Mecma’ül-Bahreyn’den Feth-i Mübine
"Zulüm 1453'de başladı(!)" diyenlere...
Yeryüzünde kutsanmış yerler vardır; bunlardan biri, Beyt-i Mamur Mekke, diğeri Kutsi Şerif Kudüs ve Şehr-i Yâr İstanbul. İnsan topluluklarının çağlar boyu toplandığı cazibesini hiç kaybetmemiş yerleşim yerleridir buralar.
Dünya bir ülke olmuş olsa idi İstanbul başkenti olurdu herhalde. Tam 165 adı ile kaç imparatorluğa başkentlik etmiş Şehr-i Yâr. Kaç bin yıldır imar edilegelmiş, kültür ve medeniyetler burada yarış halindeki İstanbul’un stratejik konumuyla çağlar boyu en çok alınmak/fethedilmek istenen şehir olmuştur.
En son İstanbul, 1453’te Fatih Sultan Mehmet Han tarafından fethedilmiştir. Bir soru:Biz Müslüman ve Türk Milleti olarak büyük bir fetihle son nokta konmuştur diyoruz da, acaba Hıristiyan âlemi ve Batı milletlerince de bu böyle midir? Zira 2013 yılında Taksim gezi olayları sırasında eylemcilerden birinin yazdığı tahmin edilen bir duvar yazısı herkesin dikkatini çekmişti;
“ZULÜM 1453’TE BAŞLADI!”
Ve bu yazı günlerce konuşuldu, tartışıldı; Kim, neden, ne için bu yazıyı yazdırmıştı? Bu yazıyı yazan kişi değil, asıl yazdıran kafanın amacı ne idi?
İstanbul’u bu kadar vaz geçilmez kılan sebep ne idi? Önce kadim İstanbul'un tarihine şöyle kısa bir göz atalım:
Mecmaü’l-Bahreyn/ İstanbul Boğazı:
“Kur’an-ı Kerîm’de, Hz. Musa ile Hızır Aleyhimesselâm kıssası anlatılırken âb-ı hayata bir ima vardır (Kehf, 60-82): Hz. Musa ve genç arkadaşı Yûşâ, çalışarak elde edilemeyen, ancak Allah tarafından ihsan edilen ledün ilme (gizli ilim) sahip Hz. Hızır’ı aramak üzere Mecma’ül-Bahreyn’e yani iki denizin birleştiği yere doğru yola çıkarlar. Yanlarına azık olarak aldıkları tuzlu balığın canlanıp denize atlaması üzerine buluşma yerine geldiklerini anlarlar. Hadis-i şerifte bildirildiğine göre, su balığa değip canlandırmıştır. Hz. Musa, bu hâdisenin olduğu yerde Hızır Aleyhimesselâm ile buluşup fevkalâde şeylere şahit olacağı gezintiye çıkar.
Buhârî, ‘Mecmaü’l-Bahreyn’den maksat hayat pınarıdır’ der. Burasının İstanbul olduğunu söyleyen, Boğaz’daki Yuşa Tepesi’ni de delil gösteren rivayetler de vardır.”
Prof. Hüseyin Hatemi’nin bir anlatımından yola çıkarak anlıyoruz ki;
Bugünkü Beykoz Yûşâ tepesinde, kadim tarihte Muvahhit Mabet bulunduğu ve Hazret-i Musa ile Hızır Aleyhimesselâm’ın bu mabedi ziyarete geldikleri rivayet edilmekte.
İblisin İstanbul’a indirilmesi:
Kur’an’da Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın aynı özden yaratıldığı ifade edilir. Hz. Âdem ve Hz. Havva Cennet’te Allah’ın kendilerine yaklaşmalarını yasakladığı bir ağaçtan İblis’in onlara yalan söyleyerek kandırmasıyla meyve yerler. Bunun üzerine cennetten kovulurlar. Yeryüzüne; Hz. Âdem Serendip adasına (Srilanka),Havva ise Etiyopya’ya indirilir. Daha sonra Mekke’de Arafat dağında buluşurlar.
Yine, Prof. Hüseyin Hatemi’nin bir anlatımından yola çıkarak anlıyoruz ki;
Hz. Âdem ile Hz. Havva atamız indirildikleri yeryüzüne, İblis (Şeytan) da İstanbul’a indirilir. Burasın bugünkü Fatih semti olduğu yer söylenmektedir.
Ayasofya efsanesi:
Süleyman Peygamberin emriyle devler, periler, insanlar, cinler yüce bir saray yapılması için Elbürz ve Kaf dağlarından çeşitli renklerde mermer sütunlar, taşlar getirtilerek, kapısının Hz. Nuh’un gemisinin parçasından yapılmış kutsal bir mabet. Tarih boyu, kilise, cami, müze olarak cazibesini hala koruyan önemli bir mekan.
İşte bu ve benzeri anlatılardan anlıyoruz ki, İstanbul’un bu kadim tarihi nedeniyle yeryüzünün en gözde mekânlarından biri.
Yeryüzünde kutsanmış yerler vardır; bunlardan biri, Beyt-i Mamur Mekke, diğeri Kutsi Şerif Kudüs ve Şehr-i Yâr İstanbul. İnsan topluluklarının çağlar boyu toplandığı cazibesini hiç kaybetmemiş yerleşim yerleri.
Mekke bildiğiniz gibi manevi hazzına ulaşmış bir kenttir. Kudüs ise üç dinin ortak şehri...
İstanbul, efsunlu bir şehir, yeraltı dehliz şehirleri ve Ayasofya gibi mabetleriyle hep manevi hazinelerin şehridir.
İstanbul, tarih öncesi dönem, Byzantion dönemi, Konstantinopolis dönemi, Konstantiniyye dönemi ve İstanbul dönemi diye ayrılır.
