Kurtuluş Savaşında İngiliz Algısına Karşı Bediüzzaman’ın Cevabı
İstanbul’u işgal eden İngilizler propaganda silahını kullanarak yaptıkları iş şirin göstermeye çalışıyorlardı.Yayınladıkları bildirilerde kamuoyunu kendi yanlarına çekmek için sürekli yaptıkları gibi cerbeze ve demogojinin büyüsüne sarılmışlardı.
Bediüzzaman Said Nursi İstanbul’da yayınladığı karşı bildirilerde onların bu hain cerbeze ve demogoji dolu propagandalarını çürütmüş,tesirsiz hale getirmişti.Bu neticeyi gören İngilizlerin işgal kumandanı Amiral Sir John De Robeck Said Nursi’nin derhal yakalanıp kurşuna dizilmesi emrini vermişti.
Şimdi isterseniz İngilizlerin algı operasyonları ve Bedizüzzaman Said Nursi’nin onları nasıl çürüttüğüne göz atalım.
Bediüzzaman ingilizin tüm algı operasyonlarına karşı dostu Eşref Edip Beyin yardımıyla Hutuvat-Sitte isimli bildirisini yayınlar.Bildirinin gerekçesini şöyle açıklar:
“İstanbul’u işgal eden İngilizlerin başkumandanı, İslâm içinde ihtilaf atıp hatta Şeyhülislâm ve bir kısım hocaları kandırıp bir biri aleyhine sevk ederek itilafçı, ittihadçı fırkalarını birbiriyle uğraştırmasıyla Yunan’ın galebesine ve Harekât-ı Milliyenin mağlubiyetine zemin hazırladığı bir sırada, İngiliz ve Yunan aleyhinde ‘Hutuvat-ı Sitte’ eserimi Eşref Edib’in gayretiyle tab’ ve neşretmek ile o kumandanın dehşetli planını kıran ve onun idam tehdidine karşı geriye çekilmeyen...” (Şualar, s. 448.)
Bediüzzaman’ın da açık bir şekilde belirttiği gibi İstanbul’da en büyük, en ehemmiyetli ve en tesirli vatani vazifelerden birisi de “Hutuvat-ı Sitte” adlı eserini Eşref Edib’in gayret ve yardımıyla neşretmesidir. Basılan bu eser, işgal altındaki İstanbul’da elden ele dağıtılır. Düşmanın altı adet hatvesini / planını, yani aldatmalarını teşhir eden bu eser gizli basılmış ve matbaa ismi verilmemiştir. (21.10.2010 Milli Gazete, Eşref Edip Bediüzzaman Said Nursi Dostluğu üzerine)
Batı’nın bu günde kullandığı algı operasyonları ve onları çürüten , etkisiz hale getiren hatta aleylerine çeviren bildiri aşağıda verilmiştir.
Hutuvât-ı Sitte(Şeytanın Altı Hilesi,Desisesi)
[1] وَلاَ تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
Her bir zamanın insî bir şeytanı vardır. Şimdi beşerde insan sûretinde şeytanın vekili olan ruh-u gaddar, fitnekârane siyasetiyle cihanın her tarafına kundak sokan el-hannas, altı hutuvâtıyla âlem-i İslâmı ifsad için insanlarda ve insan cemaatlerindeki habis menbaları ve tabiatlarındaki muzır madenleri, fiilî propaganda ile işlettiriyor, zayıf damarları buluyor.
Kimi(nin) hırs-ı intikamını, kimi(nin) hırs-ı câhını, kimi(nin) tamahını, kimi(nin) humkunu, kimi(nin) dinsizliğini, hatta en garibi, kimi(nin) de taassubunu işletip siyasetine vasıta ediyor.
BİRİNCİ HATVESİ: Der veya dedirir:
“Siz kendiniz de dersiniz ki: Musibete müstehak oldunuz. Kader zâlim değil, adalet eder. Öyleyse, size karşı muameleme razı olunuz.”
