content

28 Eki

Modern Dünyada Aileyi Anlamak (I)

Meşhur Byron, “Şaşırtıcı olan şu ki, ne kadınlarla ne de onlarsız yaşanamaz” demekle, erkek olan erkeği bütünlemek üzere hiçbir şeyin erkeğin nezdinde eş veya yâr olarak kelimenin tam anlamıyla kadın gibi bir kadının bulunması kadar zorunlu olmadığını dile getirir.

Meşhur Byron, "Şaşırtıcı olan şu ki, ne kadınlarla ne de onlarsız yaşanamaz" demekle, erkek olan erkeği bütünlemek üzere hiçbir şeyin erkeğin nezdinde eş veya yâr olarak kelimenin tam anlamıyla kadın gibi bir kadının bulunması kadar zorunlu olmadığını dile getirir.

Eh, madem erkek kadınsız yaşayamıyor, öyleyse şu soruyu sormak kaçınılmaz hale geliyor: Öyleyse kadınlarla yaşamayı mümkün kılacak en iyi ilişki modeli, en uygun kurumsal yapı nedir?

Bu soruya adamakıllı bir cevap verebilmek için ilişki modeli alternatiflerini ve kurumsal yapı tiplerini şöyle bir gözden geçirmek gerekmez mi? Elbette gerekir.

Öncelikle, günümüz insanının genel anlamda yaratıcıyla (insan-gayb ilişkisi) evrenle (insan-varlık ilişkisi), toplumla (insan-insan ilişkisi) ve kendisiyle (insan-nefs ilişkisi) ilişki kurma biçiminin geçen zamanlara göre çok büyük değişimler geçirdiğini hatırlatmakta fayda var…

Bu değişimler çerçevesinde özellikle kadın erkek ilişkisinde ortaya son derece farklı modellerin çıktığı bir gerçek.

Özellikle Batı toplumlarında ve büyük bir hızla da memleketimizde, klasik aile kavramı ile hiç ilgisi olmayan, tek ebeveynli aile (çocuğun anne veya baba ile yaşadığı), tek kişilik aile, iki kişilik arkadaş ailesi (hemcins veya karşıcins ile birlikte), homoseksüel partner ailesi, lezbiyen partner ailesi, dini veya resmi hiçbir sözleşmeye dayanmayan aile vs. gibi çok değişik ‘aile' modelleri yaygınlaşmaktadır. (Yaygınlaşmak ne kelime özellikle Batı'da neredeyse bilindik anlamda aile kurulmuyor gibi.)

Tam da bu nedenle, çağımız insan ruhu ve sosyal hayatı için son derece kaotik, buhranlı, sancılı, şizofrenik bir görünüm arzediyor.

İlişkilerde bir anarşi ve terörün hakim olduğu gözleniyor. Öyle sanıyorum ki (bu tesbitim asla yeni bir tesbit değildir) çağın bu ‘ilişkiler faciası'nın temel nedenlerinden biri, modern toplumların kendi yapılarının asıl dokusunu oluşturan birim hücreleri (tarihi aile kurumunu) parçalamış olmalarıdır.

Zaten tarihte pek çok devrimci düşünür, yazar ve toplumsal kanaat önderi, aile sıcaklığı yerine başkaca duyguların egemen olacağı toplumsal modeller kurmak istediler: Milliyetçi-şoven fanatizm, devrimci-isyankar romantizm, askeri kışla veya proleter fabrika ruhu gibi.

Andre Maurois'ın da dediği üzere, filozof Platon'dan, Andre Gide'e kadar pek çok yazar aileye lanetler yağdırabildiler, fakat yok edemediler.

Aile, bütün engellemelere ve lanetlenmelere rağmen küllerinden yeniden doğan kaknüs gibi dirildi. "Kısa süren devrelerde, doktriner hücumlarla aile duygularını zayıflatabildiler, hemen akabinde ekonomik krizlerden daha az önemli olmayan ahlak krizi meydana geldi, ve insan topraktan talep ettiği rızkı gibi fıtratının bağlarına saygı gösterilmesini istedi."

Aile krizinin hemen dibinde yeşeren Ahlak krizi, toplumda tamamen ilkel dürtüleriyle hareket eden, vicdani gelişimini tamamlayamamış, irade hakimiyeti olmayan, freni boşalmış kamyon gibi yokuş aşağı akan ham kalabalıkların oluşmasını doğurur.

Çünkü, ilkel dürtüleri yoğurup terbiye eden, şahsiyete istikamet kazandıran, karşılıksız sevgi ve fedakarlık paylaşımı ile vicdanı geliştiren, bireysel bencilliği kırarak ve sorumluluk bilinci aşılayarak irade hakimiyetini inşa eden bir yer varsa, işte orası ailedir…

İyisiyle kötüsüyle binlerce yıldan beri insanlığı delirmekten ve her yönüyle karmaşadan korumuş bir bünye varsa, bu bünye ailedir.

(Yeniden hatırlanmasını elzem gördüğüm bu yazının devamını Çarşamba günü getirmek taahhüdüyle yaklaşan Kurban bayramınızı can-u gönülden tebrik ederim… Muhabbet daima…)

Etiketler : ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank