“Mahremiyeti Yitirmek, Mahrumiyettir”
Sapla samanın birbirine karıştığı, temel değerlerin alt/üst olduğu, haram/helalin girift halde yaşandığı bir zaman dilimi içindeyiz.
Asrın kaosunda, zamanın hüsranında MAHREMİYET hakkında Cuma hutbesi dinlemek bir inkilap olmuştur sanırım.
Diyanet İşleri Başkanlığı Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan, Yurt içi ve Dışında bulunan camilerde okutulan CUMA HUTBELERİ’nin tabuları yıktığı, perdeleri araladığını söylemek isterim. Müslüman ümmet ve millete yıllarca Cuma minberlerinden nasıl hutbelerin okutulduğunu, kürsülerde yapılan vaazlarda kimlerin konuştuklarını, neler söylediklerini biliriz, Tarih yazar.
Elhamdülillah kabuk çatlamış, değerlere sahip çıkılmaya, Kur’an ve Sünnet emirleri söylenilmeye, yazılmaya başlanılmış, kulakların ve beyinlerin pasları silinmeye yüz tutmuştur.
Medeniyet, Çağdaşlık, Atatürkçülük, Laiklik, Demokrasi, bilmem ne adına ahkâm kesenler, fetva verenler Tarih kabristanında kaldı, yarın elbette Mȋzân’da hesap vereceklerdir.
Mahremiyet özet halinde: “Evlenilmesi mümkün olmadığı için kendisinden kaçılmayan kimsenin hâli.Mahrem olma hâli, gizlilik.Sır olarak saklanan, herkese açılmayan şeyler, iç alan.Teklifsizlik.” gibi mânalara gelir.
Mahrem: Haram olan yani bir kadının evlenmesi dinen caiz olmayan akrabalar demektir.
Nâmahrem: Haram olmayan yani bir kadının evlenmesinde; dinen bir mahzur olmayan erkek demektir.
Bu husus esasen prensiplerini şu iki Ayet-i Kerimeden almaktadır.
"Mü'min kadınlara da söyle gözlerini haramdan sakınsınlar namuslarını da korusunlar. Ziynetlerini ise görünmesi zarurî olan kısımlar müstesna açığa vurmasınlar. Başörtülerini de yakalarının üzerini kapatacak şekilde iyice örtsünler. Kocalarından babalarından kocalarının babalarından oğullarından kocalarının oğullarından kardeşlerinden kardeşlerinin oğullarından kız kardeşlerinin oğullarından mü'min kadınlardan cariyelerinden cinsî iktidarı olmayan hizmetçilerinden ve şehvet çağına gelmemiş çocuklardan başkasına zivnet verlerini göstermesinler. Gizledikleri ziynetleri belli olsun diye ayaklarını yere vurmasınlar. Hepiniz Allah'a tevbe edin ey mü'minler tâ ki kurtuluşa eresiniz." (Nur Sûresi 31.)
"Size şu kadınları nikahlamak haram kılındı: Anneleriniz kızlarınız kız kardeşleriniz halalarınız teyzeleriniz erkek kardeşlerinizin kızları kız kardeşlerinizin kızları sizi emzirmiş olan süt anneleriniz » süt kardeşleriniz hanımlarınızın anneleri aranızdan zifaf geçmiş olan kadınlarınızdan doğan üvey kızlarınız. Eğer zifaf geçmemişse onların kızlarını nikâhlamakta size günah yoktur. Öz oğullarınızın hanımlarını nikahlamanız ve iki kız kardeşi birden nikâhınız altına almanız da size haram kılındı. Ancak geçmiş olan müstesnâdır. Muhakkak ki Allah çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir." (Nisa Sûresi 23)
Bu erkeklerin kimler olduğu her iki âyette de bildirilmiştir. Bu âyetleri incelediğimizde; Kadın için mahrem olan erkeklerin başlıcaları şunlardır:
Babası kayınpederi oğlu kocasının eski hanımından olan oğlu kardeşi erkek ve kız kardeşlerinin oğulları amcası dayısı süt kardeşi...