Şu vesveseye karşı demeliyiz: Kader-i İlâhi isyanımız için musibet verir. Ona rızadâde olmak, o günahtan tevbe demektir. Sen ey mel’un! günahımız için değil, İslâmiyetimiz için zulmettin ve ediyorsun. Ona rıza veya ihtiyarla inkıyad etmek—neûzü billâh—İslâmiyetten nedamet ve yüz çevirmek demektir.
Evet aynı şeyi—hem musibettir—Allah verir, adalet eder. Çünkü günahımıza, şerrimize zecren ondan vazgeçirmek için verir. O şeyi aynı zamanda beşer verir, zulmeder. Çünkü, başka sebebe binaen ceza verir. Nasıl ki düşman-ı İslâm, aynı şeyi bize icra ediyor. Çünkü Müslümanız.
İKİNCİ HATVESİ: Der (ve dedirtir):
“Başka kâfirlere dost olduğunuz gibi bana da dost ve taraftar olunuz. Neden çekiniyorsunuz?”
Şu vesveseye karşı deriz:
Muavenet eli(ni) kabul etmek ayrıdır. Adavet eli(ni) öpmek de ayrıdır. Bir kâfirin her bir sıfatı kâfir olmak ve küfründen neş’et etmek lâzım olmadığından, İslâmın eski ve mütecaviz bir düşmanını def’ için, bir kâfir muavenet eli(ni) uzatsa, kabul etmek İslâmiyete hizmettir.
Senin ise, ey kâfir-i mel’un, senin küfründen neş’et eden teskin kabul etmez husumet elini öpmek değil, temas etmek de İslâmiyete adavet etmek demektir.
ÜÇÜNCÜ HATVESİ: Der (veya dedirtir):
“Şimdiye kadar sizi idare edenler fenalık ettiler, karıştırdılar. Öyleyse bana razı olunuz.”
Bu vesveseye karşı deriz:
Ey el-hannas! Onların fenalıklarının asıl sebebi de sensin. Âlemi onlara darlaştırdın, damar-ı hayatı kestin, evlâd-ı nâmeşruunu onlara karıştırdın. Dinsizliğe sevk ederek dini rüşvet isterdin. Onlara bedel seni kabul etmek, yalnız müteneccis su ile necis olmuş bir libası, hınzırın bevliyle yıkamak demektir. Sen yalnız hayvancasına muvakkat bir hayat-ı sefilâneyi bize bırakıyorsun; insanca, İslâmca hayatı öldürüyorsun. Biz ise hem insancasına, hem Müslümancasına yaşamak istiyoruz. Senin rağmına yaşayacağız!
DÖRDÜNCÜ HATVESİ: Der (veya dedirtir):
“Sizi idare eden ve bana muhâsım vaziyetini alanlar—ki Anadolu’daki sergerdeler(i)dir—maksatları başkadır. Niyetleri din ve İslâmiyet değildir.”
Şu vesveseye karşı deriz:
Vesilelerde niyetin tesiri azdır. Maksadın hakikatini tağyir etmez. Çünkü maksut, vesilenin vücuduna terettüp eder; içindeki niyete bakmaz.
Meselâ, ben bir define veya su bulmak için bir kuyu kazıyorum. Biri geldi, kendini saklamak veya orada muzahrafatını defnetmek için, bana yardım ederek kazdı. Suyun çıkmasına ve define bulunmasına niyeti tesir etmez. Su, fiiline, kazmasına bakar, niyetine bakmaz. Bunun gibi, onlar bizi Kâbe’ye götürüyorlar. Kur’ân’ı yüksek tutmak istiyorlar. Bütün felâketimizin menbaı olan Avrupa muhabbetine bedel, husumetini esas tutuyorlar. Niyetleri ne olursa olsun, bu maksatların hakikatini tağyir edemez.
BEŞİNCİ HATVESİ: Der:
“İrade-i Hilâfet, siyasetimin lehinde çıktı.”
