Misket: İnci Gürbüzatik
Ankara’lı yazar İnci Gürbüzatik çocukluğunu ve ilk gençliğini anlatıyor Misket’te.
Yazar “…arkasını geleceğe, yönünü geçmişine döndürerek…” yazmış çocukluğunun uzun, hüzünlü öyküsünü, akıcı, yalın bir dille.
Ulus çevresinde; Suluhan,Karyağdı Sultan ve Tezveren Sultan Türbeleri, Gazi Lisesi, Tayyare Sokak ve şimdi artık yıkılmaya yüz tutmuş ahşap evler, misket oynadıkları daracık, küçük sokaklar..
Ne güzel! Geçip gitmiş zamanı ve yitip yok olacak mekânlarla acı-tatlı ilişkileri yeniden kurgulayıp gelecek kuşaklara bir yaşam ve kültür değeri olarak aktarmak..Üstelik bunu güzel bir Türkçeyle, lezzetli bir dil şöleniyle yapabilmek..
Kitap her sayfasında okuyucuyu yazmaya çağırmakta, “yazın çocukluğunuzu, hatta her gününüzü not edin, ille de edebi eser olması şart değil, bir kayıt bırakın yaşanmışlığınızdan kendinize, çevrenize..” demekte bizlere.
İnci Hanımın kitabının her satırı, sayfası dikkatle okunmaya değer..
Hele babasını anlattığı sayfalar öylesine sarsıcı ki, belki de her baba kızı, oğlu tarafından böyle lirik, açık, akıcı bir anlatımla yazılmak ister..
Ben okurken öyle duyumsadım. Örneğin sadece birkaç satır;
“…Babam işçiydi. İşçi arı. Çok çalışkandı. Ama balını görmezdik… Atölyede çalıştığı yetmezmiş gibi… Pazar günleri evde de çalışırdı… İşyerinden balya balya getirdiği deri parçalarını… Tezgâhın üstünde düzlerdi… Çalışması yaşantısının rengiydi… Suskunluğunun dilini hiçbir zaman tam olarak çözememiştik. Annem ne kadar ona içini dökmek isterse, babam da o kadar susardı… Babamın sessizliği yazmakta olduğu çığlık çığlığa ağıt, hasret, acı içeren bir şiirdi sanki. Benim okuyup da annemin anlamadığı bir şiir. Bizim yanımızda var olmakla yok olmak arasında salınıp duruyordu işte… Ben, onu çalışmasını izlediğim zamanlarda, onu da, yaptığı işi de, hiç anlamamışım. Şimdi artık çok geç… Keşke… Atölyesi tarumar olmadan önce… Gözü gibi koruduğu Singer dikiş makinesine sahip çıkabilseydim…”
Evet, keşke dememek için zamanında, yerinde tüm değerlerimize, ilişkilerimize, güzelliklerimize gereğince ve yeterince sahip çıkabilsek…
Yazar bu eserinde sadece babasını değil, çocukluğunun geçtiği eski Ulus çevresindeki sokakları, binaları, tarihi değerleri, zamanın ruhunu, yakın çevresindeki genç-yaşlı-çocuk insanları, onların günlük yaşantılarını, ilişkilerini, oyunlarını, iş ve aşlarını, sevgilerini, acı ve hüzünlerini duru, lirik bir dille sunuyor bizlere..
İnsan yaşadığı- büyüdüğü yerlerin, mekânların, ilişkilerin anlamını sonradan daha mı iyi fark ediyor yoksa?
Kitabın bütünlüğündeki güzellikten ve olgunluktan başka her bölüm de ayrı bir lezzete ve edebi hazza sahip.
Örneğin; “Anılarım Servetim Çalamaz Kimse Benden, İki Çırpı Kiraz Kız, Babamın Kolları Tren Yolları, Bir Yanım Yangın Bir Yanım Kar, Anılar Darmadağın, Düşlerim Gürültüsüz Hayallerim Sessiz Dilsiz”
Misket’in son satırlarında yazarın da dediği gibi, hepimizin çocukluk sokakları yıkımı beklemekte, belki de yok olmuş, yerlerine çarpık gelişen ülkemiz kapitalizminin sevimsiz, zevksiz binaları yükselmiştir.
Geceler gündüzleri, yazlar kışları, haftalar yılları kovalarken, aşklar acıları, yalnızlıklar birliktelikleri, yazılar okumaları, araştırmalar konferansları, özelleştirmeler Tekel direnişlerini izledi, durdu.. Ve geldik bugüne.
Siz siz olun, zamanın ruhunu kaybetmemek ve zamanın sonsuzluğunda kaybolmamak için alın elinize kalemi yazın, çocukluk sokaklarınızı, oynadığınız misketleri, top koşturduğunuz arkadaşlarınızı, çevirdiğiniz çemberleri..
Kim bilir bir de bakarsınız aile tarihinizi not etmişsiniz, yazmışsınız.
Bir edebi ürün, öykü, roman, anı, anlatı olması, olabilmesi elbette en güzeli, ama zorunlu da değil tabii ki, bir kayıt, bir yazılı anlatım bırakın geride..