Erkek için mahrem olan kadınların başlıcaları şunlardır:
Annesi kızı kız kardeşi halası teyzesi erkek ve kız kardeşlerinin kızları süt annesi süt kardeşi kayın validesi hanımının önceki kocasından olan kızı oğlunun hanımı baldızı...Kayın biraderin yanında tesettürsüz oturulabilir mi?"Bir kadın kayın biraderinin yanında tesettür süz yemek yiyebilir mi?"Kayın birader kocanızın erkek kardeşidir size nâmahremdir ve dinen yabancıdır. Bunun için onun yanında el ve yüzünüzün dışında bedeninizi açmamanız gerekir. Açamadığınız gibi aynı odada ve mekânda ikiniz baş başa da kalamazsınız. Çünkü Peygamber Efendimizin kocanın erkek akrabalarının kadın için "ölüm" olduğunu ifade ederek sakınıl masını tavsiye etmişlerdir. Hadisi şerif şöyledir:
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bir defasında "Kadınların bulunduğu yere girmekten sakının" buyurdu. Ensardan bir zat "Yâ Resulallah kayınlar (erkeğin akrabaları) hakkında ne buyurursunuz?" şeklinde sorması üzerine "Kayın ölümdür" buyurdular.
Bu hadisin şerhinde İmam Nebevi der ki: "Bir kimse âdet ve geleneğe göre kardeşinin hanımıyla baş başa kalır işte ölüm budur. Söyleşinin yasaklanması yabancı erkeklerden daha lâyıktır. Hadisin doğru mânâsı da budur."
Yani herhangi yanlış bakış veya hatalı bir davranış aile içinde birtakım kötü gelişmelere sebep olabilir. Bunun için tedbirli ve ihtiyatlı olmalı. İslâmın bu hususta bize tavsiye ettiği ölçüyü aşmamaya dikkat etmelidir. Bu durum aynı zamanda aile sağlığının da gereğidir.
Netice olarak kayın biraderinizin yanında tesettürsüz olarak oturmanız caiz olmaz.
“İffet ve hayâ, İslâm ahlâkının vazgeçilmez iki temel değeridir. İffet ve hayâ, bütün erdemlerin ve ahlaki güzelliklerin özüdür. Zira insan için hayâ, hayattır. İnsan olmanın ve mümince yaşamanın bir gereğidir. İffet ve hayâ, insanın Allah, tabiat, eşya karşısında haddini ve sorumluluklarını bilmesi ve idrak etmesidir. Bünyesinde hayatı ve var olmayı, rahmet ve berekete ulaşmayı barındırır. İffet ve hayâ, her türlü çirkinlik ve kötülükten uzak kalmayı, hakkı teslimde kusur etmemeyi ifade eder. Hayâsızlık ise alçalmanın, insanlığı yitirmenin, varlığın amaç ve hikmetini unutmanın ifadesidir. Yine hayâsızlık, insan için manevi anlamda ölümün adıdır. İsyanın, inkârın, sınır tanımamanın, tahribat ve haksızlığın göstergesidir.
İffet ve hayâ ile birbirini tamamlayan önemli bir değer daha vardır. Bizler, ona “mahremiyet” diyoruz. Mahremiyet, hürmettir; izzet, onur ve saygınlıktır. Mahremiyet, kişinin ve ailenin kendine özgü ve özel alanları, sınırlarıdır. Mahremiyet, her şeyden önce her hal ve şartta bu alan ve sınırların muhafaza edilmesidir.
Mahremiyet, haramdan gelir. Haram, Yüce Rabbimizin bizler için koyduğu yasaklardır. Bazı şeylerin haramlığı bizzat kötü ve çirkin olmasından kaynaklanır. İçki içmek, kumar oynamak, zina etmek, kötü ve zararlı olduğu için haramdır. Bazı şeylerin haramlığı ise hürmetten, saygıdan kaynaklanır. Anababa, saygın oldukları için onlara “öf” demek bile haramdır. Dünyadaki Cennetimiz ailenin mahremiyeti de Allah’ın aileye yüklemiş olduğu saygınlıktan kaynaklanır. Aile mahremiyeti ihlal ve ifşa edildiğinde toplumda büyük kötülükler, bozulmalar ortaya çıkar. Bunun içindir ki Rabbimiz, insanlığa ilk olarak Hz. Âdem ve Havva aracılığıyla insanın ve ailenin mahremiyetini öğretmiş ve bu mahremiyetin korunmasını emretmiştir.