İlk belirgin yerleşim sahipleri olarak ‘Megaralılar olarak kabul edilmektedir. Megaralılar, bugünkü Kadıköy’e yerleşmişlerdir. Sonra medeniyet zinciri devam edegelmiştir.
Dokuzuncu yüzyılda meydana gelen ve on birinci yüzyılda nihayet bulan Hıristiyan Kilisesi’nin Ortodoks ve Katolik olarak bölünmesinden sonra, gerginlik ve husumet, tamamıyla 1204 senesinde Dördüncü Haçlı Seferinde patlak vererek, Haçlılar Kudüs’ün yerine Konstantinopolis’i fethedip günlerce yağmalarlar. Akabinde Doğu Roma İmparatorluğu gücünün her geçen gün zayıflamasıyla iki yüzyılı aşan zaman Hristiyanlık âlemi çalkalanır.
İstanbul’un fethi sırasında Bizans halkınca, “Latin (kardinal) külahı görmektense İslam Osmanlı sarığını görmek isteriz” deyimi, İslam Osmanlı’ya destek veya hayranlık anlamına gelmiyordu. İki kötü seçenek arasında birini seçmek zorundaysalar, o zaman İslam Osmanlı’yı tercih ediyorlardı.
Bu durum ve sözden de anlaşılıyor ki artık bir dönem sona ermiş, İslam Osmanlı bir kurtarıcı olmuştur.
Ve 1453’te İstanbul’un fethedilmesiyle yeni bir çağ başlamıştır.
Fetihten sonra Sultan Fatih, kadim şehirde asla halkı din, dil ve ırkına dokunmamıştır (ki İslam öyle emrediyor). O büyük devlet adamı, dibe vurmuş, yıkık şehrin imarı ile uğraşmış, medreseler, camiler, imarethaneler yaparak kültür ve medeniyetin inşası ile uğraşmıştır.
Yani, ister Hıristiyan âlemi için olsun ister İslam dünyası açısından, 1453’ten beri bu kadim şehirde sürekli kültür ve medeniyet inşası için emek harcanmıştır insan ve insanlık adına...
Bu nedenle İstanbul Roma medeniyetinin kızı, İslam medeniyetinin ve adaletin de oğlu olmuştur hep tarih boyu kültürel etkileşimlerde...
“Zulüm 1453’te başladı“ demek bir münafıklık kültürünün ürünüdür.
Hazımsızlıktır!..
Bu tür tahrik edici sloganı Müslüman bir neslin çocukları yazmış olamaz! Velev ki yazan şahıs da önemli değildir. Asıl mesele bu işin felsefesidir; bu yazıyı ‘yazdıranlar’ kim ya da kimlerdir?
1453’ten bugüne, İstanbul’da, Yahudi’sinden Rum’una, Ermeni’sinden Arap’ına, Kürt’ünden Türk’üne kadar 72 milletten insan yan yana yaşıyarak; camisi, havrası, kilisesinde rahatça ibadet edebiliyorsa, hala “Zulüm 1453’te başladı (!)” demek neyin kafası?
Bir tespit;
İstanbul'a gelen Avrupalı turistlerin gezmek için yoğunlaştıkları yerin neden özellikle Fatih semti olduğu hiç dikkatinizi çekti mi? Özellikle Sultanahmet meydanı ve Ayasofya ile niçin daha çok ilgileniyorlar sizce?
Bir düşünelim;
Son iki yüzyıldır dünyayı yöneten küresel güçlerin sergiledikleri bir oyun vardır; Müslümanlara hücum ederek onları itibarsızlaştırıp İslam’a büyük bir saldırı yapmak! İşte bu da o oyunun bir parçasıdır.
Halbu ki, asıl zulüm 1918 (Mondros Mütarekesi) de Osmanlı İstanbul’un çökmesiyle başlamıştır; İslam dünyası ve coğrafyasında İstanbul düştü İslam dünyası düştü!..
“Nitekim, Osmanlı medeniyet tecrübesi, Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’yu 500 yıl adaletin, hakkaniyetin, selâmetin ve hakikat medeniyetinin yurdu hâline getirmeyi başarmıştır: Tarihte hiç bir aktör, Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarının kavşak noktası olan Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’da farklı dinlerin, medeniyetlerin, kültürlerin kendi dünyalarını kurabildikleri, kendi hayatlarını yaşayabildikleri bir medeniyet tecrübesi geliştirememiştir. Bugünkü Batı medeniyeti Doğu'nun ayakları üzerine yükselmiştir.
Osmanlı medeniyeti, hem tarihte hem insan anlayışında, insanlığın kemâl noktasına nasıl ulaşabileceğinin adı ve adresidir.”
Batı'nın ezikliği de buradan gelmektedir. Hem eziklik hem korku hem de boş heves...
Bu nedenle, dünden bugüne bugünden yarına kadim medeniyet tasavvurumuza sahip çıkmak ve Feth-i Mübin'i iyi anlatmak, üzerimizde oynanan oyunları görmemiz gerekir. Her daim uyanık olmak, diri olmak, zinde olmak, güçlü olmak zorundayız…
"Zulüm 1453'de başladı" diyenlere dikkat!..
Son Bizans kırıntılarının heveslerini kursağında bırakmak için, umdukları ne varsa gereği yapılmalıdır! Aksi halde, o malum sözden de anlıyoruz ki, Feth-i Mübin'le, İstanbul bedenen fethedilmiş ama ruhen fethedilmemiş, ta ki kafalar da fethedilerek Mekke gibi manevi fetihte tamamlanıncaya kadar…
Not: Bu yazı ilk, Halk Edebiyatı Dergisi 12. Sayısında yayımlanmıştır.