content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

26 Tem

Kutsal Emanetler

Her yıl Ramazan ayı ile birlikte her nedense bazı çevreler, çadır eğlencelerini ve bazı ziyaretleri öne çıkarmaktadır. Yılın 11 ayını oyun ve eğlence zamanı olarak görenlerin

Ramazan ayını da ayrıca bir oyun ve eğlence zamanı olarak görmeleri ibretlik bir olaydır. Bu yüzden olmalı ki ısrarla eski ramazanlar diye, ramazan günlerinde eskiden yapılan yerli yersiz pek çok eğlence ile gündem oluşturmaya çalışmaktadırlar. Yine bunun yanı sıra Ramazan ayında bazı ziyaret yerleri de giderek daha çok haber olmakta buna bağlı olarak ta daha çok ziyaretçi toplamaktadır. Ramazanda en çok ziyaret edilen yerlerden birisi de Topkapı Sarayındaki, Mukaddes Emanetler Dairesidir. “Mukaddes Emanet” günümüzdeki Türkçeyle daha çok “Kutsal Emanetler” diye söylenmektedir.

Bilindiği gibi Mukaddes kelimesi Arapçadır ve kökü kuds’dür. Sözlük anlamı; temizlik, paklık ve arılıktır. Aynı kökten gelen takdis ise; kutsallık vermedir, kutsal bilmedir. Yine bu kökten türeyen kudsiyet; “yaratılmış özelliklerinden ve mahiyetinin idrak edilmesinden münezzeh oluş” manasıyla Allah’a nispet edilir ve “Kudüs” haliyle O’nun isimlerinden (Haşr 59/23-Cuma 62/1) bilinir.

Kur’an’da ki bazı ayetlerde sözlük anlamına paralel bazı ayetlerde ise ondan bağımsız anlamda kullanılmıştır. Hz. Musa’ya hitaben: “Mukaddes bir vadide olduğu” bildirilmiştir (Taha 20/12). Yine Hz. Musa’nın kavmine hitaben: “Allah’ın size vaad ettiği mukaddes yere girin (Maide 5/21) denilmesi; vadinin manevi kirlerden temizlenmiş olması, vadide Allah’tan başkasına ibadet edilmeyişi diye açıklanmıştır. Ragıp El-İsfahani’de; “maddi mekanların kudsiyetini en büyük kirlilik olan şirkten temiz ve uzak tutulması” biçiminde açıklamıştır.

Daha çok Cibril karşılığı olarak anlaşılan Ruhülkudüs, üç ayette Hz. İsa’yı destekleyen bir unsur (Bakara 2/87-253/Maide 5/110) bir ayette ise vahyi Allah’tan alıp getiren varlık olarak gösterilmiştir (Nahl 16/102).

Dinler Tarihi’nin ve Kur’an ayetlerinin gösterdiği şekliyle tarihte pek çok kişi ve toplum, bazı tabiat varlıklarının zararından korunmak bazılarından ise fayda temin etmek için onlara yaratılmışların üstünde özellikler, kutsiyet izafet etmiştir: Güneşe, aya ve yıldızlara tapınmışlar (Fussilet 41/37), gözlere görülemeyen varlıklara/cinlere tapınmışlar (Saffat 37/158), Yahudiler Hz. Üzeyir’i Hıristiyanlar Hz. İsa’yı Allah’ın oğlu sayarak onlara Tanrılık izafe etmişler (Tevbe 9/30) yine İslam öncesi dönemde Araplar çeşitli cisimlere, Allah’a yaklaşmada vesile oldukları iddiası ile kutsal bilerek tapınmışlardır (Zümer 39/3).

İslamiyet öncesindeki dinlerde, tabiat nesnelerini, şahısları kutsal bilme kültürü zamanla bazı Müslüman muhitlerinde de etkisini hissettirmiştir. Bazı alimlerin, önderlerin aşırı derecede yüceltilmeleri, hatasız bilinmeleri, her davranışlarının, sözlerinin ilahi bir içeriğe sahip olduğu gibi görüşler söz konusu Müslüman muhitlerinde rağbet görmüştür. Çünkü peygamberler, sıdıklar, Salihler, şehidler (Nisa 4/69) ve insanların hüsnü zannına muhatap olan melekler (Nisa 2/172) de yaratılmışlık üstü özelliklere sahip değillerdir. Onlarda diğer insanlar gibi Allah’a karşı sorumluluk sahibi ve onun kullarıdır. Müslümanların ise bu kuralların rağmına tutumların, eğilimlerin içinde olmaları kendi inançlarını yok saymaları, çiğnemeleri olacaktır.

