Melankoli
En iyi yaratıcılık örneklerini doğuran ruhun bir nevi melankoliden geçtiğini her zaman düşünmüşümdür.
Kendimde olup biteni dış dünyaya ne kadar yansıtmasam da melankoliye içten içe düşmüşümdür. Kaygı ve üzüntülerin insanı sarıp sarmaladığı bir evrene batan ruhun çıkmazlarının toplamıdır melankoli.
Hangimiz bir tarafından değmedik bu bunalımın kanatlarına? Ellerin yumruk olup çaresizce şakaklara dayandığı bir profilin yansımasından başka nedir bu? Tıpkı onuru kırılan, sonra deliren derin umutsuzluklara dalan Aias (mitolojik kahraman ) gibi.
Peki, yaratıcılık daha çok hangi duygunun girdabında döner? Birçok yazar, ressam, heykeltıraş, müzisyen hatta kitaplara kahraman olmuş birçoğumuzun dilinden düşmeyen isimler de melankolik ruha sahip olmuştur.
Benim ilk aklıma gelen Antonin Artaud ‘un toplumun intihar ettirdiğini savunduğu ünlü Hollandalı ressam Vincent Van Gogh’tur. Göğsüne dayadığı tabancayla intihar ettiğinde içinde bulunduğu psikolojinin çetrefilliğini hala sorgulayan yazarlar, tarihçiler yok mu?
Ben açıkçası buna pek takılmadan yaratıcılık noktasına değinmek istiyorum! Melankolinin gizil gücünü tadan ruhların ortaya koyduğu eserlerin çok daha ruha işlediğinden bahsediyorum. Ya da ben en azından böyle hissediyorum. En güzel resimlerimi hüzünlü olduğum zamanlarda yapmışımdır ya da her hangi bir yazımı en melankolik an’ımda yazmışımdır mesela. ’mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin’ dememiş mi Nazım Hikmet?
Tekrar Van Gogh‘ a dönecek olursak, otuz yedi yıllık ömründe bir güne iki resim sığdıran Van Gogh ‘un her bir resminden ayrı bir tad alıyorum. Kardeşi Teo’ya yazdığı mektuplardan da anlaşılacağı üzere kendine sınır koymayan, sanatının üzerine giden, didikleyen, araştıran buna rağmen her defasında yüzüne kapanan kapılara aldırış etmeden, umutsuzluğa düşmeyen, düşünen, resim yapan melankoliktir Van Gogh.
Ona hayran olmamak elde değil. Yaşamı boyunca hiçbir mağlubiyetin onu hedefinden saptırmadığı kesin!
O tutku ki, resim yapmaktır. Van Gogh’u burada anlatmakla bitiremem. Van Gogh gibi daha nicelerini de sayabiliriz. Melankolik ruhların ihtişamlı savaşlarının sergilendiği sahne, sanatın ta kendisidir belki de…
Ya da sanat melankolinin bir anatomisidir.
Her ne olursa olsun melankolinin yaratıcılıkta üst düzey bir rol oynadığı kesin!
Sonuç olarak Robert Burton’ un dediği gibi ‘ Kim deli değil ki?
Kim uzak melankoliden?
Kime değmemiş melankoli eli gelip geçici ya da kalıcı biçimde?
Selam,
Haziran 8th, 2010 at 17:58Haklısın. Her insanın melankoli hali vardır farklı zamanlarda. Dozunda çok faydalıdır da. Ama çok kaptırdığında kendini uzaklaşır içinde bulunduğu dünyadan.
Arayışları olanaksız bir dünyaya doğrudur. Bu dünyada olmayan başkalıkların özlemi içindedir.
Uyumsuzluğu ve kabullenemeyişi bundandır. Dünyanın zevklerini hor görür. Nietzsche’nin dediği gibi ‘Sürülere özgü zevkler herkes için değildir’. Uyumsuzluk acı verse de, acıdan kıvransalar da kendilerini bir yere, bir tanıma yerleştirmek istemezler ve herkes gibi yaşamak onlara korkunç görünür.
Yabani olmak, yalnız bir münzevi olmak, hırs içinde olmamak belirgin özelliklerindendir. Kendine kaçışları hem en güzel hem de en sıkıntılı anlarıdır.
Güzeldir çünkü kendisini kendinden başka anlayacak biri daha yoktur. Sıkıntılıdır çünkü sorgulamaları, kendini suçlamaları, düşüncelere dalması onu içinden çıkamayacağı durumlara götürür.
Melankolik kişi yanlış giden bir şeyleri sezer. Daha iyilerinin olabileceğini düşler ancak başarısızlığa uğrayınca acı çeker. Bu gerilimli ortam sanat ve yaratıcılığın da ortamıdır belki de. Melankolik insan da hep bir karşı koyuş ve başkaldırı görülmüştür. Özgürlüğü arar. İnançlardan uzaklaşınca da acı ve boşluk içine düşer.
Bazı zamanlarda çok işe yarar da… Biz bu dünyadayız ama…
Nemci, aramıza hoş geldin. Yazılarının devamını bekliyoruz. Yüreğine ve kalemine sağlık…
melankoli kutupluluğu içinde barındıran ender seylerden .yaratıcı guce sahıp.aynı zamanda içe kapanmaya.
Haziran 19th, 2010 at 09:54