedi. Ekmek sepetinden aldığı kuru ekmeğine zeytini katık etti. Koltuğa geçip, kırdığı kumandayla televizyonu açtı. Ekranda beliren ‘kadın programları’na kızdı. Tekrar tuşlara dokunduğunda, şarkıların namesinde öylece kaldı. Bardağına boşalttığı rakıyı susuz kafasına dikti. Bir şey hissetmedi. İkinci bardağı içtiğinde, içinin ısındığını ancak anladı. Zeynep’i düşündü. Beyni deprem gecesinin felaketi gibi darmadağındı. Şişe boşaldığında Bekir’in gözleri kızılca, vücudu ise alev alevdi.
Rezzan, eve döndüğünde yorgundu. Kocasını her zamanki koltuğunda uyuşuk gördü. Yüzünü buruşturup;
“Uzun zamandır nerdeydin? Aklına şimdi mi geldik?”
“Sana hesap mı vereceğim?” Rezzan, korkuyu bir kenara bırakıp, “Zıkkımı yine mi başladın? Hani bıraktığını söylemiştin!” dediğinde içinin titrediğini hissetti. İçinden “Büyükler hiç de iyilik yapmadı. “Neden barıştım ki? Değişen ne oldu ki?” sorularını geçirdiğinde kocasının “Bana hala kızgın mısın?” sözüne yanıt vermedi. Rezzan için kocası, artık yüreğinden uçmuştu. Hiç oralı olmadan üstünü değiştirip, mutfakta yemeğini hazırladı. Bekir, sertleşen çatal sesiyle,
“ Rezzan ya bugün hep başım döndü!” Karısı,
“ Dönmese şaşardım zaten!”
“ Öyle içkiden değil, bu farklı bir dönmeydi.” Rezzan, mutfaktan elinde kızartma maşasıyla birlikte salona geldi,
“ Baksana şişenin dibini bulmuşsun, tabiî ki başın dönecek!”
“ İnan ki öylesi dönme değil, eve geldiğimde sarhoş değildim. Yataktan kalktım, birkaç kez başım döndü. Sendeleyip düşecektim” Rezzan ‘Keşke düşüp de geberseydin!’ mırıldanmasıyla mutfağa geçtiğinde, oğlu da kapıda ayakkabılarını çıkartıyordu. Annesine;
“ Babam yine mi içti?”
“ Maalesef oğlum, bu gece bize yine rahat yok”
“ Bıktım artık babamın içkisinden! Derslerime kendimi veremiyorum! Bu gidişle sınıfta kalacağım!”
“ Sen kafana takma kuzum. Hadi geç odana da üstünü değiştir. Sana sevdiğin köfteyi kızartıyorum.”
“ Allah yaşadık! Çoktandır yemiyordum, nasılda özledim!”
Bekir, yerinden doğrulup oğlunun odasına yöneldiğinde, yine sendeledi. Can’ın odasının kapısında el yardımıyla ayakta zor duruyordu.
“ Baba ne zaman bırakacaksın bu içkiyi” Bekir, öfkeyle,
“ Benim içkime bakacağına otur da derslerine bak zibidi!” diye bağırdı. Oğlu ise cevap vermeden başı önünde dersleriyle ilgileniyordu.
Gece lambasının loş ışığı odayı belli belirsiz aydınlatıyordu. İçkinin kokusu odayı sarmıştı. Rezzan kocasına nefretle bakıp, uykuya daldığında saatte gecenin üçüydü. Bekir, her sabahki gibi yine yalnızdı. Yatağından doğrulduğunda gözlerinin önünde bir şeylerin uçuştuğuna aldırış etmedi. Kafasının balon gibi şiştiğini hissedip, ağrısını gidermek için bir kadeh içmek için mutfağa gittiğinde, sendelemesi farklıydı. İçinden “Allah Allah sarhoşluğum bu saatlerde geçerdi. Hayırdır!” demeden kendini alamadı. Duvara tutunarak güçlükle mutfağa geçti. Şişeyi kavramak istediğinde beceremedi. “Yoksa bana bir şeyler mi oluyor ?” sorusu kafasına dank etti. “Şimdi şuracıkta bayılsam, beni kim kurtarır?” korkusu içini büsbütün sardı. Eline aldığı şişeyi tekrar yerine koyup, banyoya geçmek istedi. Yürüyüşündeki yalpalamayı bir kez kafasına taktı. “ Ama sarhoş değilim ki” sorgulamasıyla çişini yapıp tekrar salona sallanarak geçti. Koltuğa oturduğunda başının dönmesi gittikçe artıyordu. Aldırış etmemeye çalışsa da, içine giren korkuya bir kez yenikti. Koltukta oturamayacağını anladığında yer değiştirip kanepeye geçti. Baş dönmesinin geçmesini gözlerini kapatarak gidermeye çalıştı. Bir an olsun rahatlamıştı ki telefonun sesiyle irkildi…
devamını kitabım çıktığında okunması dileği ile…