Şu vesveseye karşı deriz:
Bir şahsın arzu-yu zâtîsi ve emr-i hususîsi başkadır, ümmet namına emin olarak deruhte ettiği emanet-i Hilâfetten hasıl olan şahsiyet-i mâneviyenin iradesi bambaşkadır. Bu irade bir akıldan çıkıp, bir kuvvete istinad ederek, âlem-i İslâmın maslahatını takip eder. Aklı ise, şûrâ-yı ümmettir; senin vesvesen değil. Kuvveti müsellâh ordusu, hür milletidir; senin süngülerin değildir. Maslahat da muhitten merkeze nazar edip İslâm için faide-i uzmâya tercih etmektir. Yoksa, aksine olarak merkezden muhite bakmakla âlem-i İslâmı bu devlete, bu devleti de Anadolu’ya, Anadolu’(yu) da İstanbul’a, İstanbul’u da hânedân-ı Saltanata tearuz vaktinde feda etmek gibi hod-endişâne fikir ve irade, değil Vahdeddin gibi mütedeyyin bir zât, hatta en fâcir bir adam da, yalnız ism-i hilâfeti taşıdığı için ihtiyarıyla etmez. Demek, mükrehtir. O halde ona itaat, adem-i itaattir.
ALTINCI HATVESİ: Der ki:
“Bana karşı mukavemetiniz beyhudedir. Müttefikiniz beraberken yapamadığınız şeyi şimdi nasıl yapacaksınız?”
Şu vesveseye karşı deriz:
En ziyade hile ve fitne kuvvetiyle ayakta duran azametli kuvvetin bizi ye’se düşürmüyor.
Evvelâ: Hile ve fitne, perde altında kaldıkça tesir eder. Zâhire çıkmakla iflâs eder, kuvveti söner. Perde öyle yırtılmış ki, senin yalan, hile, fitne(n) hezeyana, maskaralığa inkılâp edip akim kalıyor. Bu defaki Anadolu’ya karşı...... gibi...
Saniyen: O kof kuvvetin yüzde doksanı sana karşı itilâf kabul etmez. Muhâsım bir cereyan, atâlete mahkûm ediyor. Fazla kalan kuvvetinle dert ve dermanda müşterek olan âlem-i İslâmı susturacak, depretmeyecek derecede eski(si) gibi bir istibdat altında tutmaya ihtimal versen, şeytan iken eşeğin eşeği olursun.[2]
Salisen: Madem ki öldürüyorsun. Ölmek iki sûretledir:
Birinci sûret: Senin ayağına düşmek, teslim olmak sûretinde ruhumuzu, vicdanımızı ellerimizle öldürmek, cesedi de güya ruhumuza kısasen sana telef ettirmektir.
İkinci sûret: Senin yüzüne tükürmek, gözüne tokat vurmakla ruh ve kalbimiz sağ kalır, ceset de şehit olur. Akide faziletimiz tahkir edilmez; İslâmiyetin izzetiyle istihza edilmez.
Elhasıl: İslâmiyet muhabbeti, senin husumetini istilzam eder. Cebrail, şeytan ile barışamaz.
Siyasetimizde en acınacak, en ebleh bir akıl varsa, o da öylelerin aklıdır ki, (...) milletinin ihtiras ve menfaatini, İslâmiyetin menfaat ve izzetiyle kabil-i tevfik görüyor. Burada en sefil ve en ahmak kalb, öylelerin kalbidir ki, hayatı onun himayeti altında kabul eder. Hayatımızı onun himayeti altında kàbil görüyor.[3] Çünkü, öyle bir şarta hayatımızı tâlik ediyor ki, muhal ender muhaldir.
Der: “Yaşayınız. Fakat bir tek adam bana hıyânet etse yakarım, yıkarım!”
