Lambada İslam
İlişkilerdeki problemlerin çoğu, duygu işlemeciliğinin bilinmemesi üzerinden gelişir, büyür. Madendir, demiştik ham duygular, duygu taslakları. İşlemecilik bir sanat dalıdır;
suskunluk meslek ahlakı. ağırbaşlılık, sabır da gerektirir. Sanatlar alet edevattır. Üst sanat. Yazı, resim, şiir. Yazara, şaire, ressama has değildir fakat bu hem zanaat hem sanat. Ham-taslak duygular her şeyi yutturmak ister homini gırtlak insana. İnsana bir işleme sahası bırakmaz. Modernmiş gibi görünen, bize sürekli tüketim konseptler sunan yumuşak ve renkli yüzlü despotlar, ham olan duygu taslaklarımızı işlememize yarayacak zamandan ve alet edevatlardan mahrum bırakır bizi. Gerçek sanatı sevmezler onlar; hele de gerçekçi sanatı hiç sevmezler. Ham-taslak duygu sahibi insanlar hiçbir şeye kanamazlar; bu da despot sistemin işine gelir.
***
İki türlü Tanrı kavramı vardır. Şimdiye kadar anladığım bu: Yakıp yıkan, kudretini göstermek için yer arayan ve böylece insanları yola getiren. İkinci tanrı kavramı: Her şeyle birlikte yaşayan, kudretini türlü varlıklarla ve oluşlarla kendinde gösteren. İkincisi daha "insancıl"dır. Yani, o bizim idealize ettiğimiz "insanlık" manasında insancıllık. Birincisinde ise, tanrı yakıp yıkan yok eden olduğu için, insan psikolojisi gereği, insan ondan kaçmak veya korkusunu ehlileştirmek için türlü oyunlar oynar. Onu noter memuruna veya sallabaş bir memura da çevirebilir. Fakat korkusu içten içe devam ettiği için, tatmin ritüelleri de geliştirir; onu kızdırmamak için bulduğu-gördüğü hazır ritüelleri bünyesine katar veya ritüellere kendi girer. (...) Onun yokedici olması, sırnaşık ve kaypak insanı "o"na benzetebilir; madem ki tanrı yokedicidir, yakar yıkar, o halde ben de ona benzeyebilirim, muhtemelen onu da memnun etmiş olurum der rahatlıkla. Herhangi bir din adına insan öldürmenin kökeni buradadır. Yokeden tanrının yok eden kulları olur.
***
Yokedicilik, kendini, diğer insanın etini yok etmekte de bulabilir, düşünsel olarak yok etmek manasında da bulabilir. Sünni İslam bu yüzden her zaman tehlikelidir. Çünkü taa başta, yok edici bir tanrısı vardır Sünni İslam'ın. Alevi İslam ise, şu ortamda, ortamın insancıl olmayan koşulları yüzünden, iddia ettiği insancıllığı getirmek bir yana, Sünni İslam ile karşıtlığı ve dolayısıyla düşmanlığı körükler. Alevi oluşumları da bu yüzden tehlikelidir. EK olarak, yine ortamın müsaitsizliği yüzünden Hıristiyan oluşumlar da tehlikelidir. Durumun, "inanç" yönüyle tehlikeliliğinin yanı sıra, bir de ekonomik boyutları var ki, o da bu toplu tehlikeleri daha yakıcı hale getiriyor. Size benzeyenleri daha rahat yönetirsiniz; Afrika örneğini herkes biliyor; verdiler ellerine İncil'i; sonra siz bizdensiniz dediler ve bütün ekonomilerini sömürdüler ve sömürüyorlar. Ülke içindeki lokal sömürüler de, yine "inanç" üzerinden yürüyor; bizim market, bizim helal, bizim mezhep...diye diye sermayelerini kuvvetlendiren kuvvetlendirene. Din ile zerre kadar alakası olmayan insanların bile birden cemaat gazetelerine üye olmaları bunun en ufak örneği.
Konu komşu, yani genel toplumsal manada, bir kısım kesimlerin militanlaşması hariç, Türkiye muhafazakarlaşmadı. Sadece, bizim komşularımızdan tutun da sizin komşularınıza kadar hemen herkesin maddi çıkarları gündemlerine geldi. Ki, eskinin samimi muhafazakarlarına baktığımızda, ne bilinç düzeyi olarak ne ahlaki anlayış olarak şimdikilerin onlarla bir alakası olmadığını zaten görürsünüz. (Ayrıca bakınız: İlber Ortaylı ve Alev Alatlı'nın Muhafazakarlık tanımlarına.) Şimdi olan şey, Muhafaza'dan Kar elde etmek. Sakla, muhafaza et uyanıklığı, ikiyüzlülüğü ve kar elde et. İstifkâr da diyebiliriz.
Göz önündeki örneklerden birini daha vereyim:
Sibel Üresin, benim için bir toplumsal veridir. Televizyonlardaki konuşmalarında bir şey daha dikkatimi çekti. Dedi ki: “O kadar çok kişi geliyor ki, bu konuyla ilgili…”. Bu cümle burada beklesin.
Biz nasıl alışveriş yaparız? Veya, herhangi bir alışverişsel ihtiyacımızı nasıl gideririz? İhtiyacımız olan şeyi-hizmeti veren bir işyerine giderek. Fakat ilk önce bir referans bulmaya çalışırız: nerde iyisi vardır? veya bu hizmeti en iyi kim verir? veya “tanıdığın, bizim çevreden biri var mı?” diye ön araştırmalar yaparız seri bir şekilde. Tırnak içindeki cümle, ürün-hizmet alımlarında en önemli kıstaslardan biridir; hatta en önemlisi. İşte, Sibel Üresin’e gelen “müşteriler” de, “düşünsel-inançsal” olarak kendisine benzeyen kişiler; yani kaba tabirle, başörtülü ve “muhafazakar”.
Günlük hayatım içerisinde de, bu aldatma olaylarını gözlemlediğimde “muhafazakar”lığın pek de yaşanmadığını açıkça görüyorum. Herkes olmuş Lambada.
“Tanrım, sen ne kötüsün! Korkutursun! Yakarsın! Yok edersin! İki bırak da nefes alalım, uslu dur! Tamam, kudretlisin de gurban azcık da bize! Sana söz; koymayacağım ben de ne insan, ne de sevgi. Sana uyacağım, koymayacağım ne sabah ne akşam! Yok edeceğim. Lambada da edeceğim!”
Lambada İslam için şarkıyı hatırlayalım. Kaoma'dan geliyor...:
http://www.youtube.com/watch?v=i8mz9uOvFQA
***
Pencereme konan serçe kuşlarının sesini duyunca, şarkı aklıma gelir. Donan bir kuş, kuşlar. Halbuki hava sıcak. Gagasıyla tık tık etti gitti demin biri. Mini mini bir kuş idi ama pek de donmuş gibi durmuyordu. Pencereme konmuştu.
.. yazıyı ekliyorum. Gene geldi serçe, cik, dedi.