Misyonerler Nasıl Çalışır?
İnancın insan fıtratında mevcut bir olgu olduğu bilinir. İnsanın neye nasıl inandığı farklılık gösterebilir, fakat sonuçta bir şeylere inanırlar.
Ateist olduğunu söyleyenler de inanmadıklarını iddia ederler ama aslında inanmamaya inanmışlardır. Yani
inanmamanın doğru olduğunu savunurken bile bir inanca sarılmaktadırlar.
Eğer kişi gerçekten hiçbir şeye inanmaz hale gelmişse, fıtratın dışına çıktığından artık hayatının anlam zeminini kaybetmiş demektir. Bunun sonuçları intihar, cinayet, hukuk tanımazlık gibi eylemlerle ortaya çıkar.
Bir inanca sahip olan elbette inancını ifade etmek ve onu yaymak hakkına da sahiptir. Ancak, bunu yaparken kendi sınırlarını aşmak adına başkalarının sınırlarını daraltmak gibi bir lüksü yoktur. Ne zorlama hakkına sahiptir ne de dolandırma hakkına.
Dinler inancın en üst seviyede olduğu ve insanı geliştirme amacında olan sistemlerdir. Kimi beşeri kaynaklarla geliştirilmiş, kimi de inancımıza göre ilahi bir kaynaktan gelmiştir.
Dinler de kendi inançlarını yayma hakkına sahiptirler. Bunun için dinin mensupları anlatımlar, propagandalar, tartışmalar, yayınlar gibi birçok araç kullanabilirler. Bu, tarihte olduğu gibi şimdi de olmaktadır ve olacaktır.
Bizler Müslüman olarak Müslümanlığı nasıl anlatacağımızı, nasıl yayacağımızı hem Kur’an-ı Kerim ‘den hem de Peygamberimiz (SAV) ‘den öğreniriz. Bize özetle tavsiye edilen tek şey aslında kötülükten uzak tutmak ve iyiliği tavsiye etmektir. Bunun için bildirilen tek yöntem de örnek olmak ve öğrenmek isteyene öğretmektir.
Toplumsal anlamda Müslümanlığın yayılması içinse öğrenmek, öğretmek, tanıtmak gibi faaliyetlerin karşılanabilmesi için çoğu vakıf hüviyetinde olan organizasyonlar kurulur ve geliştirilir. Yöntem her zaman aynıdır: Bildiğini öğret!
Bilindiği gibi Yahudilerin inançları gereği dinlerini yayma gibi bir dertleri yoktur. Bu konuya itiraz edenler olursa ayrı bir zeminde tartışılabilir.
Dinlerini yaymak için en güçlü teşkilatları kuran, en politik manevraları yapan ve en çok harcama yapanlar şüphesiz Hıristiyanlar, daha doğrusu Hıristiyanlık adına faaliyet gösteren misyonerlerdir.
Misyonerler zaten Hıristiyanlığı yaymayı kendilerine misyon edindiklerinden veya öyle bilindiklerinden bu adı almışlardır. Oldukça gayretlidirler.
Herkes gibi onların da dinlerini yayma hakları vardır, ancak onlarda amaç ya da en azından nihai sonuç Hıristiyanlığı yaymaktan çok Emperyalizme zemin hazırlamak olmuştur. Hal böyle olunca da Hıristiyanlaştırma faaliyetlerinde her yolu mubah görmektedirler.
Önce Orta Asya ‘da yaşadığım dönemlerden bir örnek vermek, sonra da bugünkü Afrika ‘da görev yapan gönüllülerden duyduğumuz başka bir örneği aktarmak istiyorum.
Sovyetler Birliği ‘nin dağılmasından sonra sadece Orta Asya değil tüm eski Sovyet coğrafyası görünmeyen sefaleti görünür halde yaşamaya başlamıştı. Ne yiyecek ekmek bulunuyordu ne de insanları meşgul edebilecek en basit bir iş.
Diğer yandan, başka bir konuda da aynı, belki daha büyük öneme haiz, toplumsal erozyonu hızlandıran bir boşluk yaşanıyordu. Orta Asya ‘da insanlar Müslüman olduklarını, Ukrayna, Beyaz Rusya, Litvanya gibi ülkelerdekiler de Hıristiyan olduklarını söylüyorlar fakat inandıklarının ne olduğunu hiç biri pek bilmiyordu.
Orta Asya dışındakilerde fazla sorun olmadı. Her ne kadar Sovyet döneminde kafalarına işlemiş ateizm unsurlarıyla benliklerinde bir iç hesaplaşma yaşadılarsa da öğrenmek isteyenler kısa sürede Hıristiyanlığı öğrendiler ve inançlarının içini doldurmaya çalıştılar.