Şayet bir adam hakka sadakat namına onun kâfirane zulmüne karşı hıyânet etse, Ayasofya’ya iltica etse, milyarlara değer o mukaddes binayı harap eder. Veyahut, bir köyde ona bir hain bulunsa, çoluk çocuğuyla mahvetmek, veya bir cemaatte ona muzır biri varsa cemaati ifnâ etmek, her vakit kendinde selâhiyet görüyor. Lânet o medeniyete ki, ona o salâhiyeti vermiş! Acaba, bütün millet bir kalbde—hem münafık, hançer-i zulmünden mütelezziz olacak ahmak bir kalbde—ittifakından daha muhal ne var?
Şeytan gibi hasis hisleri, fena ahlâkları teşci ve himaye eder, iyi hisleri söndürür. Hem insanî, İslâmî hayatı men etmekle beraber, muvakkat hayvanî bir hayatı, iki genc-i mücehhez, pençeli; ekseriyeti kazanmak için, imhayı esas program yapmış, iki kelbi iki ciğerimize musallat ederek bizi silâhtan tecrit ediyor. İşte onun himayeti, işte hayatımız !
O hasım, gösterdiği kin ve husumet harpten neş’et etme değildir. Harpten olsaydı, tabiî mağlûbiyetimizle sairlerin husumeti gibi sükûnet bulurdu. Hem hasmın, uzakta çirkin yüzündeki riyakârane çizgileri güzel zannedilirdi. Yakında görenler, inşaallah daha aldanmaz.
[4]كَمَا اَنَّ الضَّرُورَاتِ تُبِيحُ الْمَحْظُورَاتِ كَذٰلِكَ تُسَهِّلُ الْمُشْكِلاَتِ
Korkaklıkta darb-ı mesel hükmünde olan tavuk, çocukları yanında iken şefkat-ı cinsiye sebebiyle camusa saldırır. İşte dehşetli bir cesaret...
Hem darb-ı mesel olmuş: “Keçi kurttan havfı, ıztırar vaktinde mukavemete inkılâp eder. Boynuzu ile kurdun karnını deldiği vâkidir. İşte harika bir şecaat…
Fıtrî meyelân mukavemetsûzdur. Bir avuç su, kalın bir demir gülle içinde atılsa, kışta soğuğa maruz bırakılsa, meyl-i inbisat demiri parçalar.
Evet, şefkatli tavuk cesareti, hamiyetli keçi ıztırarî şecaati gibi, fıtrî bir heyecan demir güllede su gibi, zulmün burudetli husumet-i kâfirânesine maruz kaldıkça herşeyi parçalar. Rus mojikleri buna şahittir.
Bununla beraber, imanın mahiyetindeki hârikulade şehâmet, izzet-i İslâmiyetin tabiatındaki âlem-pesend şecaat, uhuvvet-i İslâmiyenin intibahıyla her vakit mu’cizeleri gösterebilir…
Dostlar !
Bu günde birlik ve beraberliğimizi hedef alan farklı savaş teknikleri ile üzerimize gelen düşmanlarımız, algı operasyonlarını özellikle içimizden devşirdikleri hainlerle yapmaya çalışıyorlar.
Bediüzzaman Said Nursi’nin 56. Vefat yıldönümünde hem onu rahmetle anmak hem de tarihte başarıyla yapılmış bir çalışmayı günümüze yansıtarak mücadelemize katkı yapmak istedik.
Bediüzzaman Said Nursi’ye Allah’tan rahmet diliyorum.
[1] “Şeytanın izini takip etmeyin.” Bakara Sûresi, 2:168, 208; En’âm Sûresi, 6:142.
[2] : Hey ekpekü’l-küpekâ! Köpekten tekepküp etmiş köpek!
[3] Allah kimseyi şaşırtmasın, şaşırtırsa süründürmesin, süründürürse çektirmesin, çektirirse rezil etmesin, rezil ederse perişan etmesin, perişan ederse sersem, âvâre etmesin.
[4] Zaruretler, yasakları mübah kıldığı gibi zorlukları da kolaylaştırır.