Mukaddes Emanet yerine günümüz Türkçesinde kullanılan “Kutsal Emanet” isimlendirmesindeki “kutsal” kelimesi, ya kudsi kelimesinden yada Türkçedeki kutlu kelimesinden ortaya çıkmış olmalıdır. Kudsi kelimesinin değinilen anlamından ayrı olarak Türkçedeki kutlu kelimesi de; uğurlu, bereketli, mübarek anlamında kullanılmaktadır. Kutsal Emanetler ismi ise, Hz. Peygamber, Dört Halife ve diğer İslam büyüklerine ait olduğu kabul edilen eşyalara verilen bir isimdir. Bu eşyaların önemli bir kısmı Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sonunda (1517) İstanbul’a getirilmiş Topkapı Sarayı’nda özel bir bölümde korunma altına alınmıştır. Daha sonraki dönemlerde de benzeri eşyalar İstanbul’a getirilmeye devam edilmiştir. Ancak en çok 1. Abdülhamid döneminde (1754-1789) çok sayıda eşya “Mukaddes” kaydıyla sarayda muhafaza altına alınmışken yine 1.Dünya Savaşı Sonuna doğru Medine’yi savunan Fahrettin Paşa (Türkkan), Medine’nin de düşebileceği kaygısı ile “Mukaddes Eşya” olarak bilinen eşyaları Medine’den İstanbul’a göndermiştir. Topkapı Sarayı’nda; Hz. Nuh’un tenceresinden Hz. Fatıma’ya ait olduğu iddia edilen seccadeye kadar toplam 605 adeta eşya bulunmaktadır. Bu eşyalar bütün bir yıl ziyaret edilmektedir ama en çok Ramazan ayında ziyaretçi akınına uğramaktadır. Bu eşyaların mukaddes yahut kutsal sayılması Müslümanların inançları bakımından son derece sorunlu bir isimlendirmedir.

Hz. Peygamber’e ve Dört Halife gibi İslam büyüklerine ait olan eşyalar Müslümanlar için elbette önemli ve değerli bir konuma sahip olur. O eşyaların Müslümanlar tarafından titizlikle korunması gerekir. Eşyaların değerinden daha çok nispet edilenlerin Müslümanlar nezdinde ki değeri ile ilgilidir. Ancak bu eşyaların değerli, önemli olması onları mukaddesleştirmez, Müslümanların kutsalları arasına katmaz. Saraydaki eşyaların kutsal bilinmesi ilgili ayetler kadar doğrudan Hz. Peygamber’in tutumuna da aykırı olur. Yine Dört Halife döneminde (631-661) bu tür eşyaların kutsal sayıldığını gösteren hiçbir bilgiye de sahip değiliz. O dönemde kutsal olmayanların sonradan kutsal olması Müslüman aklının vicdanının kabul edebileceği bir husus değildir. Hemen her yıl Hırka-i Şerif Camisi’nde özel bir törenle, Hz. Peygamber’e ait olduğu söylenen hırkayı öptürmek için özel törenler yaptırılması şaşkınlık vericidir. Türkiye’de neredeyse hemen her il ve ilçede Hz. Peygamber’e ait olduğu iddiası ile “Rıhle-i Saadet” adıyla Sakal-ı Şerif diye özel kutular içinde bir tutam kılın bazı özel törenlere vesile yapılması İslam Ümmeti’nin geçmişine, ahlakına yakıştırılması son derece zordur. Bir bilgi ve bilince bağlı olmaksızın bu tür eşyaların, Hz. Muhammed’e ve İslam’a sadakat duygusuna yol açtığı bu tür duyguları güçlendirdiği iddiaları da inandırıcı olmaktan uzaktır.

Kutsal Emanetler karbon testi benzeri bir yöntemle gerçekten ait olduğu iddia edilen şahıslara ait olup olmadığını gösterecek karbon testi benzeri uygulamalar yapılmamıştır. Bu yüzden Hz. Nuh’un tenceresi diye sarayda saklanan eşya örneğinde olduğu gibi bu eşyaların nispet edilen şahıslara ait olduğu görüşü, eşyaların en azından bir kısmı için hayli zayıf bir iddiadır. Bu eşyalar için bir karbon testinin ısrarla yapılmamış olması da ayrıca dikkat çekicidir. Saraydaki eşyalara ek olarak Padişah Abdülmecid döneminde (1839-1861) yaptırılan Hırka-i Şerif Camisi’nde Hz. Peygamber’e ait olduğu var sayılan bir hırka “Hırka-i Şerif” adıyla her yıl Ramazan ayının ilk Cuma günü ziyarete açılmaktadır. Topkapı Sarayı’ndaki eşyaların, Osmanlı döneminde halk tarafından ziyaret edilmesi Abdülmecid döneminden itibaren başlamıştır. Osmanlı saraylarının TBMM’ye bağlanmasından ve müze sayılmasından itibaren 9 Ekim 1924’ten itibaren halkın ziyaretine izin verilmiştir.

