Mektup
Çok kıymetli Babacığım.
Satırlarıma başlamadan evvel selam eder hasretle ellerinden öperim. Sende beni soracak olursan zahirde iyi olsam da, ruhumda sensizliğin hüznünü yaşıyorum. Her gün ve her gece oralarda iyi
olmanı dileyerek Cenabı Allaha dualar ediyorum. Hani her bir yağmur ve kar tanesini yeryüzüne melekler indirirmiş ya, ben de dünyanın her bir yerine inen meleklerle sana özlem dolu selamlar, dualar yolluyorum.
Canım babam, bu gün gidişinin on beşinci ayı. O anları düşündükçe yüreğim yanıyor. Dünya gözümde tarumar oluyor. Irmak misali akıp giden zaman, sessizce beni sana yaklaştırıyor, o vakit az da olsa teselli oluyorum. Anneme dün gece seni rüyamda gördüğümü söyledim. O da; “Ben de gördüm.” dedi. Ne gördüğümüzü bir birimize anlatamadık, sustuk karşılıklı. Belli ki annemin de kalbi benimki gibi saklı saklı ağlıyordu. Dolu gözlerimizi saklamak için ikimizde yerdeki halının nakışlarını saydık. Aslında babacığım o suskunlukta öyle çok şey anlatıyorduk ki ne dilin dönmesine, ne sedamızın yankılanmasına, ne de gözlerimizin bir birine bakmasına gerek kalıyordu. Biz bunu bilerek yapmıyorduk ki. Kendiliğinden öyle oluyordu işte.
Bu hafta sonunun puslu sabahında yine koşarak sana geldim. Gri tül gibi etrafımı sarmalayan sis, hüznüme perde oldu. Gözlerim yaşlı, boynum bükük, sessizce oturdum ayakucunda. Adına baktım hep, sıcacık kâğıtlar arasından sızarak soğuk bir taşa damlamıştı sanki.
Üzerinde açan güllerinin kırağı tuttuğu karakışın hırçın günlerinde baba sıcaklığını bir başka özlüyorum. Son yuvanda seni seyrederken aklımdan öyle çok şey gelip geçiyor ki. Hangi birini nasıl ifade edebilirim diye düşünüyorum. Sonra da buna benim gücümün yetmeyeceğini fark ediyorum. Sana olan özlemimi düşünürken alnıma dokunan rüzgârın soğuğu yüreğimi titretiyor. Senden sonra gelen mevsimlerin hiç birinde içimin sızısı dinmedi. Meğer sensizlik ne büyük yoksunlukmuş.
Hatırlıyor musun babacığım? Eski zamanlarda da ben sana mektup yazardım. Benimki de laf işte, sen zaten hiçbir şeyi unutmazsın ki. Mete Hoca geçen gün arşiv dosyalarını incelerken sana yazdığım mektupları bulmuş. Çok şaşırdım. Sakladığını bilmiyordum. Sayfalar sararmış olsa da yazdıklarım, sana olan sevdam tap taze duruyor. Gözyaşım üzerine düşmesin diye damlaları pınarlarıma kilitledim. Bir şeyler düğümlendi boğazımda. Sayfanın arka yüzüne elimin resmini çizmişim, Biraz altında da Mete’ nin ufacık elinin izi vardı. Şimdiki ellerimize baktım gülümsedim. Sonra elimi ölçtüm parmaklarım çizginin epey dışında kaldı. Çizgilerin içlerine de adımızı yazmışım. Çocuk aklı işte belki de o kadar kalabalık ailede bizi seçemeyeceğini düşünmüşüm. Oysa eminim ki sen o kocaman yüreğinle iki çizik el resminde bütün evlatlarını ve sevdiklerini görmüşsündür. Öpüp koklamışsındır her birimizi. Ha bir de babaannemde buradaymış o zamanlar. Onunda selam ve dualarını yazmışım. Kardeşlerimin isteklerini sıralamışım uzun uzun. Ben de on iki renkli sulu boya istemişim, birde fotoğraf makinası.
Makineye ne oldu hatırlamıyorum ama boyalarım hala duruyor babacığım. On yaşına gelince büyük torunum Mehmet Ali’ ye vereceğim. Annem ve babaannem de sağlıklar dileyerek dualar yollamışlar. Bir önceki mektubunda; “Havalar nasıl? Sular dondu mu? Çok kar var mı? Köyden gelen giden, hâlinizi, ihtiyacınızı soran var mı?” diye sormuş olmalısın ki onları cevaplamışım. “Bahçe duvarına doğru kürüdüğümüz kar çok yüksek oldu, üzerine çıkıp aşağıya kayıyoruz.” demişim. “Dışarıdaki çeşme donmuştu annem odun yakarak buzunu çözdü. Köyden Ali Bey amcamla Yıldız Halam geldi. Amcam tuluk peynirlerimizi, tuzlanmış kazlarımızı ve yağlarımızı Behram Amcanın kamyonuyla getirdi.” demişim. Birde Karşı komşunuz yaşlı Mamoş Dayı vardı ya o öldü demişim. Bütün bunları okudukça, o zamanları düşündükçe koca bir hayat geçiyor gözlerimin hatırasından. Meğer ne güzel şeyler yaşamışız. Babacığım kendime teessüf ediyorum, senin yazığın mektupları ne yaptım bilemiyorum. Oysa şimdi her bir satırına nasıl da muhtacım.
Neler yaptığımı anlatmak istiyorum sana. Her zamanki yerimizde karşılıklı oturmuşuz gibi hayal ediyorum. Bize derdin ya; “En güzel iş, en layıkıyla yapılandır.” Bende bunu yapmaya çalışıyorum. İş yerimde devletime, milletime, büyükler arasında büyüklerime, dostlar arasında dostlarımıza layık olmaya çalışıyorum.
Hani ben çok küçükken köydeki evimizin tezek sobasıyla ısınan odasında senin etrafına insanlar toplanırdı. Tipili kış günlerinde sıcak çay bardaklarının bir dolup, biri boşalırdı. Duvarda asılı gaz laması altında edilen lezzetli muhabbetlerden birinde demiştin ki; “Öyle değerli insanlarla otur kalk ki onlar senin ve senden sonraki neslinin gönül ve ahlak kapısı olsun. Unutmasınlar, unutulmasınlar, Hoş anılsınlar, hoş ansınlar.” Şimdi senin bize önce öğütleyip, sonra miras bıraktığın kıymet biçilemeyen değerler arasındayım. Her birinin yüzüne baktığımda senden bir iz buluyorum. Osman Çeviksoy Hocamın bazı tavırları sana benziyor. Onun için onu seyretmeyi seviyorum. Hüseyin Özbay Hocamda nezaketini tevazuunu buluyorum. Bana bir şey öğretirken senin hallerin geliyor aklıma. Nefes alma anımı zarar sayıyorum o vakit. İsmet Hocam da kadim dostluğun öyle büyük ki aile büyüğüm gibi sıcacık en yakınımda. Olmadığı zamanlarda özlüyorum kendisini. Ayşe Filiz Hocama baktığımda senin hep saygıyla övdüğün; “O analarımız olmasaydı, biz bu kadar onurlu olmazdık.” dediğin onurlarımız geliyor aklıma. Onun gibi olmak istiyorum. Ve Gevher Hocam babacığım, buram buram memleket yüzlü, Füsun Hanım yarınlara koşan adımlarımız. Dursun Bey Karadeniz’ in aslan yürekli dost gönüllüsü, Arslan Bey tam bir lider babacığım, fikirleriyle günü günden üstün kılıyor. Nazmi Beyin gülümseyen yüzünde okunası ne çok satırlar saklı. Hasan Basri Bey, Adnan Bey sayfa sayfa yükselen yapıtların mimarları, Nur Hocam, İshak Hocam, Atalay bey ve dahi babacığım adını saymadığım hocalarımın her biri ayrı ayrı cevherler. Onlar umman, kıyılarında kum tanesi olan ben, her damladan nasipleniyorum. Derdin ya; “Aklınıza gelen, gözünüze ilişen önemli şeyleri yazın not edin. Bir gün gelir lazım olur, Üstelik yazan kişi daha çok okur. Okuyun.” şimdi bende bunu yapmaya çalışıyorum.
Sabırla bu hiç büyümeyen çocuk yüreğimden dökülenleri okuyorsundur. Biliyorum ki duygularını saklayarak bıyık altı gülümsüyorsun. Ah babam aklıma şimdi geldi bir ay önce ki Türk Ocağı toplantısında Mehmet Öz hocamla ayaküstü konuştuk, seni yâd ettik. Boğazıma bir şeyler tıkandı, öylece kala kaldım. Mehmet Hocam da duygulandı. Sesindeki üzüntüyü saklasa da ben anladım babacığım. Bunları sana anlatırken başını aşağı eğerek beni dinleyişin geliyor gözlerimin önüne. Aslında sen hiç gitmedin baba hep yanımda, aklımda hayatımdasın. Sadece dünya gözüyle göremiyorum. Göremeyince de çok özlüyorum.
Bu mektubumun sonlarına doğru yol alırken keşke üst kattaki odandan daktilonun tuşlarından tık tık sesleri, sazından yanık kerem, zarıncı ya da divan havaları yayılsa evimize diye iç geçiriyorum. Biliyorum ki hüzünleniyorsun ben bunları deyince. Hakkı, hakikati bilen olsam da hasret adlı çağlayana da set vurulmuyor babacığım. Bunu sen daha yedi yaşında yaşamıştın ve yetmiş dört yaşına vardığında acın dinmemişti. “Anam, babam kardeşlerim.” dediğin de hep ağlamaz mıydın? Amcamı kaybettiğimizde çocuk masumiyetiyle gözyaşlarımız karışmamış mıydı bir birimize. “Biz küçük yetimlerdik. Büyüdük ama hep yetimdik.” demiştin. Şimdi de ben yetimim baba. Sen gittin ya biz sessiz, öksüz, kanatsız, aşksız, yüreksiz kaldık. Biliyor musun baba sen gidince büyüdüm. Her şey ne kadarda farklıymış meğer. Gidişin öğretti birçok şeyi. Ölüm ve yaşam bir başka hal aldı gözümde. Bize bahşedilen emanetlerin neler olduğunu şimdi daha iyi biliyorum. Söyleyecek çok sözüm var ama seni daha fazla yormayayım.
Mektubuma değil, satırlarıma son verirken. Tekrar selam eder ellerinden öperim. Annem ve kardeşlerimde selam eder ellerinden öperler. Her daim dualarımızda, yüreklerimizde, yanımızdasın. Allaha emanet ediyoruz seni.
Kızın Ülkü.
20.Aralık.2015/ANKARA