Irz, namus, hayâ, iffet ve mahremiyet gibi insana özgü değerler, zamanla sadece belli bir cinsiyette bulunması gereken değerler gibi telakki edilmişlerdir. Zira ırz, namus, hayâ ve iffet gibi kavramlar, herhangi bir cinsle sınırlı olmaksızın kadın erkek herkesi kuşatmaktadır. Irz ve namus, hayâ ve mahremiyet, kadını ne kadar yüce, saygın ve müzeyyen kılıyorsa erkeği de o derece yüce ve saygın kılmaktadır. İffetsizlik ve hayâsızlık, kadını ne kadar aşağıların aşağısına çekiyorsa erkeği de o derece alçaltmaktadır. Kardeşlerim! İnsanı insan, mümini kâmil kılan bu erdemlerin hemen hepsi, hayatı ve var olmayı ifade etmektedir. Eğer bir insan, bu erdemleri kaybetmiş ve mahremiyet anlayışını yitirmişse o insanın varlığıyla yokluğu arasındaki fark ortadan kalkmıştır. Gerçek şu ki; dünyada bazı şeylerden mahrum olmak, insan için zor ve kötü bir durumdur. Unutulmamalıdır ki en kötü mahrumiyet, mahremiyetten mahrum ve yoksun olmaktır.
Bugün iletişim ve teknoloji çağında yaşıyoruz. İletişim araç ve gereçleri hayatımızı bir yönüyle kolaylaştırırken diğer yönüyle zorlaştırmaktadır. Kitle iletişim araçları ve sosyal medyanın sınır tanımaksızın ve ölçüsüzce mahremiyeti hiçe sayarak kullanımı, kişisel, ailevi ve toplumsal birçok sorunu da beraberinde getirmektedir. Bu nedenle ailemizi, yavrularımızı, gençlerimizi bütün bu kötülüklerden koruyacak bir merhamet ve mahremiyet eğitimine ihtiyacımız var. Bugün, çocuklarımızı her geçen gün hakikat dünyasından koparıp sanal dünyaya mahkûm eden bu gidişata karşı bilinçlendirmeye çok ihtiyacımız var. Ailenin temelini oluşturan muhabbet, merhamet, sevgi, sadakat ve mahremiyet gibi değerleri korumak ve gelecek nesillere aktarmak hususunda hepimize düşen büyük görevler ve sorumluluklar var. Yüce Rabbimiz, bizleri sorumluluklarının bilincinde olan kullarından eylesin.” (20 Mayıs 2016/Cuma Diyanet İşleri Başkanlığı Hutbesinden)
Yazımı EDEP üzerine rubai ve hicivlerle bitireyim:
Edep, âr, hâya kaçınca kocaya,
Masonlar giriyor hemen locaya,
Yosma benziyor çıplak bir tangoya,
Şehvet düşüyor pazarda tongaya.
…………………
Yirmi yıl ilim, yirmi yıl edeple,
Kırk yıl ömür edep tahsil etseydim.
Araya girmeyecek bir sebeple,
Keşke edep pazara gitse idim.
…………………..
Edepsizden öğrenirsen edebi,
Aksini yapmakla olursun kâmil.
Ầhenklerde bulur isen edebi,
Kemâlatta olursun mütekâmil.
……………………………
Adam ol, yiğit ol, edebin takın,
Dursun, bitsin bu hayasızca akın,
Kendin düzelt, başkaya verme talkın,
Gözü, kulağı, dili ol bu halkın.
…………………………..
Edepli. Edepsiz ikili kutup,
Tencere de dipsiz, lehim unutup,
Mazlumun, garibin elinden tutup,
Nefsini şehvet, şöhretle uyutup.
KENDİN KANDIRMA, NEFSİN UNUTMA,
GÖNÜLLER YANDIRMA, GÜLLER KURUTMA.