Cumhuriyet döneminde genel olarak Osmanlı saraylarında bulunan eşyaların korunması hakkında Hilmi Aydın: “Mukaddes Emanetler hakkında asırlardır gösterilen hürmet ve itina, Cumhuriyetimizin başlangıcından bu yana da aynı hassasiyetle devam ettirilmiştir” görüşünün yanında Ertuğrul Özkök “Bu gün orayı akın akın ziyaret eden Cumhuriyet nesilleri bu tespitin ne kadar doğru olduğunu göstermiyor mu?” (19 Temmuz 2012, Hürriyet) iddiasına yer vermiştir. Oysa 1929 Dünya Ekonomik Krizinin Türkiye’yi de etkisine almasından sonra Mustafa Kemal Paşa’nın isteği üzerine, Topkapı Sarayı’ndaki bazı eşyaların Paris’te bir müzayede de satılması kararı ilan edilince Fransa’da bulunan Son Halife Abdülmecid Efendi (1868-1944), Paris gazetelerine verdiği ilanla “müzayede de satışa çıkarılacak eşyaların kendi ecdadına ait olduğu, satışa çıkarılması halindeyse haczettireceğini” açıklaması üzerine, eşyaların veya satış bedellerinin Abdülmecid Efendi’nin eline geçebileceği ihtimali üzerine, eşyaların Paris’te satışa çıkarılması fikrinden vazgeçilmiştir. Yine saraylardaki eşyaların önemli bir kısmının yağmalandığı, çalındığı haberlerini araştırmak üzere TBMM’de oluşturulan araştırma komisyonu başkanı Salih Keçeci 1948’de yaptığı açıklamada yağma haberlerinin önemli bir kısmının doğru olduğunu açıklamıştır.

Cumhuriyet yönetimleri bu alanda hiç de iyi bir sınav vermemiştir. Buna rağmen, Mukaddes Emanetler vb yerlerde görülen kalabalık ziyaretçi sayısını ise Cumhuriyet idaresinin öngörüsü ve çabalarının sonucuna bağlamak inandırıcı değildir. Çünkü dönemin yöneticilerinin bu konulardaki tutumu oldukça farklıdır. Yeni kuşakların İslam’la ilgili her türlü aidiyet ve bağlılık duygularını irtica adıyla bir tehdit algısı içinde gördüğü bilinmektedir.

S E Ç İ L M İ Ş K A Y N A K Ç A :

Bekir Topaloğlu, Kuddüs, DİA, C.26, Ankara 2002, s.315.

Evliya Çelebi, Seyahatname, C.X, YKY, İstanbul 2007.

Günay Haral, İslam’da Kutsiyet, DİA, C.26, Ankara 2002, s.497.

Hilmi Aydın, Hırka-i Saadet Dairesi ve Mukaddes Emanetler, Kaynak Kitapları, İstanbul 2011.

İbni Battuta, Büyük Dünya Seyahatnamesi, Yeni Şafak, İstanbul tarihsiz, s.60-102.

İbnül Esir, İslam Tarihi/El-Kamil Fi’t-Tarih, Çeviren: Beşir Eryarsoy, C.II, İstanbul 1985, s.288.

İsmail Hakkı Uzun Çarşılı, Saray Teşkilatı, TTK, Ankara 1988, s.37-187-255.

İzzet Derveze, Kur’an’a Göre Hz. Muhammed’in Hayatı, Tercüme: Mehmet Yolcu, I-II, İstanbul 1995.

Kürşat Demirci, Kutsiyet, DİA, C.26, Ankara 2002, s.495.

Mehmet Aydın, Din Fenomeni, Konya 1993, s.91.

Nebi Bozkurt, Mukaddes Emanetler Tarihi ve Osmanlı Devletine İntikali, MÜİFD, Sy 13-15, 1997.

Ragıp El-İsfahani, Müfredat, Mütercimler: Abdülbaki Güneş-Mehmet Yolcu, I-II, İstanbul 2006.

Tahsin Öz, Hırka-i Saadet Dairesi ve Emanat-ı Mukaddese, İstanbul 1953. s.5-46.

Etiketler : , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank