Moda, Örtülü Kadının “Ne”sine Gerek!
Ya da moda örtülü kadının nesine gerek?
Moda; değişiklik gereksinimi veya süslenme özentisiyle toplum yaşamına giren geçici yenilik ya da belirli bir süre etkin olan toplumsal beğeni, bir şeye karşı gösterilen aşırı düşkünlük olarak tanımlanır. (1)
Fakat dil bilimi açısından; bir dilin özellikle anlambilimi(semantik) ve kelimelerin idraki yönünde incelenmesi önemli bir hususun altını çizer. Kelimelerin içinde yaşadığı kültüre, devre, coğrafyaya göre idrak edilmesi durumu da vardır. Moda; bizim toplumumuza dışarıdan ihraç edilmiş kelimelerdendir. Kelime anlamları toplumdan topluma nasıl farklılık arz edebilir? Misal, bir içecek olarak çay kelimesi( farklı manaları da olmakla birlikte ) Japonya’da “yeşil çay” demektir, bizde ise çay denildiğinde “siyah çay” anlaşılır.
Mesele şudur ki; örtülü kadın için modanın tdk sözlüğündeki gibi bir mana taşıması imkânsızdır. Bize göre moda; giyim ve kuşamda zarafeti yakalamanın kaide ve kurallarını Allah rızasını da gözeterek belirlemektir.
Giyim ve kuşama dair fikirlerin oluşmasında her insanda ve toplumda ciddi bir ihtiyaç vardır. Bu öyle doğuştan edinilen bir bilgi değildir. Tekstil alanındaki gelişmelerin örtülü kadının dünyasına daha rahat, kullanışlı kumaş ve kıyafetler olarak girmesi insan ve toplumun ilerlemesinin sonuçlarındandır.
Bizim toplumumuzda kadın sadece kendini değil, eş ve çocuklarını da giydirendir.
Bedensel özelliklere uygun giyinmeyi bilmek, renk uyumu, ahengi, kumaş kalitesi gibi konularda fikir sahibi olmak neden gereklidir?
Örnekleyecek olursak; çok defa mağazalarda insanların ne alacaklarını bilemediklerine şahit olmuşuzdur. İnsanların büyük bir yekûnu giyinmek üzere fikirlerini geliştiremedikleri için ciddi bir zorlanma, vakit kaybı yaşayabiliyorlar. Hatta birçok insan mağazada kendilerine sunulanlar içinden hangisini seçeceklerine karar verirken soğuk terler döker.
Bu konularda yeterince fikri ve zevki gelişmemiş insanlar hem görüntülerini hem de paralarını israf edebilirler. Nihayetinde giyilmeyen, bedene uymayan, rahatsız eden, hem ruhen hem de madden zora düşüren durumlar ortaya çıkabilir.
Evet bir Müslümanın elbise dolabında çok fazla kıyafet olması, ayrıca israfa girecek şekilde giyim ve kuşama düşkünlük yakışıksızdır. Ama temiz, zevkli, uyumlu, gözü yormayan, imrendiren bir görüntüyle letafet ve zarafete sahip bir Müslüman, özendirir. Kanatimce, bir Müslümanın görsel zekâsını ve giyim zevkini geliştiren en güzel yolun tabiatı tefekkür etmek olduğudur. Kâinat ve içindeki her yaratılana nakşedilen o ince, o derin, o zarif hikmetler yüce Allahın sanatını resmeder.
Toprağın kahvesi ile ağacın yeşilini giyinmek sizde de güzel olacaktır. Denizin yahut göğün mavisi ile taşın siyahı ya da grisini giymek de öyledir. Yaradılan her güzellikten ahenk ve uyuma dair ilim edinmek mümkündür. Düşünün yakışmaz mı, renk cümbüşü ile yaratılmış muhabbet kuşları gibi giydirmek çocuklarımızı?
Bu bağlamda giyimin bir tekniği, terminolojisi oluşur. Bunu konuda fikir edinmek ve doğru kullanmak; zamandan, yaşamdan, bütçeden tasarrufta bulunmayı kolaylaştırır.
Giyim ve kuşam için gerçekten ciddi paralar harcamak gerekir mi?
