Mefhum Karmaşası (I)
Edebiyat uçsuz bucaksız bir umman. Her türden; dini, ırkı, aşkı, firkatı, vuslatı, duygu ve düşüncesiyle yansıtmaya çalışan; her türlü ideolojiyi barındıran düşünsel ve yazınsal bir ilim-bilim dalıdır edebiyat. Divan edebiyatımızdan bugüne süre gelen değişimler daha sonra Tanzimat döneminde batının etkisine girmeye başlamıştır. Bugün hemen hemen bütün edebiyat tarihçileri; Fuzuli, Baki, Nabi, Nefi ve Şeyh Galib’i ayrı bir kefeye koyup, diğer divan şairlerinin birbirinin tekrarı olduğunu söyler. Kimi aruz vezninin atılmasından yanadır, kimiyse buna karşıdır. Kimiyse halk edebiyatı bizim özümüzdür deyip hece veznini savunur. Bir diğer kesimse ne aruz veznini ne de hece veznini kabul eder. Şiir sanatını tam anlamıyla ilimsiz (çıplak) bırakır. Bugün serbest yazanlar ve bunu savunanlarla (tabi ki aralarında harikulade yazanlar var. Ben diğerlerinden bahsediyorum) Fuzuli’yi, Baki’yi, Şeyh Galib’i ve daha sonra Servet-i Fünun döneminde aruzla şiir yazan Tevfik Fikret Ve Cenap Şahabettin’i, hatta ve hatta Üstad Mehmet Akif Ersoy’u nasıl bir tutabilirim. Veya Yahya Kemal’i. Mümkün müdür? Bir binanın kasnağı yapılmadan tuğlası örülmez.
Yani, “İlimsiz şiir olmaz!” Bugün Orhan Veli’nin arkasına sığınanlar, O’nun şiirlerindeki derin imgeyi, gösterge bilimdeki ustalığını ne kadar anlayabiliyorlar acaba? Ezcümle bunu idrak edemeyenler her yazılana Sanat deme gafletinde bulunmaktadırlar.
Bu, ecdada saygısızlıktır. Cumhuriyet dönemiyle edebiyatımız tam anlamıyla olmasa da yabancılaşma dönemine girmeye başlamıştır. Yıllarca varlığını sürdüren ve büyük şairler yetiştiren divan edebiyatımız bu dönemden sonra neden olmamaya başlamıştır? Çok mu geri kalmıştık acaba batının ilminden? Peki, batının ilmi, batının medeniyeti; kendi medeniyeti miydi, yoksa post-modern bir taklit miydi? Mesela Metinlerarasılığın kurucusu: Julia Kristeva’dır. Anlamı: . Bir yazarın önceki bir metni ödünç alması ve dönüştürmesi için kullanılabildiği gibi bir metni okuyan bir okurun bir başka metne başvurması için de kullanılabilmektedir.
Yani bizim yüzyıllardır divan edebiyatımızda kullandığımız “İktibas” sanatı. Batı bunu allayıp pullayıp yıllar sonra karşımıza “Metinlerarasılık” olarak sunmuştur. Bizde de batı terimlerine karşı öyle bir özenti var ki (Bi de öyle konuşmayı seviyoruz ya…)aman Allah’ım. Mefhum karmaşası desek yeridir herhalde. Batıyı yükseltmekten başka bir şey yapmıyoruz. Neden mi? İlim nakıs. Kadim edebiyat eksik. ”Eskiyi sevmekte olur ilim ile.” Bir diğer açıdan baktığımızda, metinlerarasılık post-modernin içinde bir parçadır. Post- modernlik genel anlamıyla; çoğulcu bakış acısıdır. Hem her şeydir, hem hiçbir şey. Ya beyazdır ya da siyah.
Ahmet Haşim’in şiirlerinde olduğu gibi. Bir örneklendirme yapmam gerekirse,” eski bir müzik setinin içine son sistem bir düzen kurun alın size post-modernizm.” Bilmem anlatabildim mi? Batı özentiliği ne yazık ki hiç bitmeyecek bizde. Bu da bilmememizden, araştırmamızdan kaynaklıdır. Edebiyat öğrenmek doğu medeniyeti- doğu edebiyatını öğrenmekle, benimsemekle başlar. Doğuyu iyi bir şekilde bildikten sonra batı da bildiklerimizin süslenmiş haliyle gelecektir. Eskiyi atamayız. Çünkü eski olmadan yeni olmaz! Sanatta-Edebiyatta önce doğu. Unutulmamalıdır ki güneş doğudan doğar.