Marka Şehirler… (I)
Eskiden etkin kimliği olan yada kadim şehirler denirdi… Şimdi ise günümüz modasına uygun olarak “Marka Şehirler” deniliyor.
Yani tanınan,bilinen ve gidilmeye değerden önce tercih edilen şehir demektir marka şehirler…
Marka şehirler gidilmeye tercih edilen şehirler oluyorsa;insanların o şehirde öncelikle tercih edecekleri bir şeyler bulmaları gerekir.Bu da o şehir üzerinde planlı,programlı,organizasyonlu ve uzun vadeli çalışmak demektir.Hani öyle birkaç senede veya bir yönetim iktidarının halledeceği bir şey demek değildir kısaca.
Başa dönelim ve şu soruyu soralım,
Bir şehir eski değimle tanınmış,kimliği olan yani kadim şehir, moda tabirle marka şehir nasıl yapılabilir? Yalnız bu soruya cevap aramadan önce de şu hususu belirtelim,
Aslında kimlikli ya da kadim şehir başka bir şey ifade eder, marka şehir başka bir şey. “Birincisi daha çok her ne kadar içinde ekonomi yani ticaret olsa bile daha çok kültürle alakalıdır. Halbuki marka şehir denilince ise akla özellikle ekonomi gelir.”
Dedikten sonra; bir şehrin kimliği nasıl oluşur? Daha doğrusu çekim alanı yaratacak kimliği nasıl oluşur? Sorusunu soralım.
Öncelikle bir şehrin kimliğinin oluşması için içinde yaşayanların uzun yıllar ve hatta yüzyıllar boyu birlikte yaşama iradeleri göstermeleri ve büyük afet,istila ya da göçler gibi sosyolojik hareketlere maruz kalmamaları gerekir.Kaldıklarında ise birlikte mücadele etme ve sorunları çözme iradeleri göstermeleri gerekir. Ve aynı zamanda dışarıdan gelenler ile yerleşiklerin zaman içerisinde kaynaşma yani kültürel uyumluluklar için çaba sarf etmeleri gerekir.
Buna göre eskiden kadim şehirlerin ve hatta köylerin bile kimlikleri olur,az-çok tariflendirilirdi. Ve elbette bunların arasında özellikle ticaret yolları üzerinde,stratejik noktalarda,su ve tarım alanları kıyılarında kurulan şehirler daha gelişmişlerdi. Veya birçok etnik unsurun beraber yaşama iradesinin gösterebildiği şehirler daha da tanınmışlardı.
O şehirde yaşayanların şehirlerini daha geliştirmek,tanıtmak gibi-payitahtları haricinde- pek kaygıları yoktu.Her şey olağan seyrinde devam ediyordu. Bölgesel ve etnik avantajlarını olağan bir şekilde kullanıyorlardı.
Sanayileşme çağının başladığı ve ekonomik ağırlığın tarımdan sanayiye kaydığı Yirminci Yüzyılda şehirler büyük göçler alıp şehrin yönetimi yerleşik şehir kültürü yerini merkezi otoritenin kanunlarına bıraktıkça; şehirlerin kimlikleri de yavaş yavaş silinmeye başladı.Çünkü merkezi otorite gerek şehrin imarı,gerekse sosyal yaşamı üzerinde müdahalelerde bulunarak ortak devlet kültürü oluşturmayı amaçladı. Zaten Yirminci Yüzyılın(moda) ideolojileri ve gelişen iletişim araçları da bunu kolaylaştırdı.
Fakat Yirminci Yüzyılın sonlarına doğru-ki bu Sovyetler Birliğinin yıkılması anlarıdır- merkezi yönetimler iyice hantallaştığı ve liberal görüşler ile buna bağlı olarak halkın yaşadığı şehirler üzerindeki söz hakları arttıkça; içinde yaşayanlar daha güzel ve ekonomik yönden daha gelişmiş şehirler talep etmeye başladılar. Ve elbette merkezi yönetimin de “ben artık bütün ihtiyaçlarınıza yetişemiyorum.Başınızın çaresine bakın” tavrı da etkin olmadı değil. Devamı haftaya…