Küstah ve Edepsiz Meddahlar…
Bir gönül eri, “yirmi yıl edep, yirmi yıl da ilim öğrendim, keşke kırk yıl edep öğrenseydim” diye buyurur.
“Edep, hâya, iffet, ahlak, fâzilet…” gibi köşe taşları, imanlı ve edepli olan kişiler için önem taşır. Bu değerlerden mahrum kişiler, lağım çukurlarından akan pislikler gibidir. Temizlenmeleri mümkün değildir. Meddahlık yaparak, parsa toplarlar..
Bu mefhumlardan yoksun kişiler de; hem küstah, hem de şerefsizdirler. Ölçü ve ayarları; önlerine atılan kemiklere göre değişir, bukalemun gibi menfaatlere göre değişir, yalamaktan zevk duyarlar.
Asrın kaosunda, dumanlı havada bu tür kişi ve zihniyetler el üstünde tutulur, rağbet görür ve değer (!) kazanırlar.
“Ayakların baş, başların ayak” olacakları, Kıyamet âlametlerinde belirtildiği gibi…
Türkiye’de fikri öldürmek için yayın hayatına başlayacaklarını ilan eden bir gazete vardır. Simavi kardeşlerin kurduğu, yıllar sonra sattıkları zürriyet, pardon Hürriyet gazetesi ve diğer ilave yayınları.
Bu medya topluluğu yıllardan beri; fikrin, ahlakın, zikrin, şükrün, edebin, dini ve milli değerlerin karşısında olmuş, bunları yaptıkları için şer güçler tarafından beslenmiş, zavallı ve gafil Müslümanlar tarafından da alınmış, reklam/ilan verilmiş, fitne tohumları bugüne kadar ekilmeye devam edilmiştir. Bugün de, birkaç yüz adetten fazla basamadıkları gibi..
Yıllarca Müslümanların kaymağını yedikten sonra asıl yerini bulan Ahmet Hakan, Rauf Tamer kardeşlerimizin de yazı yazdığı bu gazetede, Yılmaz Özdil isimli bir yazar fukarası vardır. Zaman zaman değerlere saldırmak, çamur atmak ve salya akıtmakla parsa toplamak isteyen malum bir adam…
10 Kasım tarihli sütununda “On Kasım” başlıklı bir yazısı yayınlandı. Zaten bu tür adamlar: ( On kasımlar, Cumhuriyet ve zafer bayramları, dini bayramlar, mahut ve malum irtica hareketleri günleri gibi kutlama ve etkinliklerde, dumanlı hava meydana getirilerek, fitne ateşini körüklerler.Devrimci, Cumhuriyetçi, Atatürkçü, liberal, ulusalcı geçinir, gözünüze baka baka yalan söyler, iftira atar, şereflerini satmaktan çekinmezler. )
Ecdattan utanarak, tarihten, maziden ve aziz insanımızdan özür dileyerek, imla hataları ile dolu yazısını buraya almak istiyorum:
Akkoyunlular devleti.
*
Koyun gibiydiler.
Karaktersiz karaktere sahiptiler, nereye çekersen, oraya giderlerdi. İki koyun güdemeyeni beğenmez, güdülmeyi, güdeni severlerdi. Güya köken olarak Türktüler ama, Arap tesiri altındaydılar. O kadar bağımsız (!) ruhluydular ki, Arapça köle anlamına gelen Memlukların emrine girdiler. Özgürce yaşamaktansa, el alemin köle’sine kul’luk etmeyi tercih ettiler.
*
Türkçe konuşmalarına rağmen, Türkiye’nin forsundaki 16 devlet arasında sayılmazlar. Niye dersen... Ellerine geçen her fırsatta memleketi sattılar. Ondan. Anadolu toprakları üzerinde hangi yabancının gözü varsa, onun yanında saf tuttular, onun borusunu öttürdüler, onun kılıcını kuşandılar. Ankara Savaşı’nda mesela, baktılar ki Timur gelmiş, şak, onun tarafına geçtiler, milleti sırtından hançerlediler. Komisyon aldılar. Sırf kendi ceplerini düşündüler.
*
Nabza göre şerbet verdiler.
Güç başkasındayken, koyun gibi boyun büktüler, mağdur ayağına yatıp, mazlum mazlum aman dilediler. Güç bunlara bi geçti kardeşim... Sanırsın aslandır. Kükrediler. Isırdılar.
*
Vaziyete göre... Bazen koyun postunda kurt oldular, bazen kurban rolünde kasap.
