Manevi Hastalıklardan Kibir (I)
Sözlükte “ Büyümek ve Büyüklenmek” anlamına gelen kibir bir ahlaki kavram olarak, kendini büyük görme, büyüklenme başkalarını küçük görme demektir.
Kur'ân’da "tekâbür" ve "istikbâr"
kelimeleri de kibir anlamında kullanılmıştır. Kibirli kimselere mütekebbir ve müstekbir denilir. Kibir, Kur'ân’da yasaklanmış, kibirli kimseleri Allah’ın sevmediği belirtilmiştir.
Kibri ve kibirli kimseleri yeren ayetlerden bazısı şunlardır: “Doğrusu Allah böbürlenerek küstahça davrananları sevmez” “… Ona kulluk yapmaktan vazgeçecek kadar gurura kapılanlar ve küstahça böbürlenenler-bilsinler ki hesap günü- Allah hepsini kendi katında toplayacaktır” “İçinde ebedi kalmak üzere cehennemin kapılarından girin, kibirlenenlerin yeri ne kötüdür.” “Allah her kibirli zorbanın kalbini böyle mühürler. 4/36 -172, 16/29, 40/35)”
Peygamberimiz (s.a.s.) de; “Cehennemlikleri haber vereyim mi? Onlar; kaba, katı kalpli, insanlara iyiliği dokunmayan ve kibirli kimselerdir.” şeklindeki sözleriyle gerçek bir müminin kibirli olmayacağını ifade etmiştir.
Kibir çok kötü bir sıfattır (Ahlaktır). Her ne kadar kalp ameli (işi) ise de tesiri dışta da olur. Kibrin hakikati, kendini başkalarından üstün anlamak ve iyi bilmektir. Bu hususta kişide bir sevinç veya neşe havası meydana gelir ki, buna kibir denir. Yukarıda da belirttiğimiz üzere Allah, Kur'ân'da kibirden ve bu kelimenin türevleri olan istikbâr, müstekbir ve kibriya’dan sık sık bahsetmektedir. Hz. Nuh (a.s) oğluna vasiyet ederken "iki şeyden seni menederim, biri şirk diğeri kibirdir" buyurmuştur. Rasulüllah (s.a.s) kibir hakkında “ kibir havasından Allah’a sığınırım” buyurur.
Bir kimsede kibir havası meydana geldiğinde başkalarını aşağı ve hizmetçi gözüyle görmeye başlar. Bazen o kadar ileri gider ki bazı kişileri hizmetlerine dahi layık görmezler ve sen kim oluyorsun ki benim hizmetimi göresin, dahi der.
Nitekim sultanlar (ve hükmünde olanlar) herkesi hizmet defterlerine kayıt etmezler ve herkesi kendilerine muhatap kılmazlar. Hak teâlanın kibriyasını dahi geçen bu kibir halini günümüzde birçok âlim, bilgin ve makam sahiplerinde de görmek mümkündür. Ancak bu, kibrin en son derecesidir. Çünkü Allah, herkesi ama herkesi kulluğuna ve kendisine secde etmeye layık gördüğü gibi muhatap da kılmıştır.
Bu konudaki kudsi bir hadis-i şerifte Allah, şöyle buyurmaktadır: "Kibriyâ ridam, azâmet izârımdır. Kim bu ikisinden herhangi birinde benimle çekişirse onu cehenneme atarım."
Ebû Saîd el–Hudrî r.a’den rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.s) şöyle buyurdu: “Cennet ile cehennem münakaşa ettiler.
Cehennem: Bende zorbalar ve kibirliler var, dedi.
Cennet: Bende yalnız zayıflar ve yoksullar var, dedi.
Bunun üzerine Allah, onların çekişmesini şöyle halletti:
– Ey cennet! Sen benim rahmetimsin, dilediğime seninle merhamet ederim. Ey cehennem! Sen de benim azâbımsın. Dilediğime seninle azâb ederim. Ben her ikinizi de dolduracağım”.
Bir kul, Allah için tevazu gösterirse Allah o kimseyi yüceltir.
Ömer b. Abdülaziz'e bir aksam misafir gelmişti. Yatsı namazından sonra bir şey yazmaya başladı. Misafir de yanında oturuyordu. Kandilin yağı azalmış, sönme vaziyeti göstermişti.
Misafir: Kalkıp kandile yağ koyayım, dedi.
O: Bir kimsenin, misafirine hizmet ettirmesi mürüvvete uymaz, dedi.
Misafir: O halde hizmetçiye haber vereyim, dedi.
O: Hayır! O, şimdi ilk uykusundadır, uyandırmak doğru olmaz, cevabını verdi. Kalkıp bardağı kendi getirdi ve kandile yağ koydu.
Misafir: Ey Müminlerin emiri, neden kendiniz kalktınız? Deyince.
Ömer b. Abdülaziz: Ömer olarak gittim, Ömer olarak döndüm. (Değişen bir şey olmadı). Allah yanında insanların hayırlısı alçak gönüllü olanıdır, dedi.
Rasulüllah’a (s.a.s), Mütekebbir kimdir? Diye sordular: “Hakka boyun eğmeyen ve insanlara hakaret gözüyle bakan kimsedir” dediler.
Bu iki haslet kul ile Allah arasında büyük bir perdedir. Bunlardan çok kötü ahlaklar doğar.
Bazen Tevazuda dahi kibir vardır ki en tehlikeli olanı da budur.
Hz. Peygamber (s.a.s.) kibri zemmettiği gibi, kibrin müspet karşıtı olan tevâzuyu da övmüştür. Bir hutbelerinde Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Allah bana şöyle vahyetti: Mütevâzî olun, öyle mütevâzî olun ki, biriniz diğerine karşı övünmede bile bulunmasın".
Hz. Peygamber (s.a.s.) kibri zemmettiği gibi, kibrin müspet karşıtı olan tevâzuyu da övmüştür. Bir hutbelerinde Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Allah bana şöyle vahyetti: Mütevâzî olun, öyle mütevâzî olun ki, biriniz diğerine karşı övünmede bile bulunmasın".İslâm, bir ahlâkî kusur olan kibri yasaklamıştır. Sadece dış görünüşte tevazu göstermekle, mütevazı olunmaz.
Tevazu göstermekle, tevazu sahibi olmak çok farklıdır.
Tevazu sahibi övülmüş, tevazu göstermeye çalışan ise yerilmiştir. Cüneyd-i Bağdadi hazretleri, “Tevazu göstermeye çalışmak da kibirdir. Çünkü kendinde bir varlık hisseden tevazu göstermeye çalışır.
Gerçek tevazu ehli, kendinde bir varlık hissetmez ki tevazu göstermeye çalışsın. Onun tevazuu tabiidir, yapmacık değildir” buyuruyor. Bazısı da, “Bu günahkâr, bu fakir” diyerek kendinin tevazu ehli olduğunu göstermeye çalışır. Biri günahını söyleyince hemen kızar. O zaman sözünde yapmacık olduğu anlaşılır. Din büyükleri de "bu fakir" diye kullanırlar. Fakat bunlar böyle sözlerinde samimidir.
Bâyezid-i Bistâmi Hazretlerine «Bir kimse ne zaman mütevazı olabilir?» diye sorulmuş, verdiği cevapta “Kendine mahsus (manevî) bir makam ve hâl görmediği, halk içinde kendinden daha şerli/kötü bir kimse bulmadığı zaman” buyurdu». Tevazunun en üstün derecesi, Müslümanlarla karşılaştığında; önce selâm vermek, bir yere varınca aşağıya oturmak ve kendisinin iyilik ve takva ile anılmasından hoşlanmamaktır.
Tevazu sahiplerine karşı alçak gönüllü davranmak, İslâmî bir edep ve insanca bir harekettir.
Ashâbtan Zeyd b. Sabit hayvanına binmiş bir haldeyken Abdullah b. Abbas onun üzengisini tutmak için yanına yaklaştı.
Zeyd (r.a.) : Ey Rasûlüllah'ın amcasının oğlu, ne yapıyorsunuz? Dedi.
İbni Abbas: Bilginlerimize böyle davranmamızı bize Rasûlüllah emretti, cevabını verdi. Zeyd b. Sabit, İbn Abbas'ın elini tuttu, öptü ve: Ehl-i Beyte karşı böyle davranmamızı da bize Rasûlüllah emretti, cevabını verdi.
Ne üstün kemâl, ne yüce tevazu! Büyüklerin halleri, hallerin büyüğüdür.
İşte! Muhteşem ve örnek alınacak bir tablo. Ne bu, ben şu sülaledenim deyip bilgine karşı görevini terk ediyor, ne diğeri, ben bilginim diye ehl-i beyt’ten olana büyüklük taslıyor.
Ama asrımızda ben şunlardanım deyip hürmet bekleyen ve ben âlimim veya bilginim deyip hürmet ve tazim bekleyen niceleri vardır ki ikisi de edep ve hürmetten mahrumdurlar.
Kibirlenmek ile kibirli görünmekte tevazu farklıdır. Kibirliye karşı, kibirli görünmek sadaka vermek gibi sevaptır. Hadis-i şerifte buyruldu ki: “Kibirliye kibirli görün ki, onu hakir ve küçük düşürmüş olursun (İ. Gazali)”.
Büyüklerden biriside der ki: “Cennet kokusunu duymak istersen, kendini bütün insanlardan aşağı tut”. Netice olarak deriz ki; eğer bir kimse iki Mütekebbir bir araya geldiğinde içlerini görme basiretine sahip olsaydı, hiçbir mezbelede bulunmayan pis koku ve rezilliği onların içinde görürdü. Onların içi köpekler suretinde olduğu halde dışlarını kadınlar gibi süslerler.
Sonraki yazımızda kibrin çeşitlerini (Allah'a, Peygamberlere ve İnsanlara karşı kibir olarak) ve neticelerini işleyeceğiz inşâallah.