content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

17 Eyl

Kutsalların Savaş Alanı (II)

Kudüs adında barış olmasına rağmen tarihte çok az barış görmüştür. Kudüs’ün insanların hırsına yol açacak zenginliği de yoktur. O halde Kudüs, topluluklar, hükümdarlar, dinler için neden bu kadar önemli hale gelmiştir? Üç semavi din mensuplarının kutsal saydığı bir şehir olması, onun tarihte hep savaş alanı olmasına yol açmıştır.

Yahudiler açısından olay ele alındığında Filistin, onlar için “vaad edilmiş” topraklardır. Kudüs ise bu “vaad edilmiş” toprakların merkezidir. Gerçekten böyle bir vaad olayı var mıdır? Eğer varsa, Hıristiyanlar ve Müslümanlar, Tanrının Yahudilere “vaad ettiği” bu topraklara göz dikerek Tanrı’ya karşı bir suç mu işlemişlerdir?

Tevrat’ın Tekvin bölümünde çeşitli bablarda “vaad edilmiş” topraklardan sözü  edilen konu Kur’an’da da (Maide 5/20-21) bazı ayetlerde özetlenmiştir. Hz. Musa’nın dilinden; “Hiç kimseye verilmeyen nimetlerin Yahudilere verilmiş olması” (Maide 5/20), ayet metnin de de vurgulandığı gibi doğrudan Yahudilerden gönderilen nebilere işaret edilmiştir. Yine “Yahudilerin alemlere üstün kılınması” (Bakara 2/47), doğrudan Yahudilere verilmiş olan kitap gibi, peygamberlere ve onlara verilmiş olan mucize gibi olguları kapsamaktadır. Yoksa doğrudan Yahudi ırkının üstünlüğü gibi bir iddianın bu ayetler tarafından onaylanmış olması mümkün değildir. Çünkü ırk üstünlüğüne değil, takva üstünlüğüne vurgu yapan İslam’ın temel ilkeleriyle de bu iddia bağdaştırılamaz.

Yine Hz. Musa’nın dilinden; “Allah’ın size yazdığı kutsal topraklara girin” hitabı, Tevrat’taki “vaad edilmiş” toprak görüşünü, ne kadar ve hangi zaman için kapsamış olabilir? Hatırlanmalıdır ki, Hz. Musa, Yahudileri Mısır’dan çıkardıktan sonra onlar için bir yurt aradı. Yahudileri, tevhidle arınmaya, bir olan İlaha ibadete çağırdı. Böyle davranmaları halinde onlara Allah’ın yardım edeceğini müjdelemiş oldu. Ancak Yahudiler, peygamberlerin bu çağrılarını sürekli reddetmiştir. Yahudilerin doğru yolu terk ettikleri, verilen nimetlere karşı nankörlük ettikleri bu yüzden lanetlendikleri (Bakara; 2/2-16, Al-i İmran; 3/71-120, Nisa; 4/43-56, Araf; 7/162-169) belirtilmiştir. Kur’an’da en çok adından söz edilen, gönderilen peygamberlere karşı isyanlarından söz edilen topluluk Yahudilerdir. Genel olarak Yahudiler, isyanları ile hakkı batıla karıştırmaları ile kibirleri ve korkaklıkları ile çok olumsuz bir şekilde anılmıştır. Bu yüzden tahrif edilmiş Tevrat’ta yer aldığı şekliyle “vaad edilmiş” toprak görüşüne Kur’an ayetlerinden bir onay bulmak mümkün olmamıştır. Buna karşılık Hz. Musa’nın dilinden: “Allah’ın size yazdığı kutsal toprağa girin…” (Maide 5/21) ayeti ise geçmiş zamanlıdır. Zaten bir peygamberin tebliğine uymayan, hatta onun tebliğ ettiklerini bozanların, o tebliğe uymuş insanlar için vaad edilen nimetlere, hem de kıyamete kadar sahip olabileceği hiçbir aklın ve vicdanın kabul edeceği bir görüş değildir. Günümüzde Hz. Musa’nın tebliğ ettiği inanç ve amellerin hiç birisi ile münasebeti olmayan Yahudilerin, Hz. Musa’nın kendisine bağlı Müminler için vaad etmiş olduklarına miras yoluyla sahip olmaları Hz. Musa’ya ve onun tebliğ ettiklerine de bir saygısızlıktır. (Derveze; C.VII, s.68-72).