Orta Asya ‘da durum farklıydı. İnsanlar Müslümandı fakat Müslümanlığı bilmiyorlardı. Yetmiş yıl egemenliği altında yaşadıkları Sovyet ideolojisinin merkezinde her zaman ateizm olmuştu. O kadar ki üniversite ve enstitülerde meslekten çok ateizm ve komünizm öğretiliyordu.
Örneğin makine mühendisliği bölümünde ileri matematik yoktu ama mecburi ders olarak Ateizm vardı, ya da öğretmenlik bölümünde formasyona ait bir çok pedagoji dersi yoktu ama Ateizm mecburi dersti.
Özellikle Özbekistan halkı başta olmak üzere bölge halkları bu ideolojiye pasif direniş göstermişlerdi. Ne var ki yetmiş yıl çok uzun bir süreydi. Ne bilgi kalmıştı ne de atalarında olan hasletler.
Karınları açtı fakat ekmeklerini kazanacak bir imkan sunan olmadığı gibi doğrudan ekmek veren de yoktu.
Misyonerler her zaman bu tür ortamlarda faaliyetlerini hızlandırırlar. Orada da çok hızlı hareket ettiler. İnsanların bir eline İncil bir eline Amerikan Doları tutuşturdular.
Benim üniversitede Yrd.Doç. olarak maaşım 33 Dolar iken Hıristiyanlığa giren her gencin eline 150 Dolar…
Ve elindeki İncil ‘e bakan gencin anne ve babasının inandığı İslam dini hakkında ikna olacak ya da eline tutuşturulanla mukayese edebilecek bilgisi ve gücü yok…
Orta Asya ‘da misyonerler babası zengin bir Müslüman çocuğun veya kendisi Kur ‘an okumayı bilen bir gencin eline İncil tutuşturmazlar. Bu yöntemin sonuç vermesi zaman alır. Misyonerler biz tembelleşmiş Müslümanların aksine hızlı hareket etmenin önemini çok iyi bilirler.
Diğer örneği, Afrika ‘da görev yapmakta olan bir gönüllü Müslüman ‘dan aktarmışlardı bana. Orada kullanılan yöntemi duyunca Orta Asya ‘da kullanılanların ahlaki ve psikolojik açıdan ne kadar masum kaldığını gördüm.
Açlığın hüküm sürdüğü Afrika ülkelerinde doğrudan doğruya misyoner olanlar dışında, yardım kuruluşlarında görev alanların bir çoğunun da aynı misyonerler gibi görev yaptığı bilinmektedir.
Açlıktan ölenlerin dünya gündeminde olduğu Afrika ülkelerinden birinde (merak edenlere isim verebilirim fakat diğer ülkelerde de durum farklı değil), görevliler 4 ila 10 yaş arasındaki çocukları toplayarak kilisenin önüne getiriyorlar. İçeri girin demiyorlar.
Çocuklara avuçlarını açtırıyor, iki küçük parça çikolata koyuyor ve çocuklara gözlerini kapamalarını söylüyorlar.
“İsa ‘yı düşünün” diyorlar sürekli, “İsa ‘yı düşünün”.
Daha sonra çikolataları yemelerini istiyorlar çocuklardan. Çocuklar böyle bir tadı hayatlarında hiç tanımamışlar.
“Bunları size İsa gönderdi” dedikten sonra gözlerini açmalarını söylüyorlar çocuklara.
“Avuçlarınıza bakın” diyorlar, “Muhammed aldı avcunuzdakileri, yoksa her zaman İsa size çikolata gönderiyor.”
Sonrasını tahmin etmek kolay. “Bizimle kim kiliseye girecek?” diye sorduklarında çocukların yüzde sekseninden fazlası giriyor.
Misyonerlik faaliyetleri hakkında çok yazılar, kitaplar yazılmıştır. Tarihin hiçbir döneminde misyonerlerin adil, ahlaki ve insani yollarla dinlerini yaymaya çalıştıkları görülmez. Ya yukarıda anlatıldığı gibi akla gelmeyecek hile ve desiseyle, ya haçlı seferleri döneminde olduğu gibi şiddet ve zorbalıkla, ya da politik ve ezoterik işbirliğiyle faaliyetlerini sürdürmüşlerdir.
Böyle olunca o faaliyetlere karşı muhakkak daha bilinçli ve daha dirençli olunmalıdır. Nasıl herkes inancını yayma hakkına sahipse, inancını savunma ve koruma hakkına da sahiptir. Adil olmayan, dürüst olmayan yöntemlerle çalışanlara karşı en iyi savunma, mümkün olduğu kadar dürüst olup karşıdakinin ne olduğunu iyi bilmekle sağlanabilir.