Bırakın ki, insanın yapıp ettikleri, üretkenlikleri ömür parantezinin kapanmasıyla birlikte son bulmasın, aksın gitsin zamanın sonsuzluğunda..
Yazarlar bazen söylenmedik bir söz bulma ümidiyle tüm ömürlerini harcayabilirler.
Onları başkalarından daha derin kılan da budur belki de. Bir yazar için çok şey söylenebilir. Bencil, çalışkan, yalancı, aşık, hain,dürüst..ama asla sığ denemez gerçek yazarlar için.
Medyada, görsel sahnelerde gördüğünüz ve hayatları çok renkli denilen kişilerden çok çok daha renkli ve ilginçtir sahici yazarların yaşamı..
İşte bu derinliğin, renkliliğin ve ilginçliğin çok güzel örneklerine rastlıyoruz İnci Gürbüzatik’in romanında..
İşte sayfa 280’den bir alıntı: “…Kader aslında bir program… Kaderin ağını ören o tesadüflerin, öncelikli rastlantıların, karşılaşmaların olmaması, etkilenmelerin yaşanmaması gerekiyordu…”
İşte sayfa 282: “…İki iyi insan, bir arada iyi olmayabiliyordu, olmadı işte.”
Düşünce okyanusunda yeni derinliklere doğru kulaç atmak için tekrar tekrar okunması gereken cümleler..
Yazar çocukluğunun Tayyare sokağındaki demircileri seyredermiş arada bir. Kor demirin suya batırılışı..demirin su ile buluşturulması..ve yıllar sonra sorulan şu sorular: “…Hangisi daha güçlüydü? Su mu, ateş mi? Ateş, suyu buharlaştırıp uçururken, su, ateşi söndürüyor…”
Bu yapıttan sadece çocukluğumuza değil, yaşamın her dönemine tanıklık etmemiz gerektiğini ve bunu da not ederek, yazarak, resimleyerek, notalara ve dizelere dökerek, anlatarak ve birbirimize aktararak yapabileceğimizi öğreniyoruz.
Sağolasın İnci Gürbüzatik, bizleri bu güzel eyleme çağırdığın için..Misket gibi güzel, bol çağrışımlı, ışıklı, büyülü bir ismi bu kitabına verdiğin için..
Bizi eski Ankara ile buluşturduğun için..
Daha güzel ve üretken bir Ankara’nın oluşturulmasına yeni birikimler eklemek ve kalıcı katkılar yapmak hepimizin görevi ve sorumluluğudur. Bu görevin bir parçası da yaşadığımız zamanda kendimizi ve kentimizi yazmak olabilir..
Güzel yazıydı teşekkürler her iki yazara da
Şubat 16th, 2010 at 13:59Sayın Halit Bey,
Şubat 17th, 2010 at 22:14nefesimi tutarak okuduğum, satırların arasında Ankara'nın sokaklarını dolaştığım, arada kaybolduğum, sonra da köşe başlarında çokca kendimi bulduğum; dostum, hocam, genç ruhuyla bana hep heyecan ve çoşku katan sevgili İnci Gürbüzatik'in Misket'ini sizin satırlarınızda bir kez daha tadmak çok güzeldi. Kaleminize, yüreğinize sağlık.
Uğur Bey teşekkürler..İnci Hanım adına da..
Yazıyı sevmeniz ve yazarları takdiriniz güç veriyor.
Esra Hanım, sağolasın..
Güzel sözleriniz ve yazıdaki atmosferi yaşamanız mutlu etti.
Sanırım aynı mekanlarda koştunuz ya da bulundunuz..
Gerçekten güzel kitap..
Sezdiğim kadarıyla sizin de böylesi yazı denemeleriniz var. Paylaşmak güzel olur..
sevgilerle..
halit
Şubat 17th, 2010 at 22:54Sayın Halit Bey,
Şubat 18th, 2010 at 23:17Neredeyse 35 senedir Ankara'dayım... O sokaklar,caddeler dahil Ankara'nın bir çok güzelliğini yaşadım. Artık mümkün olmayan bir çok dostluğa, sokak arkadaşlarına sahip oldum. Ankara'nın tozunu, sarısını, kendine has insanını; hayatın tadına varmak için acıyı avuçlayan işçisini, emekçisini, memurunu... Çalışmasa da pencere önlerinde çorap, kazak, ören yemenili kadınını sevdim. Hatta arada da olsa ettiği dedikoduyu 🙂 Ama şimdi gri Ankara'da- ki griliğini neden ve kimden aldığını hepimiz biliyoruz-hiç de mutlu değilim. Geçmişi özlüyorum. inci Hanım beni geçmişe döndürdü.
değerli hocam:
Mart 1st, 2010 at 22:53Misket kitabını henüz okuyamadım ama yazınızdan anladığım kadarıyla eskiAnkaranın gizemli sokaklarında, bahçelernde ve sakinleride tatlı bir yolculuk....
Bende eski Ankaralıyım Ankara değerleriyle, güzellikleriyle, sırlarıyla ve sakin ve çalıkkan insanlarıyla bir bütündür. Ankaranın içinde sakladığı nice nice güzellikler, sırlar vardır... görülmeye duyumsanmaya değer
kaleminıze ve yüreğinize sağlık
saygılarımla..