Kürtçe de Seçmeli Ders Olduğunda
Kürtçenin okullarda ders olarak okutulup okutulamayacağı tartışması nihayet Başbakan T. Erdoğan’ın 12 Haziran 2012’de Kürtçe ve diğer dillerin yeterli talep olması halinde okullarda seçmeli ders olarak okutulacağı” açıklaması ile nihayet sona erdi gibi.
Bu karar tarihi bir adım sayılır. İlk defa Türkiye’de Kürtçe ve diğer dillerin talebe bağlı olarak okullarda seçmeli ders yapılması, 90 yıldır resmi dilin dışında yalnızca batı dillerini öğretmekle programlanmış bir eğitim kurgusu içinde önemli bir adımdır. Hatta teslim etmek gerekir ki bundan da fazlası olmuştur. Çünkü bütün iddiaların aksine, Kürt ırkçılığını kışkırtma ve kutsamalara rağmen 90 yıl önce Türkiye’de Kürtçe eğitimi yasaklanmış değildir. Olmayan bir yasağı sabah akşam tekrarlamanın cehaletini bir haz olarak yaşayanlara fazla söze gerek yoktur. Fakat konuyu bilmek isteyenlere bir maruzat olmalı ki, Osmanlıların geleneksel eğitim kurumları, İslami ilimler diye bilinen bilgileri öğretmekle sınırlıydı. Tanzimat’la birlikte II.Mahmut döneminde Nizami mekteplerin açılması ile birlikte, bu okullarda Türkçenin öğretilmesi de zorunlu derslerden sayıldı. Bu durum gelişerek Cumhuriyet döneminde de devam etti. Türk nüfusun meskun olduğu bölgelerde Türklere hizmet veren medreselerde Türkçe eğitimi aslında nasıl “yok denecek bir düzeydeyse”, Kürt nüfusun meskun olduğu bölgelerde Kürtlere hizmet veren medreselerde de Kürtçe eğitimi aslında “yok denilecek bir düzeyde” idi. Tanzimat ile başlayan Türkçenin okullarda ders olması ve giderek Türkçe eğitim yapılması gibi bir uygulama Kürtçe için hiçbir zaman söz konusu olmadı. Bundan dolayı Kürtçe eğitim/öğretimin üzerinde 90 yıldır devam eden yasak gibi iddialı sözlerin hiçbir karşılığı yoktur. Tümüyle politik ve propaganda amaçlı tekrarlardır.
Belki de Kürtçenin ders olmasını tarihte bir benzerinin de olmasını dikkate alarak birlikte düşünmeli ve bunun ciddi bir adım, belki devrim çapında bir olay olduğunu teslim etmek gerekir. Bu adımın bir diğer önemli tarafı da isteğe bağlı seçmeli ders uygulamasının Kürtçeyle sınırlandırılmamış olmayışıdır. Kabul edilmelidir ki; Türkiye’de sadece Türkler ve Kürtler yaşıyor değildir. Onlarla birlikte, Arap, Abaza, Arnavut, Boşnak, Gürcü, Zaza vb kavimlerde yaşamaktadır. Adı geçen bu toplulukların tümü kendi anadillerinin unutulmadan, kendi çocukları tarafından mümkün olan en iyi şekilde ve en uygun biçimde öğrenilmesini istemektedirler. Bu istek son derece doğal ve meşrudur.
Bazı çevrelerin bu meşru talepleri, “devlet kendi yönetimi altında yeni azınlıkların ihdası için uğraşmamalı” görüşü savunulmaktadır. Teslim edilmeli ki olay yeni bir azınlık ihdas etme olayı değildir. Vatandaşların bir bölümünün insani, doğal, meşru taleplerinin dikkate alınması ve gereğinin yapılmasından ibarettir. Osmanlı döneminde bu hakların kullanımının başlaması ile birlikte pek çok sınır değişiminin olduğu örneklerinin sıkça hatırlanması da konunun ancak bir boyutunu oluşturmaktadır. Evet böylesi olumsuz olaylar her zaman mümkündür. Ancak bundan yola çıkılarak, insanların kendi çocuklarına, kendi dillerinin öğretilmesi isteğinde de kötü bir niyet, kötü bir kasıt aramak kardeşlik hukukuyla bağdaşmaz.
İsteğe bağlı ana dilin seçmeli ders olması hakkında değişik tutumlar gözlenmektedir. Örnek olarak Boşnakların tutumu bunlardan birisidir: “Türkiye bosna hersek Kültür Dernekleri Federasyonu Başkanı Muzaffer Güneş’ten geldi: “Boşnakça, Kürtçe, vs’nin seçmeli ders olarak konmasının kaos yaratacağını düşünüyorum. Anadilimiz Boşnakçayı öğreneceksek, kendi aramızda dernekler olarak bunu yaparız. Ama seçmeli ders olarak müfredata konması uygun değil.” (Radikal Gazetesi 13 Haziran 2012). Herkesin bu tutumu tercih etmesini beklemek doğru olmadığı gibi gerçekçi de değildir.
İnsanların kendi ana dillerini, kendi okullarında bir ders olarak okumaları, “bir kaosa yol açma” ihtimali kadar, bir aidiyet duygusuna da yol açma ihtimaline sahiptir. Çünkü insan, kendisi için meşru saydığı taleplerinin tümü hiç olmazsa bir kısmının karşılanması halinde, yaşadığı ülkeye karşı daha çok aidiyet duygusu taşıyacaktır. Bu ihtimalin de yok sayılarak insani bir talebin önünde durulması doğru değildir
En başta Kürtçeyi de içine alan bu karar için, Cengiz Çandar’ın : “Kürtler artık böylesi kararlarla yetinme sınırını aşmıştır” (Radikal Gazetesi, 15 Haziran 2012) değerlendirmesi ise oldukça sorunlu bir yaklaşımdır. Çünkü burada asıl olan meşru bir talebin en uygun şekilde karşılanmasıdır. Bu talepten yola çıkılarak bu talebin sınırlarını aşan amaçlar ayrı bir başlık altında ele alınmalıdır. Bazı çevrelerin “ayrı bağımsız bir Kürdistan” tesisi için, Kürtçeyi bir zemin, bir süngü olarak kullanmaya çalıştıkları bilinmektedir. Bu çevreler için her ne yapılsa hem azdır hem de kötü niyetlidir.
Çünkü Kürtçenin de isteğe bağlı seçmeli ders yapılması kararını “Türk sömürgeciliğinin bir sonucu” gibi gören, göstermeye çalışan açıklamalar iflah olmaz bir düşmanlığı da göstermektedir. Çünkü Türkiye tarihi, dikkatle ele alındığında, Türkleşen Kürtler olduğu gibi, Kürtleşen Türkler örneğine de rastlanacaktır. Asimilasyonun tek taraflı değil iki taraflı işlediği teslim edilmelidir. Hatta iki taraflı asimilasyon örnekleri de atlanarak buradan bir sömürgecilik sonucu çıkarmak ciddi seviyedeki bir sorunlu yaklaşımın sonucudur.
Türkiye şartlarında ana dilde eğitim talebinin isabeti hayli şüpheli ve tartışmalıdır. Çünkü nüfusun bu kadar çok harmanlandığı bir ülkede, Başbakanın T. Erdoğan’ın iddiasına göre “otuzdan fazla etnik grubun yaşadığı” Türkiye’de hangi şehirlerde, hatta hangi semt ve ilçelerde hangi dille eğitimin yapılabileceği sorusunu düşünmeden ilgili ilgisiz ayetleri sıralayanların “Zimane Kurdi Zamanı) diye başlıklar atmaları sadece bir istismardır bir kışkırtma örneğidir. Kürtlerin içinden kimsenin bu istismara, bu kışkırtmaya ne ölçüde rağbet edecekleri ise zamanla daha iyi görülecektir.
Türkiye’de bir devlet kanalının Kırmanci/Kürtçeye ayrılması, Muş, Mardin gibi üniversitelerde Kürtçe Dil ve Edebiyat bölümlerinin açılması nihayet Kürtçenin de okullarda ders olması olumlu hayırlı bir gelişmedir. Bu gelişmenin Türkiye şartlarında Kürtçenin gelişmesini de büyük ölçüde arttıracaktır. Türklerin de, arkadaşları, akrabaları, komşuları, din kardeşleri olan Kürtleri memnun edecek bu gelişmelerden, bazı çevrelerin iddia ettiği gibi bir kaygı duymaları değil memnuniyet duymaları için pek çok sebep vardır. Yine Halit Yalçın’ın aktardığı gibi; Ahmedi Hani: “Ne yapayım ki kesattır pazar/Kumaşımıza yoktur müşteri’ demişti ya, işte bugün o günün sonudur. Artık Kürtçenin bir pazarı var ve kumaşına çok müşteri çıkacaktır.”(Vatan Gazetesi- 13 haziran 2012).
Kürtçenin de ders olması, bir pazarının olması kimsenin zararına değildir. Aksine Türkiye şartlarında bir arada barış içinde kardeşçe yaşamanın da bir gereği bir sonucu olarak ele alınmalıdır.
Ancak bütün bu olup bitenlerin, yendik-yenildik çerçevesi içinde değil, olması gereken, doğru olan bir işin yapılması diye ele alınması daha doğru daha mantıklı olur. Unutulmamalı ki, Türkiye’de Sümer Dili ve Edebiyatı diye bölümler varken, bunlarla ilgili eğitimler yapılırken, Kürtçe, Arapça, Arnavutça, Zazaca vb diller hakkında okullarda, üniversitelerde hiçbir eğitimin, hiçbir çalışmanın yapılmıyor olması bir olağan dışılıktır. Şimdi aslında isteğe bağlı olarak bu ana dillerin de ders yapılması kararı ile bu olağan dışı durum tasfiye dilmiş, olağan bir hale geçilmiştir. Bu olağan halin uygulamasında bazı yanlışlıklar, bazı terslikler olabilir. Bazı istismarcılar, kışkırtıcılar görülebilir. Bunlar işin aslı değildir. Türkiye kendi tarihine yakışan, kendi halkıyla toplumuyla uyumlu ve barışık olacak bir kararı almıştır. Bu yönüyle bile olsa olay bütün toplumun faydasına, hayrına sayılacak bir olaydır. Meseleyi sadece toplumun şu kadar bu kadar yüzdesini ilgilendiren ama çoğunluğun da ilgisiz hatta kaygı duymasına yol açacak bir gelişme olarak görülmemesi icap eder.