*
En şöhretli liderleri “uzun” lakaplı biriydi. Git bugün Harbiye’deki Askeri Müze’ye... Uzun denilen arkadaşın, zırh gömleği sergileniyor. Ölç şöyle bi karşıdan... O gömleği, giyse giyse, taş çatlasın 1.65 boyundaki biri giyebilir, 1.70’lik sığmaz. Gel gör ki, herifin lakabı, uzun!
*
Çünkü... Yalakaydılar.
*
Sürünün başına kim geçerse, onu pohpohluyorlardı. Şööyle uzunsun, bööyle kuvvetlisin, şööyle yakışıklısın, bööyle karizmasın filan diye, dillerinde pütür kalmamıştı adeta.
*
E haliyle havaya girdi Uzun... Kendini padişah ilan etti. Devleti, babasının malı zannediyordu. Kafasına göre unvanlar dağıtıyor, yağcılık yapanı ihya ediyor, itiraz edeni dooğru zindana gönderiyordu. Davalara ulema bakıyor, kanunları zaten padişah yazıyordu.
*
Gel zaman git zaman... Sultan Süleyman’a bile kalmadı, bunlara mı kalacak, yıkıldılar tabii.
*
Demem o ki...
Siz siz olun.
Akkoyunlu olmayın.
Mustafa Kemal’e ve Cumhuriyet’e sarılın, ilelebet payidar olun.
Atatürk ve Cumhuriyet’e sığınılarak; tarihe ve ecdada bundan daha büyük hakaret, iftira, çamur, leke olamaz. Cumhuriyeti kuran temel değerler nerede ki, bu çıfıtlar, küstahlar, kendini ve özünü bilmezler, böyle saldırı cesaretini kendilerinde bulabiliyorlar?
Tarihi kaynak ve bilgilere göre, bu cahil adamın da öğrenmesi için Akkoyunlular hakkında biraz tarihi bilgi verelim.
“Akkoyunlu Türkmenleri de Karakoyunlu Türkmenleri gibi Oğuz boylarından oluşuyordu. Bunlar Bayındır, Döğer, Bayat ve Çepni boyları idi. İlhanlıların çöküşü sırasında Diyarbakır dolaylarında yurt tutmuşlardı. Başbuğları Tur Ali Bey, 1340-1343 yılları arasında beyliği bağımsız hale getirdi. Kuzeyde bulunan Trabzon Rum Krallığı üzerine akınlar düzenlemeye başladı. Rum Kralı Akkoyunlu baskısını durdurmak için, bir Rum prensesini Tur Ali Bey' in oğlu Fahreddin Kutluğ'a verdi.
Tur Ali Bey 1350 yıllarında ölünce yerine oğlu Kutluğ geçti. Onun zamanında da birlik henüz bir devlet haline gelememişti. Kutluğ'unoğlu KaraYülükOsman Bey 1397de başa geçti. O da bir Rum prensesi ile evliydi. Yaklaşık 38 yıl süren iktidarı sırasında, beyliği güçlü bir devlet haline getiren odur. Kara Yülük Osman Bey, 1398de Karabel'de Kadı Burhaneddin ile savaştı ve onu öldürdü. Sivas'ı aldıktan sonra bağımsızlığını ilân ederek para bastırdı. Böylece bir rakipten kurtulmuş bulunuyordu. Fakat Akkoyunluların Anadolu'daki asıl rakipleri Osmanlılardı.
KaraYülük Osman Bey, Osmanlı Devleti'ne karşı, Mısır Kölemen Sultanı Barkuk ile anlaştı. 1399'da Azerbaycan'ın Karabağ bölgesine gelen Timur'a da askeri ile yardımcı oldu. Buna karşılık Timur, Malatya'yı ona verdi. Timur Suriye'ye doğru yürürken o da yanında bulundu ve ordusunu Timur'un hizmetine verdi. Kara Yülük Osman Bey, 1403 de DiyarbakırMalatya bölgesinin hâkimi oldu. Daha sonra Mardin, Halep ve Şam'ı da almıştı. Ona büyük rakip, kardeş Karakoyunlulardı. Karakoyunlularla sık sık savaşmak zorunda kaldı. Timuroğullarından da destek görüyordu. Bu çarpışmalardan birinde (1435'te) Osman Bey öldürüldü.
