Mekke Kokar Yüreğim
Gece karanlığının aydınlığa döndüğü topraklara, gitmek nasip olmadı şimdiye kadar. Lakin hayallerin ötesine geçilmediğini zannettiğimiz dünyamız da, kaç kere tavaf etmişizdir o kutsal toprakları, düşünmek bile heyecan veriyor aklıma ve bedenime.
“Sardı canı canan can verdi candan
Yarı yaran eden canı gül handan
Batılı yıkarak aleme gönül verdi
Can deyipte yanıma geldi kandan” AYSUN GÜL
Ezgilerin ve ilahilerin çağrışımlarıyla, Mekke topraklarına gidenlerin hissiyatındaki garip ezikliği de sezinliyorum. Kutsala dair topraklara gidişlerine, bilinçsizlik eklenmiş olsa da onları kıskanıyorum belki de. Onlara nasip olana sahip olamadığım için. Bilgi deformasyonuyla her adımı gezmeleri ve bunu “ha” ve “cı” kelimelerinin birleşimi içinde kullanmalarından, rahatsız oluyorum.
Evet, kimsenin dini duygularıyla ilgili, yorum yapma hakkımız yok. Ama bu dini duygular sömürü noktasına geliyorsa, orada dur demeye hakkımız olduğuna inanıyorum. İnanmak, adına tapınılası tapınaklar kurmak; kalp ayarlarımızı bozmaya başlayınca, etrafımızdakilere de zarar vermeye başlıyoruz. Düşüncesizce aklın darağacına çıkarıldığı din sömürüleriyle, asimile olmuşluktan kurtulamamışlığın sitemlerini aktarıyorum, kalemime.
İklimlerin can çekiştiği bir tufanda
Harabe olmuş kalbin limanları
Söz yetmiyor gönüldeki harabe zamanlara.
Dinmiyor yüreklerde fırtınalar
Yıkık kalan geçmişi yenilemek nafile
Güç yetmiyor akıldaki ziyan olmuş kalıntılara. AYSUN GÜL
Yıllardır belirtmek istediklerimi, kalemimle anlatmak istediklerimi yazmak istiyorum, bu günlerde. Kalemimle anlatmak istediklerimi, yazmak istiyorum bu günlerde. Gelenin, gidenin bitmediği Mekke hakkında ne biliyoruz? Ve neler bilinerek gidiliyor bu topraklara bu zikrediyorum zikrimde.
Mekke anayurdudur, insanlığın. Meleklerin ellerini dokundurduğu Kabe, memleketin kalbidir. Tarihin tüm sayfalarının açıldığı, mekânı asaliyet. Yâda memleketi gerçeklik. İnsanlığa açılan daimi kapı. Sedef örtülerin içinde, nur getirilen alameti derya. Sevgilinin gül koktuğu diyar. Susuz kalan canların, Allah’ anmak adına serap gördüğü yer. Vahabi darlığıyla, aralıklı vahalar açtırılan İslam bahçesi. Hurma tatlılığında, Kur'ana ulaşılan canı mekan. Haykırışların sessizliğinde, tekrar tekrar yaşanan sahabe yüreği. Putlara anlamsızlık veren, şadı diyar. Ürkek kalplerin yenilendiği, ansızlığın adı.
“Susuyorum direnişime
Dudağımda kalan birkaç kelimeyle
Sessiz sedasız tümcelerimi siliyorum
Dil aralarımdan gerçeğe varamadan.
Alamadan dualarımı bitiriyorum tükenmemişliklerimi,
Ardına bakmadan sezinlemek adına” AYSUN GÜL
Tavafı eda ederek Allaha açılan ellerin, bu kutsal diyara giderken tüm günahların affolacağına inananlar, nasıl bir vicdansızlık içindeler. Mekke’nin kutsallığına, topraklarına ayak bastıklarında ben de kutsalım, bakışıyla hissettiklerini nasıl inkar edecekler. Kendilerine özel muamele yapılamasını isteyen, hacı tasviri bedenlerinde ruhlarına yalancı iman darlığına, yaptıkları insafsız bir zulüm. Oradan alınan eşyaların çok değerliymiş gibi, etrafındaki insanlara yutturmaya çalışanlara, sitem doluyum. Bu bir inanç azmanlığı ve anlamsızlığı. Kula değer vermeyi bilmeyen, yaratanı nasıl sever? bu ikilemi anlamaya çalışıyorum bazen, ama işin içinden çıkamadığım gibi, dolambaçlı yollarında kayboluyorum.
Her günahın canı gönülden tövbesi yapıldığında, rahmet eden tarafından affedildiği şüphe götürmez bir gerçek. Ama kul hakkına giren günahların, Mekke dahil hiçbir yerde affedilmeyeceğini de bilmemiz gerekiyor. Gönlü kırılandan özür dilemeden ve o özrü kabul etmeden bin kere tövbe de etsen, yüz binlerce kez namaz kılsan, ölene kadar Kabe’yi tavaf etsen değişmez.
Birde orada seccade toprağa değse, saçma bir tapınışla verdikleri anlamsız değer, var tabi ki. Oraya gidiş sebeplerinde ki bilinçsizlik ve tutarsızlık yetmezmiş gibi, birde el sürdükleri her yeri değerli saymaları, zemzem suyunu dualarla, millete içirmelerine deliriyorum. “Dön kıbleye ve iç mecbursun içmesen” seni dinden çıkarıyorlar. “Nasıl Müslümansın, inanmıyor musun?” sorularını da etiketliyorlar üzerine, öp başına koy dercesine. Bin bir eğlenceyle gidişleri ayrı bir zavallılık. Askere yollarmış gibi! “sadece davul zurnası hariç” hacıları uğurlamak, biz Türklerin adeti olsa gerek.
“Bir bardak demli çay niyetine
Yudumlamak inandığım değerleri.
Sabahlamak niyet etmeden baş yastıkta rüyaları.
Garip bir telaşe sarar fecrin geldiği anları
Dolar taşar sehere ağlamalar niyetsizce.” AYSUN GÜL
Gelişlerinde tabii ki ziyaretler olacak. Lakin türbe ziyaretine döndürülen Mekke dönüşlerindeki saçmalık, inancı da zedeliyor. Seher vakti bülbüller ne de güzel öterler, hikâyeleri de yastık altı hikâyeleri olarak anlatılır, gelene gidene. Oysaki bunu, “ben gittim, sen hala buralardasın, bana nasip oldu bak, sana nasıl da anlatıyorum.” anlayışıyla dile dökülen hassasiyetsiz sözler, ızdırabın eşiğindedir o anlar da. Bak şu geldi, bu gelmedi. “Ben hacca gittim, herkes beni görmeli, elimi öpmeli, kutsamalı beni” düşünceleriyle girdikleri günahın farkına bir varsalar, böbürlenmekten de vazgeçeceklerdir.
İslam adına yaşanılması gereken her şeyi, kendimize benzettik. Kimliğimiz nasıl istediyse, öyle yaşamaya çalıştık. Günahları sevaba, sevapları günahın aynasına çaldık. İnanca saygı dedik, hep eleştirdik gaflet ve dalalet içinde. İsteyen istediği gibi yaşar, dinini. Ama bunu başkalarını ezerek yaparsa, işte o saniye kalemimi kırar, yazarım yazacaklarımı.
Bencillik ve İslam bir arada olamaz. Sömürü ve İslam bir araya gelemez. Günah ve sevap olmaksızın affedilişin değeri bilinmez. Yokluk varlığa ve varlık darlığı bilmedikçe yaşanılır olanlar, yaşlanır ve kendi içinde kendini boğar. İslam insanın yaratılışından bu yana, aynadaki aksidir.
Her şeye rağmen, hayatın asli aklıyla yaşamayı bilenlerden olmak içimi rahatlatıyor. Yüreğinde gerçek Mekke’yi taşıyanlar, Mekke’ye ziyarete gitmeden, Mekke kokarlar. Peygamber ziyaretiyle şereflenirler. Bedir’de İslam, Uhud’da şehit, Hendek peygambere yar olurlar.
“Gül kokulu geçmişin sayfalarını aralıyorum
Her çevirdiğimde peygamber kokuyor
Umut yağmurları ıslatıyor ruhi figanımı.
Gözlerimde ağır ağıtlar acı verdikçe
Biliyorum…” AYSUN GÜL
İslam, inanmak üzerine yaratılan ve samimi duygularla işleyen, akıl ve duygu dizimlerinin tesbihleştiği zikir dinidir. Şifaya ulaşabilmenin tek yolu, iman edilecek olanı bilmektir. Evveli ve ahiriyle tek şifa Allaha olan imandır, geri kalanlar sebeplerdir. Rabbim en değerli ayeti insandır.
Selam ve dua ile,