Kusur Aramak
Toplum olarak, insanların kötü yönlerini ve açıklarını aramaya meyilliyiz. Genellikle şüphe, zan ve tahminlerle hareket ederiz. En ufak bir lâf duyduğumuzda bunu süsleyip abartarak, duyduğumuzu körü körüne etrafa yayarız.Söze hep zanla başlarız. Oysa Peygamberimiz: “Zannın çoğundan sakınınız. Çünkü zan, sözün en yalan olanıdır.” buyurarak bizlere uyarıda bulunmuştur. Zanla hareket etmek kişiyi maddi ve manevi felâkete sürükler.
İnsanları karalamak, toplumdan tecrit etmek ve şahsiyetleriyle oynamak kolaydır; fakat şık değildir. Çevredeki kişilerin kusurlarını araştırıp onlarla alay etmek aslında bir kişilik sorunudur. Önemli olan, insanların zayıf yönlerini tekmil edip onları topluma kazandırmaktır. İnsanları kaybetmek kolay olsa da, kazanmak zordur. Bizler kolay olana değil, zora talip olmalıyız. Zanla hareket etmekten şiddetle kaçınmalıyız. İnsanları arkalarından çekiştirmemeliyiz. İnsanları çekiştirenler ölü kardeşinin etini yemiş gibidir.
Fitne, fesat ve kusur arama gibi yanlış davranışlar toplumumuzda ne yazık ki sıkça görülmektedir. Eşini dostunu çekiştirdikten sonra kalkıp namaza duranlara çoğumuz rastlamışız. Oysa onların fitne fesatlarıyla kıldıkları namaz çelişki oluşturmaktadır. İnsanların arkasından konuşup ardından kılınan namazlar Hakk katında kabul olur mu acaba? Yüce Rabbimiz, Hücûrat Suresi’nin 12. ayetinde zanla hareket edenlere çok sert uyarılarda ve tavsiyelerde bulunarak insanları hakikate ve tövbeye davet etmektedir:
“Ey iman edenler! Zannın birçoğundan kaçının. Çünkü bazı zan vardır ki günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Kiminiz de, kiminizi arkasından çekiştirmesin. Sizden herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz!.. Allah’tan korkun. Çünkü Allah tövbeleri kabul edendir. Çok esirgeyendir.”
Her insan hata yapabilir. ‘İsmet’ sıfatlarından ötürü günah işlemeseler de peygamberler bile zaman zaman hata yapmıştır. Ya biz kullar, nasıl olur da kusursuz oluruz. Allah günah işleyen kulunun tövbesini kabul edendir. Öyle ki Rabbimiz pişman olup af talep eden kulun bu davranışından hoşlanmaktadır. Önemli olan, yanlışta ısrar etmemektir. Küçük davranış bozukluklarını büyütmek ve insanları lekelemek anlamsızdır. Her insanın kendine mahsus düşünce ve planları vardır. Bize mantıksız gelen davranışların mantıklı gerekçeleri olabilir. Hislerimizle hareket etmemeliyiz. Bu konuda da Peygamberimizi ölçü almalıyız. Hz. Muhammet(sav) bu mevzuda şöyle buyurmuştur: “Ey dili ile iman edip, kalben tasdik etmeyenler!... Müslümanlara eziyet etmeyiniz, onların gizli taraflarını araştırmayınız. Allah, müslüman kardeşinin gizli taraflarını araştıranın gizliliklerini araştırır. Ve Allah kimin ayıbının peşine düşerse; evinin içinde bile olsa, onu insanlara karşı mahcup eder.”
İçinde azıcık sevgi, hoşgörü ve iman olan kimse müslüman kardeşinin ayıplarını teşhir etmez. Çünkü yarın, kendisinin de böyle bir durumla karşılaşabileceğini düşünür. Her konuda olduğu gibi bu hususta da empati(duygudaşlık) yapar. Kendisinin kaldıramayacağı hareketi başkasına reva görmez. Herkes böyle düşünse insanlar arasındaki meseleler kolayca çözülür.
Bazı insanlar kıskançlık ve çekememezlik yüzünden başkalarının kusurlarını ararlar. Gördüklerini dile getirdiklerini ifade ederler. Bunun doğal bir davranış olduğu iddiasında bulunurlar. Oysa var olanı, sözkonusu kişinin arkasından söylemek gıybettir. Yukarıdaki ayette de görüldüğü üzere bu hareket, kardeş eti yemekle eşdeğer çirkin bir davranıştır.
Müslümanlar birbirlerinin ayıbını örtmelidir. Başkalarının ayıbını araştıranın, gün gelir ayıplarını araştırırlar. “Çalma kapımı çalmayayım kapını” misali… Peygamberinizin dediği gibi: “Her kim bir müslümanın ayıbını örterse, Allah(c.c.) kıyamet gününde onun ayıplarını örter.” Ayıplarımızın örtülmesini istiyorsak gıybet illetinden kurtulmalıyız. İnsanları aşağılamak bize hiçbir şey kazandırmaz. Yunus’un ifadesiyle sözlerimi bağlamak istiyorum:
“Gelün tanışuk idelüm / İşün kolayın tutalum
Sevelim, sevilelim / Dünya kimseye kalmaz.”