Medeniyet İnşa Etmek
Bu yazıma ilham veren konu, Ordu Hayat gazetesinde Mustafa Kemal Şahin tarafından yazılmış olan “Medeniyet” başlıklı yazısı oldu, kendisine teşekkür ediyorum.
Millet derinliği başka bir şey, Samsun’da görev yaparken derin devlet tartışmalarının arttığı bir dönemde bir arkadaşımız, “derin devlet varsa derin millette vardır” diyerek milletimizin medeni derinliğine ve millet ferasetine işaret etmişti.
Sadaka taşlarından, sabah alışverişini yapan esnafın müşterileri siftah yapmayan komşularına yönlendirmesine, hayvanlara yönelik hizmet veren vakıflara kadar geçmişte birçok örnek vermek mümkün.
Bir alıntıyla konuyu örneklendireyim:
“A. L. Castella’nın Osmanlı ahlâkı hususunda enteresan tesbitleri vardır. Yazarın arkadaşlarından biri, içinde bin kuruş bulunan bir torba ile İstanbul yakasından Beyoğlu’na gidiyordu. Tophane iskelesine çıkarken torbanın ağzı çözülüp paralar rıhtıma dağıldı. Bazıları da denize yuvarlandı. Çevreden bunu görenler, adamın yardımına koştular. Herkes bulabildiği kadarını topladı ve adamın torbasına doldurdu. Paranın sahibi şaşkınlık içindeydi. Hatta endişeliydi. Paralarının bir kısmının çalınabileceğinden korkmaktaydı. Fakat, denize düşen paraların bile çıkartılıp kendisine teslim edilmekte olduğunu görünce, içi ferahladı.
Nihayet bütün paralar toplandığında adam,
— Size nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum! Bana büyük bir iyilikte bulundunuz. Bu soğukta denize dalıp paralarımı çıkardınız. Bir sürü zahmete katlandınız. Bu iyilikleriniz karşılıksız kalmamalı. Size borcumu ödemem lâzım, dedi ve elini torbasına attı. Ancak orada bulunanlar, buna itiraz ettiler. İçlerinden biri,
— Bize hiçbir borcun yoktur, dedi, biz sadece vazifemizi yaptık. Bu durumda kim olsa, aynı şeyi yapardı. Adam hayretler içindeydi.
— Ama nasıl olur? (Dedi) bunca iyilik karşılıksız yapılır mı? Yardım severlerden bir diğeri,
— Neden olmasın? İnsanlık yardımlaşmayı gerektirir. Hem ne yaptık ki?.. dedi.
Adam defalarca teşekkür ederek oradan ayrıldı ve evine döndü. İçinde hâlâ bir şüphe vardı. Aceleyle torbasını boşalttı. İçindeki paraları teker teker saydı. Paraları tamamdı. Bir kuruş bile eksik değildi. Bu asîl davranış karşısında şunları düşünmekten kendini alamadı:
“Acaba halkın en fakir tabakasında bile incelik ve zarafetin bu derecesi yalnız Türkler’e mi mahsus? Diyordu. Hakikaten bütün bu ulvî karakterler onlara ancak şeref verirdi”*
1 Kasım seçimleri sonrası masaya yatırmamız gereken dosyaların başında bana göre bu konular da olmalı. İnsan kaynağımızı ihmal ediyoruz. Fırsatçı, sözü senet olmayan, değerleri yıpranmış bir toplum yapısına doğru gidiyoruz.
“İnsan kaynağı dönüşümü” diye özetleyeceğim bu konuda, ailemizden başlayarak, kamu çalışanlarımıza ve eğitim sistemimize hatta camilerimizde verilen ruha kadar birçok konuyu masaya yatırmamız gerekiyor. Yol, köprü, okul, hastane yapar gibi her bir insanımızı dönüştürmeye yönelik çalışmalarımızın, projelerimizin olması gerekiyor.
Medeniyetler insan eserleriyle oluşuyor ve ayakta duruyor. Ekonomik ve sosyal kalkınmasıyla birlikte insanlarını derinleştirerek dönüştüremeyen milletler zamanla eriyorlar ve dış etkilere açık hale geliyorlar.
Milletimizin yaşamakta olduğu sosyopsikolojik buhranı anlamak için; şehirlerimize, mimarimize, yol kaldırım vb. üretimlerimize, bina sokak ve mahalle isimlerine, kahve ve evlerdeki konuşma diline bakmamız yetiyor.
Kamplaşma yerine konuşarak kucaklaşmayı, dönemsel hukuk yerine evrensel hukuku hakim kılmayı ve gayrının hukukunu kendi hukukumuzdan önde tutmayı esas almamız gerekiyor.
Konuşmamız, konuşulanları iyi okuyarak dikkate almamız, şehirlerimizi betona insanlarımızı paraya kurban etmememiz ve derinleşmemiz gerekiyor.