Aslına bakarsanız eskilerin bir sözü vardır. “ zengin değilim ki ucuz alayım” derler. Vurgulamak istenen şudur ki; kaliteli olan ürünler ucuz mallar değildir. Arz ve talep kanunu gibi ekonomik kıstaslar maalesef bu sonucu doğurur. Fakat bu ürünler uzun süreli kullanıldıkları için, tekrar tekrar aynı ihtiyaçtan almanız gibi bir zarurete düşürmezler. Ucuz mallar ise kısa sürede tahrip olur, az miktarlar ödemiş olsanız dahi aynı ihtiyaç tekrar hasıl olacağı için kaliteli üründen daha pahalıya mal olabilir. Bu demek değildir ki, her ihtiyaç da kalite ölçüttür. Kanaatimce, halk dilinde “günlük” tabir edilen kıyafetler için kalite ve zerafet değil rahatlık aranmalıdır. Nitekim günlük kıyafetin haricinde bir kıyafetle “giyinip kuşanıp” pazar alışverişine çıkılmıyor. Yerine göre giyinmek tabiri de bunun için kullanılıyor.
Sadece fiyatı yüksek olan ürün ile estetik görüntünün sağlanabileceği gibi bir kanaat de hatalıdır. Pahalı bir giyimle nahoş bir görüntüye sahip olunabileceği gibi pazardan alınan bir giyim kuşamla da gayet zarif ve latif olunabilir.
Ezcümle, mesele doğru yerde durabilmektedir! Müslüman kadınları bu tür konulardaki takva derecelerindeki farklılıklarından dolayı rencide edici serzeniş, kınama, öteleme, yerme hatta bühtanla hakaret etme de Müslümanlar için hakperest bir tavır değildir.
Unutmayalım ki; “Peygamber efendimizin dört kızı vardı. Hz. Zeynep, Hz. Rukiye ve Hz. Ümmü Gülsüm ile Hz. Fatima… Hz. Fatima hariç diğerleri, hep nimet ve güzellikler, zenginlik ve refah içinde yaşamışlardır. Hz. Fatima ise hiçbir vakit kendinden daha büyük olmalarına rağmen kız kardeşlerinin babaları tarafından zenginlik ve süslerinden dolayı eleştirildiklerini duymamıştır. ( Sözün bu noktasında sırf bu yazının içinde geçmesinden dolayı “süs” kelimesini dışarı çıkarken kadının süslenmesi olarak algılayanlar olabilir. Burada vurgulanan zenginlikle sahip olunabilecek genel manada süslerdir. Bu bir kadının evine taktığı dantel bir perde de olabilir. Nitekim hiçbir zaman varlıklı olmayan Hz. Fatima’nın ilk kez taktığı dantel perdeye peygamberimizin sitemli bir bakışı onu oradan indirmesine vesile olmuştu. İndirip derhal satarak , parasını fakirlere dağıtmış idi. ) Bu nedenle peygamberimizin sözlerinden ve davranışlarından anlıyoruz ki Fatima’nın misyonu ayrıdır, diğer kızlarınınki ayrı…” (2) Velhasıl günümüz kadınınlarının hepsini Hz. Fatima’nınki ile aynı takva derecesinde bekleyenler hata etmekte olduklarını peygamber efendimizin diğer kızlarına karşı sergilediği tavrından anlayabilmeleri gerekir.
Her halükarda Müslüman olmak, kendimiz için istediğimiz güzel yaşamı diğer kardeşlerimiz için istemekle yükümlü olmak demektir. İnsanoğlu sadece üreten ve tüketen bir varlık olarak yaşadığı toplumlarda asla huzur bulamamıştır. Müslüman toplumları bu toplumlardan ayıran en önemli özellik paylaşmasıdır. Aksi takdirde insan ne kadar üretirse üretsin, ne kadar tüketirse tüketsin, ruhen tatmin olmayacaktır. Yaşadıkları çağa iz bırakan Müslüman önderlerden biri olan Aliya İzzet Begoviç “Nasıl imana geleyim? İmanımı nasıl kuvvetlendireyim?” sorusunun cevabını şöyle verir; “İyilik yap, Allah’ı tefekkür ederek bulmaktansa, iyilik yapıp bulmak daha kolaydır.”(3)
Kur'an'ı Kerim: İyilik ve takvada yardımlaşın. Günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın." (el-Mâide, 5/2) diyerek, takvanın İslâm'daki en mühim yerini göstermiştir.
Hakkıyla idrak etmenin nasip olması niyazı ile...
(1) Türk Dil Kurumu http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.4f4185dd3c9939.79926720
(2) Dr. Ali Şeraiti, Kadın( Fatima Fatimadır ) sayfa 154
(3) Doğu ve Batı Arasında İslam, Aliya İzzetbegoviç ,201