Osman Bey'den sonra yerine geçen oğlu Ali Bey, devletin önceki politikasını değiştirerek Osmanlılarla anlaşma yoluna gitti. Karakoyunluların artan baskısı karşısında, önce Osmanlı Padişahı II. Murad'a, sonra Mısır Sultanı Seyfeddin Çakmak'a sığındı. Mardin ve Erzurum'da bulunan kardeşleri birbirine düşmüş, taht kavgası yapmaktaydılar. Kargaşalık bir süre devam etti. Sonunda Ali Bey'in oğlu Cihangir başa geçti. Fakat Cihangir Karakoyunlularla uğraşırken, küçük kardeşi Hasan Bey 1453'te başkent Diyarbakır'ı ele geçirdi.
* Uzun Hasan:
"Uzun Hasan" lakabıyla anılan Hasan Bey'in 25 yıl süren saltanatı sırasında Akkoyunlu Devleti büyüdü ve güçlendi. Uzun Hasan Mardin Savaşı'nda Karakoyunlu hükümdarı Cihanşah'ı mağlup etti. Aynı yıl Hasankeyf'teki Eyyûbî hükümetini ortadan kaldırdı. Bütün ülkede otorite sağladı ve Büyük Hakan (İmparator) oldu. Osmanlılara karşı olan Karaman beylerini himaye etti. Karakoyunlu Devleti'ni tamamen kendisine bağladı ve başkentini Tebriz'e nakletti. Şimdi büyük bir imparatorluktu ve kendisine İran'da ve Anadolu'da rakip bırakmak istemiyordu. Timurlu Ebu Said'i yendi ve onun yerine Şahruh'un torunu Yadigâr Mırza'yı tahta geçirdi. Bundan sonra Bağdad, Şiraz, İsfahan ve Hazar'ın güney bölgelerini hâkimiyeti altına aldı. Bu başarılar Uzun Hasan'a "cihangir" olma hevesini vermişti. Ama bu emeline en büyük engel Osmanlı Devleti ile Mısır Sultanlığı idi ve onlarla da savaşmaya, onları ortadan kaldırmaya karar verdi. İyice şımarmıştı ve Fatih Sultan Mehmed'i de tehdit etmeye başlamıştı. Ona yazdığı mektupta sadece "Mehmed Bey" diye hitap ederek onu küçültmek istemişti.
* Otlukbeli Savaşı:
Fatih gibi bir sultan bunu hazmedemezdi. Derhal üzerine yürüdü ve Otlukbeli Savaşı'nda onu yendi. Bundan sonra doğuya çekilen Uzun Hasan o yönde yayılmak istedi ama Otlukbeli yenilgisinden sonra iyice zayıflamıştı. Bir daha belini doğrultamadı. Uzun Hasan 1478'de öldü ve ondan sonra 6 oğlu arasında taht kavgası başladı. On sekiz yıl içinde devletin başına beş hükümdar geldi. Valiler arasında isyanlar başladı. Son hükümdar Göde Mehmed'in ölümünden sonra Uzun Hasan’ın torunlarından üçü ayrı ayrı yerlerde hükümdarlık ilân ederek devleti büsbütün parçaladılar, iç savaş başladı.
Akkoyunlular Devleti'nde hüküm süren kargaşalıktan yararlanan, İran'da Safevî Türk Devleti'ni kuran Şah İsmail oldu. Şah İsmail, ana tarafından Uzun Hasan’ın torunudur. Kuvvetli bir dinî propaganda ile Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türkmenlerinden topladığı grupları düzenlemiş ve 1502'de Safevî Devleti'ni kurmuş, az sonra da Akkoyunlu Devleti'ni ortadan kaldırmıştı. Akkoyunlular Osmanlı ordu teşkilâtını esas almışlardı. Kültür, sanat ve edebiyat bakımından da İran ve Osmanlı tesirinde kalmışlardır.”
Artısıyla, eksiğiyle, tarih sahnesinde meydana gelen taht ve “İlay-ı Kelimetullah” kavgaları ve savaşları tartışılabilir, hatalar üzerinde durulabilir, ancak yalanlarla saldırmak ve çamur atmak bize bir şeyler getirmez, kazandırmaz. Yılmaz Özdil gibi cahillere, kendini ve tarihi bilmezlere bu sahada yazı yazmak hiç, ama hiç düşmez…
Yalakalık nedir, kimler yapar, nasıl yapılır, bunu bu tür adamlar, yazarlar daha iyi bilir, çünkü kendileri aynen yaşarlar…
Yazımı bir dörtlük GÜL DİKENİ ile bitirmek istiyorum:
HADRİ ORADAN BE, DARVİN KAFALI,
BENİM ECDADIMA SALDIRAMAZSIN.
SATILIK, KİRALIK, KARA YAFTALI,
ASLINI SÖYLERSEM KALDIRAMAZSIN..