Milli Birlik ve Bütünlük İttifakı
Haziran Seçimleri üzerine siyasi partilerin çeşitli strateji hazırlığı içerisinde olduğunu görmekteyiz. İlgilileri tarafından büyük gizlilik içerisinde yürütülse de deşifre olan bir “Görüşmeler Dizisi” iç politikada el altından en çok konuşulan konulardan birisi. Adı da Milli Birlik ve Bütünlük İttifakı…
CHP İle AKP Arasında Sıkışan Türkiye
Son yıllarda Türk siyaseti, AKP ile CHP arasına sıkışmış durumdadır. Bu iki partinin birbirlerine sürekli ideolojik söylemlerle karşı durması toplumun genelinde güçlü bir polarizasyon yaratırken bu çekişmeden doğal olarak Müslüman mahallenin partisi konumundaki AKP daha kazançlı çıkmaktadır. CHP’nin bu çekişmenin sürekli kaybedeni olmasının nedeni ise haksız olmasından çok Müslüman mahallesinin salyangoz satan esnafı pozisyonuna düşmesidir.
Ağzıyla kuş tutsa bile CHP’nin kendini kabul ettirmesinin fazla mümkün olmamasından dolayı toplumsal taleplerin CHP dışında başka aktörlerce de seslendirilme zorunluluğunu doğurmaktadır. Özellikle merkezdeki boşluğun doldurularak siyasetin din ve ideoloji eksenli çatışmalardan arındırılarak yaşamsal kaygılar eksenine oturtulması gerekmektedir.
Gerek iç politikaya ilişkin gerekse dış politikaya ilişkin tüm gelişmelerin sadece AKP ve CHP’nin tekelindeki konularmış gibi ideolojik çekişme ekseninde ele alındığı bir TBMM, maalesef ki Türkiye’nin resmini yansıtmamaktadır. Türkiye’deki tek düşünen AKP ya da CHP değildir. Bu ikisinin ideolojik kavgası MHP’nin meclisteki varlığını da anlamsız kılmaktadır. Öte yandan AKP’nin Kürt Açılımı, meclis içinde ve dışında her türlü densizliğe başvuran BDP’yi de kendi bakış açısına göre meşrulaştırmakta, Türkiye’nin bu önemli sorununda toplumsal beklentileri boşa çıkarmaktadır. Beklentiler boşa çıkarken sorunlar birikmekte, gerilimler artmaktadır.
Türkiye’nin bu sıkışmışlığı Türkiye’nin çözüm üretmek kapasitesini zayıflatmaktadır. Özellikle meclis düzeyinde bir şeyin doğruluğu, onu iktidar partisi AKP’nin destekleyip desteklememesi ile ölçülür hale gelmiştir. Netice olarak AKP’nin onay verdiği düşünceler, önümüze kanun olarak gelirken AKP’nin onay vermediği her şey toplumun gündeminden çıkmaktadır. Meclisin bu hastalıklı yapısı, toplumun AKP dışında üretilen çözümlerden mahrum kalmasına yol açmaktadır. Bunun yanında AKP’nin benimsediği her şeyin birer doğru şeklinde yasalaşarak toplum tarafından mecburen kabullenmesine neden olmaktadır.
Türkiye’de birçok öteki vardır. Anayasa hukuku çerçevesinde hak ve hürriyet kavramları ötekinin hakkını ifade etmektedir. Ancak meclisimizin yasa yapan şu an ki görünümü, ötekini daha da ötekileştirmekte, onların hemen hepsini ideolojik ve demokrasi dışı varlıklar ilan ederek toplumun önemli bir kısmını düşman kategorisine sokmaktadır.
Seçim barajı faktörü
Bugün AKP, özellikle ideolojik karşıtlıklar ve zayıflamış partilerin meclise giremeyeceği düşüncesinden hareket eden seçmenlerin teveccühünden dolayı mecliste önemli bir çoğunluğa sahiptir. Özellikle seçim barajı konusu; seçmen tercihlerinin yönlendirilmesinde önemli roller üstlenmektedir.
Farklı seslerin de meclise girebilmesi ve tam temsil için merkezi temsil eden isimlerin meclise kazandırılması gerekir. Varsa eğer demokrasi denen şey; bu, ancak her sesin meclise girebilmesiyle olur. Bu yüzden seçim barajının kaldırılması en azından daha düşük seviyelere indirilmesi gerekir.
Çünkü küçük partilerin meclise giremeyeceği düşüncesi, bu partilerin seçmenini kutuplaşmanın kendine en yakın aktörüne yönlendirmektedir. Bu tip partilerin başında sancılı süreçlerden sonra siyasette yeniden var olmaya çalışan Demokrat Parti, Saadet Partisi, Saadet Partisi’nden kopanların kurduğu Has Parti, Türkiye Partisi gibi partiler gelmektedir.
Bu partilerin hepsinin geçmişten günümüze önemli bir tabana sahip olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Bu partiler tek tek seçime girdiklerinde şu an için yüzde birkaç civarında oy alacak gibi görünseler de bu partilerin normal oy potansiyelinin % 15-20 aralığında olduğu bilinmektedir. Türkiye’nin tarihi siyasi gerçekleri de bunu doğrular niteliktedir.
İttifakın süvarileri
Özellikle Saadet Partisi ve Demokrat Parti’nin bu ülkeyi yönetmiş partiler olduğu düşünülürse uygun bir konjonktürde bu iki partinin toplamının bile bahsedilen oranın çok üstüne çıkacağı görülür. Hele ki bu iki partinin ülkemizin iki ana siyasi geleneği olması bunlara ayrı bir toplumsal taban ve güç kazandırmaktadır.
Bunların dışında Has Parti’nin de önümüzdeki yıllarda Türk siyasetinde ayrı bir yerinin olacağı, şu an ki politik söylemlerinin bile günümüzün cari politikaları karşısında sarsıcı gerçekliklerle dolu olduğu görülmektedir. Parti liderliğini üstlenmiş olan Sayın Numan Kurtulmuş’un çizdiği siyasetçi profili, kadrosundaki sosyalist renkli Müslüman Mehmet Bekaroğlu, dış politika profesörü olan Çağrı Erhan gibi isimler önümüzdeki yıllarda Türk siyasetinde bulunmaz zenginlikler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu arada merkezi doldurabilme kapasitesiyle Zeybek’in önemine de değinmek gerekir. Zeybek, bürokratik ve siyasi tecrübeleri ile Türk siyasetindeki mevcutların çoğundan daha güçlü bir isimdir. Diğer yandan hitabetteki eşsizliği meydanlarda hakimiyet kurabilme konusunda O’na büyük avantajlar sunmaktadır.
İttifak ve MHP’nin Diyet Borcu
Şu an çeşitli zeminlerde gizli aleni demeksizin artık bu ittifak konuşuluyor. Senaryolar oldukça çeşitli. Ancak burada öne çıkan birkaç hususu dile getirmek gerekir.
MHP’nin ittifakın gerçekleşeceği çatı olarak muhataplarına ağır görünen şartlar ileri sürmesine en büyük eleştiriyi yapanların Ülkücüler olduğu görülmektedir. MHP, bu ittifak görüşmeleri sırasında DP’nin 15 milletvekili talebine 7-10 arasında bir sayıyla cevap vermektedir. MHP’nin diğer partilere de benzer bir yaklaşımda olması ittifakın zayıflayacağı ve kısa sürede çatlayacağı endişesi yaratmaktadır.
Ülkücüler özellikle Saadet Partisi konusunda “ahde vefa” duygusu ve hassasiyeti içerisindeler. 1991 Seçimleri’nde Refah Partisi’nin çatısında kurulan üçlü ittifak sayesinde hem de tarihindeki en yüksek sayıda milletvekili ile meclise giren ülkücüler sıranın MHP’de olduğunu düşünüyorlar ve partilerinin Refah/Saadet ekibine borcunu ödemesi gerektiğini seslendiriyorlar.
Gerçekten de hangi şekilde olursa olsun böylesi bir ittifak şu an meclis dışında kalan % 15-20 civarında seçmenin daha mecliste temsil edilmesi demektir. Çünkü ittifak için adı geçen partilerin hiç birinin hali hazırda aldığı oylar mecliste temsil edilmemektedir.
Bu tarz bir ittifak geçmişte Refah Partisi, Islahatçı Demokrasi Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi tarafından denendi ve başarılı oldu. O dönemde meclise girmesi mümkün olmayan IDP ve MHP, Refah Partisi sayesinde meclise girdiler ve siyaset yaptılar.
Görüldüğü gibi bu tarz ittifaklar mecliste temsil edilmeyen seçmenlerin de meclise girebilmesini ve demokratik zeminleri güçlendirmeye önemli katkılar sağlamaktadır. Ayrıca böyle bir ittifak, partisinin meclise gireceğini “garanti” olarak gören seçmenlerin de “kötünün iyisini seçmektense kendi partisine oy vermesine” neden olacağı aşikârdır. Bu yönelim ise bu partilerin görünürdeki toplam olan 2+2=4 denkliğini daha büyük rakamlarla karşımıza çıkaracaktır. Sonuçta siyaset iki kere iki dört oyunundan daha karmaşıktır.
Diğer yandan bu partilerin bazılarının oylarının çeşitli seçim çevrelerinde kümelendiği ve bunlar barajı aşamadığı için oradaki milletvekilliklerinin hepsini aslında seçim çevresinde hiçbir gücü olmayan ülke barajını aşan partinin aldığı görülmektedir. Böylesi bir ittifakın bu tarz seçim çevrelerinde siyasetteki ifadesiyle “tulum çıkarması” büyük bir olasılık olarak görülmektedir.
AKP’nin ayağına basmak
Ancak burada asıl sınavın Numan Kurtulmuş ile ilgili olduğunu söyleyenler de yok değil. Birçok yorumcu Numan Kurtulmuş’u AKP’nin ayağına basmamakla suçlarken, Sayın Kurtulmuş’un bu tavrıyla Sayın Erdoğan sonrası dönemin AKP liderliğine hazırladığı ileri sürmektedirler. Bu bakımdan AKP’nin ayağına basmak anlamına gelen bu girişim konusunda Sayın Kurtulmuş’un göstereceği tavır onun siyasi tercihleri açısından bir turnusol kâğıdı niteliğini almış durumdadır.
Böyle bir ittifak ile en az 7-8 milletvekili ile meclise girebilecek olan Sayın Kurtulmuş’un bu şekilde meclise girmeyi mi yoksa iddia edildiği gibi “AKP’nin tavuğuna kışt demeden” Sayın Erdoğan sonrası AKP liderliğini mi bekleyeceğini hep birlikte göreceğiz.
Sonuç,
Mecliste tek bir milletvekili ile de olsa farklı partilerin mutlaka temsil edilmesi gerekir. Çünkü muhalefet deyince hep aynı sesi duymak, aynı bakış açısını görmek bir kısırlık yaratmaktadır. Muhalefetin çeşitlenmesi siyaset tekniği açısından iktidarı da kaçınılmaz olarak ayağını daha denk almak zorunda bırakacaktır. Eğer ki MHP demokrasiye inanıyor, temsili ve muhalefet olgusunu önemsiyorsa Zeybek ve diğer muhataplarının istedikleri sayıyı nazlanmadan vermelidir. Bunu yapmazsa tarihi bir sorumluluğun yükü altında ezilip yıpranabilir. MHP yöneticileri bunu da hesaba katmalıdır. Milletin "olsun" dediğine MHP yöneticileri çeşitli kaygılarla olmasın derse o zaman daha da zor günler görebilir.