MEB’de Kıyafetler Değişirken
Toplum olarak en basit bir gelişmeyi anında tersine çevirebilen, büyük gayretlerle uygulamaya konmuş projeleri bile küçük bir burun kıvırmayla etkisiz ve amaçsız kılabilen bir milletiz. Bu başka bir açıdan bakıldığında eğitim öğretimde kullanılabilecek gayet olumlu bir özellik. Eğitimciler olarak bu özelliği tüm proje ve çalışmalarımıza destekçi kılmamız hiçten bile değildir.
Sizlerle camiada sıklıkla yaşadığımız bazı problemleri ve bunların kaynaklandığı bakış açılarını tartışmak istiyorum.
Bugün için öğretmenin ve doğal olarak da okulun kendisinden beklentileri yeteri kadar karşılamadığı(!) dikkatimizi çekmektedir. O kadar ki, okul toplumun nazarında sadece bir diploma alınması gereken yer, öğrenci nazarında ailenin git dediği için gidilmesi gereken zoraki kurum, öğretmenin nazarında zaten beklendiği gibi iş tatmini sağlamayan bir iş yeri gibi.
Tüm bunlar böyle algılanınca, biz eğitimciler de kendimizin ne işe yaradığı konusunu mecburen tartışmak zorunda kalıyoruz. Bu bir zorunluluk değil, bir mecburiyet bir ihtiyaç olmalı aslında. Kurum ve kuruluşlar varlık sebeplerini, misyon ve vizyonlarını değişen zaman ve teknoloji ışığında gözden geçirmeli.
Bildiğiniz üzere bu yıl dershanelerin kaldırılması meselesini tartışırken bir de giyim ve kuşam serbestisi gündeme geldi. Henüz daha 4+4+4 meselesine yeni ısınmış ve ortalığı durultmuşken, şimdi de bu iki konuyu sık sık tartışmaya başladık.
Her birisinin kişisel ve bir o kadar da toplumsal boyutunun olduğu muhakkak. Hal böyle olunca, meseleye sadece “tek tip giyinip giyinmeme” olarak bakıp geçemeyiz. Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik gelişmişlik seviyesi, farklı bölgelerimizin kültürel farklılığı, halkın eğitilmişlik seviyesi ve buna bağlı olarak “yeni”, “yırtık”, “kirli”, “hoş”, “nahoş”, “yakıştı”, “yakışmadı” kavramlarının da farklı algılanabildiği.
“Ne var bunda, çeşitlilik neden kötü olsun ki?” deyip konuyu sulandırmanızı istemem. Eskiden siyah önlüklerin yerini maviler almak isteyince de buna benzer ama sadece ticari bakımdan tepkiler doğmuş, “stoktakileri ne yapalım?” diye sormuşlardı. Efendim bu gibi fazlaları yıl içine yaymak koşuluyla eritirsiniz. İşin bu yönü o kadar da problem değil. Belki esnasın “forma üretmek” diye bir gelir kalemi olmayacak o kadar. Bu da hafife alınacak bir eksiklik değil hani. Fakat bizi daha fazla ilgilendirecek kılık ve kıyafet konusunda giyim kuşam tercihi meselesi.
Eğer kıyafet serbestisi varsa ki, ben bugün ve gelecek yıldan itibaren de olmayacağı düşüncesindeyim. Çünkü serbestlik değil, genişletilmişlik var. Zira yine “şu kıyafet şekilleri olmamak koşuluyla” şeklinde bir kısıtlama var. Bu nedenle ben serbestlik demiyorum buna. Taşradaki halkın yaşam biçimi ile şehirdekilerin birbirinden farklılaştığı herkese malum. Formanın bir okul kıyafeti olarak bilinmesi onun başkaca yerlerde ve amaçlarla giyilemeyeceği anlamına geliyordu. Bu nedenle de her dem temiz ve sağlamdı. O kadar olmasa da sıradışılık çok azdı. Okul ayakkabıları buna benzemiyor. Aileler ayakkabıyı alırken, normal hayatta da giyer düşüncesiyle alıyorlar. Bu da haliyle ayakkabının daha fazla yıpranmasını beraberinde getiriyor. Bu nedenle okullarda burnu açık ayakkabı giyen çocuk fazla görülür.
Şimdi aynı durumu elbise için düşündüğünüzde, gereğinden fazla yıpranmış, kirlenmiş elbiseleri okul sıralarında görmek çok mümkün olacak. Hele bir de kültürel farklılıklardan dolayı “temizlik” ölçütü değişince, tarladan gelip doğruca okula giden çok öğrencimiz olacak. Forma en azından kıyafetçe bir temizlik sağlayabiliyordu. Buna benzer durum şehirlerde de karşımıza çıkıyor. Hafta sonları piknik ya da bir müze gezisi düzenlendiğinde fakir çocukları giyim ve kuşamından anında fark ediliyor. Ailesi o günün özel bir gün olduğunu bildiği halde ve sıradışı hem de daha güzel giyindirmesi gerektiğini bildiği halde elindeki ne varsa onu giydiriyor. Buna rağmen çocuklarımız diğer varlıklı ailelerin yanında moda bir tabirle “rüküş” duruma düşüyor. Birbiriyle fısıldaşan ve parmaklarıyla işaretleşen kız öğrencilerin köşelerde kikirdeştiklerini görebilmek zor değil.
Bir diğer açı “okul” kavramının “düzen”, “biçim”, “şekil”, “uygun” gibi bazı kelimeleri de çağrıştırıyor olması. “Okullu olmak” bir kavram olarak toplumsal zihinde vardı. Formalı öğrencinin davranışları ona göre şekillenir, “okullu olmak” bilinci zihinde kendine bir yer edinirdi. Bu algı hem öğretmenin hem de okul yöneticisinin işini oldukça kolaylaştırıyordu. Zira dışardan bakıldığında öğrenci gibi görünen birisinden zaten öğrenci davranışları beklenmekteydi. Öğrenci de farkında olmadan ona göre davranıyordu. Kıyafetlerin serbestliğinin insana doğal bir rahatlama getireceği aşikar ama olaya bir de bu rahatlığın yönetilemeyeceği gibi bir sıkıntı getireceği de öngörülmeli.
Meseleye bir de orta okul ve lise öğrencisi açısından bakacak olursanız, ergenlik dönemine giren çocuklarımızın birbirlerini kıyafetleriyle tanımlayacakları kaçınılmaz. Özellikle kız çocuklarının daha bir serbestlik peşinde olacakları, giyim-kuşamın biçiminden, renginden ve albenisinden erkek çocukların daha fazla etkilenebilecekleri, bu da derse odaklanamama gibi ciddi sıkıntıları beraberinde getirecektir.
Bu nedenle kıyafetle ilgili değişimin, eğitilebilir, yönlendirilebilir bir öğrenci anlamına gelip gelmeyeceği de bir madde işlenmeli. Siz değerli eğitimcilerimizin konuyu bu açıdan değerlendirmesine ihtiyaç var.