content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

10 Kas

Lozan’dan Diyarbakır’a

Diyarbakır’da 18 Ekim 2010’dan beri KCK Davası Duruşması neredeyse kesintisiz devam etmektedir. Nisan 2009’dan itibaren başlayan KCK operasyonları sonunda halen 103’ü tutuklu olmak üzere toplam 153 kişi hakkında dava açıldı. Davanın iddianamesi ortalama 7.500 sayfadan ibarettir. Böyle bir iddianameyi tarafların okuyarak, akılda tutarak bir değerlendirme yapmaları ve cevap vermeleri oldukça zor olan bir durumdur.

KCK; Kürdistan Topluluklar Birliği anlamına gelen bir isimdir. PKK’nın kendisinin dışında kalan bazı Kürt grupları da içine almak ve PKK adının yol açtığı kötü çağrışımları örtmek için ihdas ettiği bir isimdir. Daha sonra Osman Baydemir’in açıklaması ile “KCK, PKK’nın kendisidir.” 2010 ve diğer geride kalan yıllarda PKK’nın yaptığı terör eylemlerine “zemin hazırladığı, destek olduğu, şehirlerde onun adına çalıştığı” iddianamenin ana vurgusunu oluşturmuştur.

Başta Hatip Dicle olmak üzere KCK sanıkları olan şahıslara bakıldığında, bunları PKK’dan ayrı düşünmenin hiçbir anlamı ve dayanağı yoktur. Ancak bunların büyük çoğunluğu PKK’nın partilerinde siyaset yaptıkları için ve Türkiye’de Hükümet eliyle bir “Kürt Açılımı” yürütüldüğü için, PKK’lıların dağdan şehre inmelerinin telkin edildiği bir dönemde şehirdeki PKK’lıların “PKK’lılıkları nedeniyle” yargılanmaları pek çok kimsenin hayret etmesine yol açmıştır. Cengiz Çandar’ın görüşüne göre “iddianame çürüktür.” Çandar’ın bu hacimdeki bir iddianameyi gerçekten ekleriyle birlikte okuyarak mı bu sonuca vardığını anlamak zor.

Ancak o tutuklu sanıklardan Fırat Anlı’ya atfen: “diyalog kurulacak son kuşağın tutuklanarak yargılandıkları” iddiasını sıkça vurgulamaktadır. Kendi yerini ise, “Kürtlerle dayanışma içinde olmak” diye açıklamaktadır. (Radikal Gazetesi, 22 Ekim 2010) PKK ve partilerinin Kürtlerin bir bölümünü temsil ettikleri tartışma götürmez. Ama bütün Kürtleri temsil etmediklerini en iyi bileceklerden birisi olan Çandar’ın kendi tutumunu “Kürtlerle dayanışma” diye açıklaması da oldukça abartılıdır. Hiçbir şekilde PKK’ya yakınlık duymayan Kürtler “bu dayanışmanın” neresindedir?

KCK duruşmalarında, savcının iddianamenin bir özetini okumasından sonra sanıkların kimlik tespiti ile birlikte yeni bir sorunda ortaya çıkmış oldu. Çünkü sanıklar, kendilerine sorulan sorulara Kürtçe cevap olarak : “Kerem ke, li virim” (Buyurun buradayım) karşılık verdiler.(Oral Çalışlar, Radikal Gazetesi, 6-11-2010) Ardından tüm sanıklar adına Hatip Dicle’nin “Kürtçe savunma yapmak istiyorum” talebi de mahkeme tarafından reddedildiği için yeni bir (aslında yeni de sayılmaz) tartışma da başlamış oldu.

Mahkemede Kürtçe savunma yapma isteği ile birlikte Lozan Antlaşması da sıkça gündeme gelmiştir. Çünkü Lozan Antlaşması’nın 19. maddesinin sanıklara böyle bir hakkı tanıdığı iddia edilmektedir. Buna karşılık Lozan Antlaşması’nın değinilen maddesi, anlaşmanın 9. bölümünde ve “Ekalliyetlerin Himayesi” başlığı altında yer almıştır.

Anlaşmanın 38. ve 44. maddelerinin ekalliyetlerin himayesine dair olduğu 37. madde de belirtildikten sonra 39. madde de:

“Gayrimüslim ekalliyetlere mensup Türk teb’ası, Müslümanların istifade ettikleri aynı hukuk-i medeniye ve siyasiden istifade edeceklerdir. Türkiye’nin bütün ahalisi din tefrik edilmeksizin kanun nazarında müsavi olacaklardır.

Din, itikat veya mezhep farkı hiçbir Türk teb’asının hukuk-i medeniye ve siyasiyeden istifadesine ve bilhassa hidemat-ı ammeye kabulüne memuriyet ve meratibe nailiyetine veya muhtelif mesalik ve sanayi icra etmesine bir mania teşkil etmeyecektir.

Bilumum Türk teb’asının gerek münasebet-i hususiye veya ticariye de gerek din, matbuat veya her nevi neşriyat hususunda gerek içtimaat-ı umumiyede herhangi bir lisanı istimal hakkına malik olmalarına karşı hiçbir kayıt vazedilmeyecektir.

Lisanı resmi mevcut olmakla beraber, Türkçeden gayri lisan ile mütekellim bulunan Türk teb’asının mehakim huzurunda kendi lisanlarını şifahi surette istimal edebilmeleri zımnında teshilat-ı münasebe ibraz olunacaktır.”
Görüldüğü gibi bu madde doğrudan azınlıklarla ilgilidir. Lozan Antlaşması’nda Azınlık (Ekalliyet) olarak ise yalnızca Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler kabul edilmiştir. Kürtler azınlık sayılmadıklarından azınlıkların yararlanabilecekleri haklar sıralanırken, Kürtlere yer verilmemiştir. Kürtler azınlık değilse nedir? Lozan’da bu tür soruları İsmet Paşa, Irak Kürtleri hakkındaki tartışmalarda, “Onlar da Türklerle aynı kökten gelirler, turanidirler, yalnızca lisanları farklıdır” diye karşılamıştır. Özetle Kürtler, Lozan Antlaşması’nda zımnen “Türk” sayıldıklarından, azınlık ise doğrudan din farkı olanlar ile Müslüman olmayanlar ile sınırlandırıldığından, Kürtler “Türk kütlesinden” sayılmıştır.

Bu yüzden Lozan Antlaşmasının 39. maddesinin KCK sanıklarının yargılanmasında onların Kürtçe savunma taleplerini, hukuki bir gerekçe olarak karşıladığı iddiaları hayli kuşkuludur. Buna rağmen Lozan Antlaşması söz konusu edilmeksizin KCK sanıkları savunmalarını niçin ana dilleri ile Kürtçe olarak yapmasınlar?

Doğrusu KCK sanıklarının kabullenir göründükleri görüşleri ile Kürtçe savunma talepleri arasında bir uyum bulmak zordur. Çünkü kendileri zaten “Türkçenin resmi dil olmasına” hiçbir itirazları olmadığını açıklamaktadır. Resmi dil bütün resmi işlerde en çokta mahkemede geçerli olmaz mı? Resmi dile itiraz olmayan bir topluluğun, Kürtçe savunma yapmakta ki ısrarı çelişkilidir. Üstelik sanıklarının tümünün ve avukatlarının Hatip Dicle tarafından okunacak bir Kürtçe savunma metnini anlayacağı kuşkulu değil midir? O Kürtçe savunmayı sanıkların tümü için, avukatlar için tekrar Türkçeye çevirerek anlamalarına sunmak gerekecektir. Pratik olmayan, uygulanabilir olmayan ve sanıkların açıkladıkları siyasi tutumları ile de çelişen bir talepte ısrar edilmesi, insani bir talepten öteye siyasi bir talebi mahkemeye kabul ettirme anlamı taşımaktadır.

Sanıklar, yeterince Türkçe bilmiyor olsalar, onların ana dilleri olan Kürtçe ise savunma yapmalarının temin edilmesi her şeyden önce bir insan hakkına dönüşecektir. Belki tercümanlar aracılığı ile bu insan hakkının yerine getirilmesi kaçınılmaz olacaktır. Ama KCK davasının bundan çok öteye sanıklar tarafından taşınmaya çalışıldığı açıktır.

Devletin ve dolayısı ile mahkemenin tutumu açısından da durum çelişkilidir. Kürtler nedir, azınlık mı çoğunluk mu? Eğer azınlık iseler, azınlık haklarından yararlanmaları, azınlık dilleri olan Kürtçeyi kullanmaları gerekir. İdari bakımdan bazı kısıtlamalar getirse bile Kürtlerin de buna razı olmaları gerekecektir. Aksine Kürtler azınlık değil, çoğunluk iseler, bu durumda çoğunlukta olmalarının bir sonucu olarak mahkeme de kendi dillerini kullanabilmeleri de bir hak olacaktır. Ancak görünen odur ki, Kürtler azınlık değildir. Azınlık haklarına sahip değildir. Çoğunluktan sayılmalarına karşılık, çoğunluğun dilini kendi dillerini mahkemede kullanamamaktadırlar. Çoğunluktan sayılma mantığına bu durumun tümüyle aykırı olduğu açıktır.

PKK yanlısı Kürtlerin bir sorun olarak gördükleri bu durumun aşılması kolay değildir. Dağda binlerce silahlı elemanın dolaştığı bir ülkede bütün bu taleplerin soğukkanlılıkla ve insan hakları çerçevesinde ele alınması da kolay değildir.

Bazı çevrelerin iddia ettikleri gibi Lozan antlaşması da bu sorun için bir çare olmaktan uzaktır. PKK yanlısı Kürtlerin önemli bir yanılgısı da budur, sorun saydıkları talepleri için Lozan vb batı merkezlerini bir hacet kapısı olarak görmektedirler. Hacet kapısını batı da aramaları ise kendilerini nüfusun büyük çoğunluğundan, Türklerden daha fazla koparmaktadır. Her ne kadar Çandar vb kimseler kendileri ile dayanışma içinde olsalar bile büyük çoğunluk giderek bu taleplere karşı daha çok mesafeli durmaktadır.

S E Ç İ L M İ Ş K A Y N A K Ç A

1-Lozan Sulh Muahedenamesi, TBMM Hariciye Vekaleti Yayını, Ankara, 1239/1923.
2-Lozan Tutanakları, Çeviren: Seha L. Meray, Yapı Kredi yayınları, İstanbul, 2010.

Etiketler : , , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank