Mecliste Yemin Eden Politikacılar
Türkçe Sözlük’te “ant” kelimesinin karışlığı aynen şöyle ifade ediliyor: “Tanrı’yı veya kutsal bilinen bir kişiyi, bir şeyi tanık göstererek bir olayı doğrulama, yemin.” Ayrıca; kendi kendine söz verme anlamına da gelir. Ant içmek; “Bir şeyi yapmaya veya yapmamaya söz vermek, yemin etmek” demektir.İlkokullardaki “öğrenci andı”nı okumak, mahkemelerde hakimin yaptırdığı yemin metni, “asker yemini” metni, TBMM’de Milletvekili seçilenlerin “milletvekili yemin” metni, Cumhurbaşkanının yine TBMM’de göreve başlarken “Cumhurbaşkanı yemini”, andı içenleri bağlayan birer insani ve toplumsal davranışlardır.
İlkokullardan kaldırılmak istenen ve öğrencilerin sabahları sınıflarında topluca içtikleri andı hatırlatmak isterim:
“Türk’üm, doğruyum, çalışkanım. İlkem; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir. Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir.
Ey Büyük Atatürk!
Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim.
Varlığım, Türk varlığına armağan olsun.
Ne mutlu Türk’üm diyene.”
Şimdi şu anda TBMM’de görev yapan Milletvekilleri, kabinede görev yapan Başbakan ve Bakanlar, hatta Cumhurbaşkanı öğrenciliklerinde ilkokulu okurken bu andı içmediler mi? Yani andın içeriğinde bulunan kavramlar üzerine yemin etmediler mi?
Erkeklerin hemen hemen hepsi askerliklerini yaparlar. Acemi eğitimlerinden sonra –bu birkaç ay sürer- “asker yemini” ederler. Yeminden sonra kıt’alarına dağılırlar. Bu “asker yemini” metni şöyledir:
“Barışta ve savaşta, karada, denizde ve havada, her zaman ve her yerde milletime ve cumhuriyetime doğruluk ve muhabbetle hizmet, kanunlara ve nizamlara ve amirlerime itaat edeceğime ve askerliğin namusunu, Türk sancağının şanını canımdan aziz bilip icabında vatan, cumhuriyet ve vazife uğrunda seve seve hayatımı feda eyleyeceğime namusum üzerine ant içerim.”
Milletvekilleri seçildiklerinde, milletvekilliklerinin yasal ve hukuki olabilmesi için Anayasanın 81. maddesine göre aşağıdaki yemini ederler:
“Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim.”
Bu yemini; Başbakanlar da Milletvekili seçildikten hemen sonra TBMM’nin açılışında daha 1. oturumda yaparlar. Cumhurbaşkanı seçilenler de Anayasamızın 103. maddesine göre aşağıdaki yemini, TBMM Genel Kurulunda bütün milletvekillerinin huzurunda, hatta Türk milletinin ve tarihin huzurunda yaparlar.
Cumhurbaşkanı yemin metni, Milletvekili yeminine benzemekle birlikte birkaç noktada farklılık vardır:
“Cumhurbaşkanı sıfatıyla, Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma; milletin huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma; Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma; Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine ant içerim.”
Türk mahkemelerinde de yemin ettirilir. Hakim, bazı hallerde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 233. maddesine göre; “Kutsal saydığın bütün inanç ve değerler üzerine doğru söyleyeceğine yemin eder misin?” diye yemin ettirir.
Peki? İnsanlar yeminlerini tutmazlarsa ve yeminlerine sadık olmazlarsa bunun dinimizde ve hukukumuzda karşılığı nedir? Ben bu konunun iki tarafını da anlatmaya çalışacağım. Milletvekillerinin, bazı yöneten hükümet üyelerinin ve de Başbakanların, Cumhurbaşkanlarının ettikleri yemin metnine bir bakın, yeminlerine sadık kalıyorlar mı? Eğer ettikleri yeminin dışında hareket ediyorlarsa, yemin metnine uymuyorlarsa adı, “yalan yere yemin etmek”tir. Bu da suçtur.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda (HUMK m. 339 ve 445/6) ve Türk Ceza Kanununda (TCK m. 287) “yalan yere yemin” kavramının neyi anlatmak istediği açıktır.
Yalan yere yeminin bir hukuki, bir de hukuk dışı sonucu vardır. Kişinin toplum tarafından kınanması ve yalan söylemekten dolayı vicdan azabı duyması hukuk dışı sonuçtur. Ama Türk Ceza Kanununda 287. madde yalan yere yemini suç olarak kabul etmiştir. Bu maddeye göre; ister taraf yemini olsun, isterse re’sen yemin olsun fark etmez. Milletvekili yemini de re’sen yemin kavramı içinde değerlendirilir.
Yalan yere yemin edenler hakkındaki davayı Cumhuriyet Savcısı açar. Dava, Asliye Ceza Mahkemesinde görülür ve ertelenemez. Yalan yere yemin cürmü, yalan yere yemin edildiği anda tamam olur. Yani, yalanın gerçekleşip gerçekleşmeyeceği, zararın meydana gelip gelmediği şartı bile aranmaz. Bir milletvekili “Milletvekili Yemini” etmişse artık cürüm varsa tamamlanmış olur hukuka göre. Hele bunun yalan yere edildiği açıkça anlaşılmışsa suç artık vardır ve ortadadır.
Üstelik yeminde kast aranmaz. Milletvekili yemininde özel kasıt aranmaz. Çünkü yalan yere yemin suçu taksir ile işlenmez. Yalan yere yeminin TCK m. 287’ye göre cezası, altı aydan üç seneye kadar hapistir ve ayrıca ağır para cezasına hükmedilir.
Gelelim dinimiz açısından “yalan yere yemin” etmenin karşılığına.
Yalan yere yemin, oluşumuna aykırı bir şeyin doğruluğuna yemin etmektir. Hz. Peygamber, büyük günahlardan en büyüklerinden birinin yalan yere yemin olduğunu söylemiştir.
Kur’an’ı Kerim’in Nahl Suresinin 94. ayeti de yalan yeminin cezasının İlâhi azap olduğunu bildirmektedir.
“Birbirinizi aldatmak için (yalan) yemin etmeyin, bu yüzden yere sağlam basan ayak sürçebilir ve Allah yolundan alıkoymanıza karşılık kötü bir azap tadarsınız. Bunun için size (ahrette de) büyük bir azap vardır.” (Nahl, 16/94)
Bir kimse geleceğe yönelik yaptığı bir yemini bozduğunda, kefaretini ödemek suretiyle yeminin günahından kurtulur, fakat yalan yemin öyle büyük bir günahtır ki, onun cezasını kefaret dahi düşüremeyeceği için, yalan yeminde kefaret olmaz. Böyle bir günah işleyen kişi, Allah’a tövbe etmeli, af dilemeli ve bir daha bu günahı işlememelidir. Onun günahını ancak Allah affedebilir.
Yalan yeminle başkalarının hakkı alınmışsa, velev ki bu kanun yoluyla olsun, ikinci bir günah daha işlenmiş olur. Haksız yere elde edilen bu hak, sahibine ödenmedikçe tövbe ile kurtuluş olmaz.
Yeminde niyet, yemin ettirenin amacına göredir. Bu nedenle, yemin eden kişi kalbinden başka şeyleri geçirerek yemin ederse yine bu da yalan yemin olur. Mesela; TBMM’de kürsüde yemin ederken aklından şöyle geçirirse; “Ben bu Anayasadaki hiçbir şeye inanmıyorum. Atatürk ilke ve inkılaplarına inanmıyorum.
Türkiye Cumhuriyetine karşıyım, Türklüğe karşıyım ama mecburum. Bu nedenle mecburen bu metni okuyacağım.” derse bile dinimize göre yine yalan yere yemin etmiş olur, Kur’an’ı Kerim’in Nahl Suresinin 94. ayetindeki İlâhi azaba uğrar.
Milletvekilleri, Bakanlar, Başbakanlar ve Cumhurbaşkanları bunu böyle bilsinler. Hiç kurtuluşları yok. Yeminlerine sadık olmazlarsa; hem hukuki olarak suç işlemiş olurlar, hem de dini yönden suçun içinde olurlar.
Ben ne hukukçuyum, ne de ilahiyatçıyım. Ama bunları hukukçulara ve de ilahiyatçılara sorarak öğrendim ve bu yazıyı yazdım.
Yeminlerine uymayan politikacılar; benim gibi hukuka inanıyorlarsa hukukçulara, Allah’a inanıyorlarsa ilahiyatçılara sorsunlar; göreceklerdir ki, aynı karşılığı alacaklardır.
Allah onlara acısın, ne deyim?