Önceden değinildiği gibi Kudüs /Filistin Hz. Ömer’in halifeliği döneminde 638’de Bizanslılardan fethedilmiştir. Bizanslılar, Kudüs’e İliya adını vermiştir. Kudüs’ü Müslüman Araplara karşı savunan Patrik Sofroyinus; Hıristiyanların din özgürlüklerinin ve ibadet yerlerinin korunması ile Yahudilerin Kudüs’te iskan edilmemesi şartıyla şehri Müslümanlara teslim etmiş oldu (Belazuri; s.194-204).

Patrik Sofroyinus’un Hz. Ömer’e karşı ileri sürdüğü ve onun da kabul ettiği şarttan da anlaşıldığı gibi, Kudüs’ün fethedildiği sırada, Kudüs’te Yahudiler meskun değildir. Böylece Müslüman Araplar, Yahudi nüfusu olmayan bir Kudüs’ü Hıristiyanlardan, bir anlaşmayla fethetmiştir.

Müslümanların Kudüs’ü fethetmelerinden sonra şehrin adı; El-Arzü’l Mükaddes, Darü’s Selam, Medinetü’s Selam, Karyetü’s Selam gibi değişik kelimelerle karşılanmıştır. Memlükler döneminde ise (1250-1517) El-Kuds veya El-Kudsü’ş Şerif diye söylenmeye başlanmıştır ki günümüzde kullanılan Kudüs ise böylece Memlüklüler döneminin bir isimlendirmesi olmuştur (M. Gül; s.309).

Kudüs’ün fethinden önce kullanılan çeşitli isimleri olmuş bunlardan biriside Beytü’l Makdis idi. Bunun Mescid-i Aksa’ya işaret ettiğinden şüphe edilemez. Ancak fetih esnasında ortada bir mescit yoktur. Mescidi- Aksa deyimi Kur’an’da yer alır (İsra; 17/1). Kelime anlamı ise; uzaktaki mescit demektir. Kur’an’da sözü edilen Mescid-i Aksa’nın, Kudüs’teki mabet değil, Mekke’nin uzak bir yerinde yapılmış olan mabet olduğu iddiaları da bilinmektedir (H. Tayfur, İslami Yorum, Sonbahar 2012).

Miraç olayına da sahne olduğu savunulan Mescid-i Aksa, fetihten sonra hiç aranmadı. Süleyman Mabedinin kalıntıları üzerinde üç bin kişi alacak bir mescit inşa edildi. Bu mescidin temellerinin ise doğrudan Hz. Ömer tarafından atıldığı kabul edilmektedir. Bu mescidin ikinci defa ve daha tezyin edilmiş haliyle yapımı Emevi halifesi Abdülmelik bin Mervan tarafından (686-691) yaptırılmıştır. Bu mescidin depremler sonunda hasar görmesinden sonra Abbasiler ve Memlüklüler dönemlerinde de yenilendiği bilinmektedir. Yine Abdülmelik döneminde; Kubbetü’s Sahra olarak bilinen sekiz köşegenli büyük cami de sıfırdan inşa edilmiştir.

Ancak her nedense, günümüzde çok yaygın olan bir yanlış kanaate bağlı olarak, Kubbetü’s Sahra Mescid-i Aksa sayılmaktadır ki hiçbir şekilde doğru değildir. Kudüs’ün 50 yıl sonra siyasi nedenlere bağlı olarak ihdas edilen kutsallar nedeniyle Müslümanlar için kutsal bir şehir haline getirildiğini iddia eden Hamdi Tayfur’da, günümüzde Mescid-i Aksa olarak bilinen yerin aslında Kubbetü’s Sahra olduğu görüşünü savunmaktadır. Oysa tarihi malumat bir yana, sıradan bir Kudüs ziyaretinde bile Mescid-i harem denilen tarihi yapı içinde bu iki mescidin ayrı ayrı durduğu bile tespit edilecektir.

