Lehistan Elçisi Yoldadır Hünkarım…
Tarih, nazire yaparcasına kendini tekrarlıyor.
Bir milletin en seçme 26 bin insanının kafasına kurşun sıkılarak öldürüldüğü yerde bugün aynı milletin başbakanı dizleri üstüne çökmüş vaziyette dua ediyor.
Katyn Katliamı; Stalin'in 5 Mart 1940'da verdiği emir üzerine tamamı “avukat, doktor, öğretim üyesi, öğretmen” gibi seçme mesleklere mensup 26 bin Polonyalının Smolensk şehrinin yakınlarındaki Katyn Ormanlarında kafalarına kurşun sıkılarak katledilmesi olayıdır.
Stalin sergilediği bu vahşet ile bir milleti neredeyse kökünden kurutmak istemiştir. Bir halkı yok etmek için onun beyni konumundaki seçme insanları yok etmek yeterlidir. Stalin de tam bunu yapmıştır.
Ne tesadüftür ki Polonya'nın Devlet Başkanı ve yanındaki heyet bu katliamın anılması sebebiyle Rusya'ya gitmişlerdir. Uçak tam da katliamın yaşandığı şehre inerken aynı ormana düştü. Uçakta Devlet Başkanı'nın yanında "Genel Kurmay Başkanı, Merkez Bankası Başkanı, Dışişleri Bakan Yardımcısı, Polonya'nın sürgündeki son Devlet Başkanı, Ulusal Güvenlik Bölümü Başkanı, Devlet Başkan Yardımcıları, Parlamento Başkan Yardımcısı, çok sayıda milletvekili ve daha pek çok devlet yetkilisi" yer almaktaydı. Kabaca "devletin tamamı" uçaktaydı. Katliam gibi kaza tarihin en önemli kazalarından birisi olarak kayda geçecek.
Gerek içindeki kişilerden dolayı gerekse Ukrayna'da çıkan ateşin Kırgızistan'ı yaktığı şu günlerde Polonya üzerinde yürütülen tartışmalardan dolayı.
Polonya, AB'deki Amerikan Truva Atı, komünizmi yıkan hareketin doğduğu Dayanışma'nın ülkesi, son zamanlarda ise Füze Kalkanı ile gündeme oturan ülke. Ölen Devlet Başkanı ise Dayanışma geleneğinden geliyor. Bir çok görevleri üstlenmiş, ikiz kardeşiyle birlikte Polonya'yı yönetmiş güçlü ve deneyimli devlet adamı. Bu kaza, bizim başbakanın ima ettiği gibi içinde bir çok soru işaretlerini barındırıyor. Daha çok tartışacağız. Hele de Ukrayna'dan sonra Kırgızistan'da da Turuncu Devrimin suya düşmesi Polonya'yı dikkate değer bir ülke yapmaktadır. Bu konuyu ilerde tekrar ele almak ümidiyle Polonyalılar ile Türklerin tarihi dostluklarına biraz göz atalım.
Lehistan, Avrupa'nın cengaver milletlerinden birinin talihsiz toprakları. Henryk Adam Aleksander Pius Sienkiewicz'in uğruna Nobel ödüllü destansı Ateş ve Kılıç'ı yazdığı topraklar. Ve onun asil milleti.
Şöyle biraz tarihin geride kalan yıllarına yolculuk edecek olursak Lehistan karşımıza bugün olduğu gibi önemli ve kritik bir ülke olarak çıkar. Modern Avrupa tarihi içinde özel bir yeri olan Polonya; Osmanlı'daki adıyla Lehistan, savaşçı ve bağımsızlığa düşkün bir millettir. Osmanlının müreffeh dönemlerinden beri Lehistan ile Türkler arasında derin askeri, siyasi ve sosyal bağlar vardır. Her ne kadar Türkleri Viyana kapısından çeviren Haçlı Ordularının başında Lehistan Kralı Jan Sobsieski olsa da bu dostluk derin ilişkilerle bugüne kadar devam etmiştir.
Türklerin bu ilişkiye bu denli önem vermesinin altında çeşitli sebeplerin yanında Lehistan'ın Avrupa haritasındaki yerinin kuşkusuz önemi çok büyüktür. Çünkü Lehistan Almanya, İngiltere ve Fransa'nın başını çektiği Merkezi Avrupa ile Rusya arasındaki bağı kuran ve koparan en güçlü köprüdür. Muhtemeldir ki Osmanlı bu köprüyü sürekli kontrol etmek istemiştir.
Lehistan 1699 Karlofça'yı yaratan devlet olmasına karşın onu karşımıza çıkaran Avusturya, Rusya ve Prusya, Lehistan'ı 1795'te üçe paylaştılar ve Lehistan devletini ortadan kaldırdılar. Osmanlı bu paylaşımı hiç bir zaman kabul etmemiştir. Her zaman için Polonyalıları bir dost ve müttefik olarak gören Osmanlı'nın bu paylaşım karşısındaki tavrı da ilginçtir.
Rivayet odur ki;
Osmanlı Sultanı ne zaman yabancı elçileri kabul edecek olsa sesli bir şekilde "Lehistan Elçisi gelmedi mi" diye sorarmış. Sadrazam da herkesin duyacağı şekilde: "Lehistan elçisi yoldadır, ancak yollardaki müşkilat yüzünden gecikmiştir" dermiş.
Kısacası Osmanlı bu paylaşımı hiç bir zaman sineye çekmemiştir. Zaten sonraki yüzyıllarda da Lehistan milliyetçilerinin mücadelesine her türlü desteği vermekten çekinmemiştir. Öyle ki İstanbul, Leh kaçaklarının ve mültecilerinin ana duraklarından birisi olmuştur. Bu 19. yüzyılda da devam etmiş, Devlet-i Ali, Osmanlı'ya sığınmak zorunda kalanlara kapısını her daim açık tutmuştur. Bugünkü Polonezköy de bu mültecilerden geriye kalan önemli tarihi miraslardan birisidir. Hatta Osmanlı, zayıfladığı zamanlarda bile güçlü Avrupa ülkelerinin mültecilerin iadesi talebini kesin bir dille geri çevirmiştir.
Yine bu isyanlardan birinin sonunda sığınmacı olarak Osmanlı'da bulunan mültecileri isteyen güçlü Avrupa devletlerine Sultan Abdulmecit'in verdiği cevap çok kesin bir tavır içermektedir: "Tahtımı veririm. Fakat devletime sığınanları asla geri veremem".
Osmanlı'nın Lehlere açtığı kucağın sıcaklığı her daim korunmuştur. Polonyalılar da bu kadim dostluğu ve sevgiyi karşılıksız bırakmamışlardır. Birinci Dünya Savaşı sonunda 1918'de tekrar kurulan Polonya Devleti, yeni Türkiye devletini daha Lozan imzalanmadan (bir gün önce) tanımıştır.
Bu dostluk İkinci Dünya Savaşı yıllarında da devam etmiş, Türkiye de atalarının geleneğine uygun olarak Polonyalılara kapısını her daim açık tutmuştur. Osmanlı dönemindeki elçi hadisesine benzer bir olay da İkinci Dünya Savaşı yıllarında Ankara'da meydana gelmiştir.
Almanların meşhur diplomatı Von Papen, Almanya, Çekoslovakya'yı işgal edince Ankara'daki Çekoslovakya Elçiliği binasının artık Alman malı olduğunu ileri sürerek binanın kendisine tahsisini ister. Durumun nezaketini gören İnönü bunu kabul eder ve binayı Almanlara tahsis eder. Papen binaya yerleşir. Almanya daha sonra Polonya'yı da işgal eder. Yine aynı şey. Papen hemen 150 metre ilerisindeki binayı da ister.
Ancak bu sefer iş başkadır. Inönü tıpkı Osmanlı Sultanının yüzyıldan fazla Lehistan işgalini kabul etmeyişi gibi bu işgali de kabul etmez ve "Biz geçmişte Polonya elçisini 150 yıl bekledik. Bu kısa müddet için dostlarımı kıramam" diyerek Von Papen'i Ankara'da bulunduğu süre boyunca Polonya Bayrağı'nı her gün görme eziyetinde bırakır. Yani yolda müşkilat olsa da "Lehistan elçisi yoldadır".
Sienkiewicz'in asil milleti, başın sağolsun.
Merak etmeyin müşkilat büyük olsa da biz elçinizi hala bekliyoruz.