TDV İA, Nebi Bozkurt’un; mescid-i Aksa başlıklı makalesinde(C.29, s.268) ve yine Nebi Bozkurt’un TCV İA’inde (C.26, s.304) Kubbetü’s Sahra adını taşıyan bir diğer makalesinde de; Mescid-i Aksa ve Kubbetü’s Sahra’nın aynı yapılar olduğu iddiasına yer verilmiştir. Kubbetü’s Sahra’nın yapılışına neden olarak; Emevi halifesi Abdülmelik’in siyasi mücadele ve rekabet halinde olduğu Abdullah bin Zübeyir’in Mekke ve Medine’yi ele geçirmesi üzerine Hacıların bu iki şehri ziyaret etmelerini engellemeye çalışarak Mekke ve Medine’ye gitmeleri yerine Kudüs’se gitmelerini temin için orada Kubbetü’s sahra adıyla bilinen mabedi yaptırdığı gibi inandırıclıktan hayli uzak Yakubi’den kaynaklanan bir rivayet hala rağbet görmektedir. Emevilere myhalefet etmeyi dini bir vecibe sayan Şia kaynaklarında; Yakubi’nin bu rivayetinin hiç ilgi görmemiş olması da dikkat çekicidir. Çünkü bu rivayetin sağlam bir mesnede dayanması halinde Şia kaynaklarının bunu da Emevilerin aleyhine kullanacakları kuvvetle muhtemeldir. Oysa bu konu hakkındaki Yakubi kaynaklı rivayet yokmuş gibi davranmış olmaları üzerinde ayrıca durmağa değer bir konu olmalıdır. Yakubi’nin bu rivayetine karşılık, Makdisi Ahsenü’t Tekasim adlı eserinde; Abdülmelik’in; Hıristiyanların Kıyame Kilisesine duyulan hayranlığı engellemek için yaptırdığı bilgisine de yer verilmiştir (s. 159). Mescid-i Aksa’nın önemi hakkındaki bilgilerin sonradan abartılmış olmasını, Kıle konusunda Yahudilerin mitolojilerine değer verilmesi diye bir sonuç çıkarmak son derece nesnetsizdir. Çünkü İslam zaten kendisini bütün peygamberlerin tebliğlerinin ortak adı olarak isimlendirmişken Yahudilere önceden gönderilmiş olan bazı peygamberlerin geleneklerinin de izlerinin olması kaçınılmazdır.

Mescid-i Aksa’ya bağlı olarak Müslümanlar için Kudüs’ü ayrıcalıklı kılan hususlardan birisi de orasının ilk Kıble olmasıdır. Hz. Peygamber’in Yahudileri “Ehl-i Kitap” olmalarından kendisine yakın saydığı ve onları kazanmak için kendi inisiyatifi ile başlangıçta Kudüs’ü Kıble ilan ettiği görüşü dayanaksız kılan en önemli delil ise Kıble değişimini öngören ayet metinleridir (Bakara 2/141-142). Çünkü açıkça Hz. Peygamberin, Kıbleyi değiştirmek istediği bunun için yüzünü göğe çevirerek bir haber beklediği vurgusuna dikkat edildiğinde, eğer ilk Kıble Hz. Peygamber’in inisiyatifi ile tayin edilmiş olsaydı yine onun inisiyatifi ile kolayca değiştirilirdi. Muhtemelen vahiyle tayin edilmemiş hususlarda Hz. Peygamber kendisinden önceki peygamberlerin uygulamalarına göre davranmıştır.

Yahudilerin kendi dinleri ve tarihleri için bu arada Filistin ve Kudüs için pek çok mitoloji uydurdukları bilinmektedir. Müslümanların Kudüs ve özellikle Mescid-i Aksa için sahip oldukları malumatın pek çok açıdan tashihe muhtaç olması bu bilgileri tümüyle geçeriz etmeyecektir. Kudüs’ün kutsallar için bir savaş alanı haline getirilmiş olması Yahudileri Filistin hakkında Müslümanlarla eşit duruma getirmeyeceği gibi Filistin’in İsrail tarafından işgalini, gaspını mazur gösterecek ve tarafları bir arada bu şartlarda yaşamaya mecbur etmeyecektir. Çünkü Filistin’de Musevi-İsevi ve Müslümanlar bir arada ve barış halinde orası ancak Müslümanların idaresinde iken yaşayabilmiştir. Filistin idaresinin İsevilerin ve Musevilerin eline geçmesi bir arada ve barış içinde yaşayabilme imkanını fırsatını ortadan kaldırmıştır.

S E Ç İ L M İ Ş   K A Y N A K Ç A

Belazuri, Fütuhü’l Büldan, Çeviren: Mustafa Fayda, KBY, Ankara 1987, s.197-204.

M. İzzet Derveze; Et-Tefsirü’l Hadis / Nüzul Sırasına Göre Kur’an Tefsiri, Çeviri: Mehmet Baydaş,  C.VII, İstanbul 1997,  s.68-72).

Hamdi Tayfur, İslami Yorum, Sonbahar 2012 .

Muammer Gül, Kudüs ve Tarih İçinde Aldığı İsimler, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:11 sayı:2, s.305-313.

Yılmaz, Saim : “İslam Tarihinde Kudüs”, Yedi İklim, İstanbul 1996. s.75/76.

 

 

Etiketler : , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank