content

ikradan-mahyaya-aydinlanma

11 Oca

Kürt Sorununu Müslümanca Çözmek

Daha bundan birkaç yıl önce herhangi bir konu ile alakalı bir ayet, bir hadis veya İslam âlimlerinden bir müçtehidin görüşü dile getirilseydi “ne yani, orta çağ kanunları geri mi gelecek? 1400 yıl öncesine mi döneceğiz” diye kıyametler kopartılırdı.

Dinini öğrendiği gibi yaşayan bir halkın -velev ki ciddi yanlışları olsa da- kendi kutsal Kitabından ve dini metinlerden, önderlerden çözüm için çıkarsamalarda bulunmaları kadar doğal bir şey var mı? 

İşte bunu halkımıza çok gördük,

Her türlü soruna bir tek dini referansa dayalı olmayan çözüm önerilerini “Amerika’nın keşfi” gibi aldık, denedik, yanıldık ama her seferinde aynı yanlışı sürdürdük.

Daha önce de yazmıştım;

Siz 20 yıl da 1000 kere değil, 1 yılda üç kere aynı yolu denediğiniz halde varmak istediğiniz hedefe varamamışsanız, yapılacak en akıllıca iş bugüne dek başvurduğunuz o yolları değiştirmektir. Ama biz ne yaptık?

Çözümsüzlüğe götüren bütün yolları defalarca denedik, ancak İslami olarak algılanabilecek bir tane adım atmadık. 

Özellikle Kürt Sorununu çözmek için “İslami çözüm” konusunda bir tek kere olsun parmağımızı kıpırdatmadık. 

Şimdi ise inancım o dur ki yeryüzünün esenliğine yetecek olan kendimize ait, hazine gibi bir “çözüm sepetimiz” var. O sepetin içinde de hepimize yetecek devalar mevcuttur. 

Bizi bilen bilir, 

Dinleri ve kutlu elçileri karşı karşıya getirmeyiz. Zira her dinin inananları (mü’minler) kendi dinlerini “mutlak doğru” bildikleri için kabul etmişlerdir. Bizler de hiçbir resulun (selam üzerlerine olsun) arasını ayırmayız. Bizim için hepsi aynı hakikatin silsilesidirler.

Ancak bütün insanlık ailesine esenlik va’d eden hakikatin bizim kutsal metinlerimizde olması bizi kibirlendirmeden gururlandırıyor.

Nedir bu?

“Dillerimizin, renklerimizin farklı oluşunun Allah’ın ayetlerinden” olması mesela.

“Sizler bir tarağın dişlerisiniz” ilkesi mesela. 

Mesela “Kendimiz için istediğimiz (iyiliğ)i başkaları içinde istemediğimiz müddetçe iman etmediğimiz” anlayışı mesela.

Mesela “Bütün insanların ya dinde ya da Adem’de kardeş olmaları” gerçeğimiz…

Hiçbir kişi ve/ya ırkın başka bir kişi ve/ya ırka üstünlüğünün olmadığı ve fakat üstünlüğün Allah’a, insanlara ve tabiata karşı sorumluluklarının bilincinde olup bu espriye uygun yaşamada (taqwa) olduğu inancı mesela. 

Mesela “Bir kavme olan kinimizin adaletsiz olmamıza izin vermeyişi”, “Aleyhimize de olsa hak ve hakikati ayakta tutmamızın gerekliliği”…

Ayet ve hadislerden inanan, inanmayan, dil, renk, bölge, sınıf ayırımı yapmadan herkesin doğuştan/varoluşsal haklarının teminat altında olmasıyla ilgili yüzlerce emir ve ilke bulabiliriz. 

Şimdi bu anlayışla bizler inancı, düşüncesi, ırkı ne olursa olsun bütün vatandaşlarımızla eşit haklara sahip bir şekilde yaşamayıp da ne yapalım ki? Hakların insafa terk edilmeyecek kadar değerli olmasıyla beraber, zerre-i miskal kadar insafı, merhameti, vicdanı, anlayışı olan buna hayır diyebilir mi? 

“En çok ben eşit, en çok benim hakkım” demek kime ne kazandırdı? Artık biliyoruz ki güç-erk “aramızda dolaşıp duran bir imkân” ve bunu herkes için adil bir şekilde kullanmadığımız sürece kimse rahat etmeyecektir. Bugün güçlü olanlar şu kadar yıl sonra zayıf düşüp muhaliflerine davrandığı gibi muamele görmekten kurtulamazlar. Sair dönemlerde de başka bir taraf gücü eline geçirip daha öncekilerin kendilerine reva gördüklerini onlara uygularlar. Anlayacağımız bu kısır ve zalim döngüde sadece kan, gözyaşı ve dünya dolusu zulüm kalmaktadır.

Şimdi daha spesifik bir konuyla yazımızı somutlaştıralım; 

60 bine yakın insanımızın kanına sebep olan ve halen can almakta olan ve de bütün yolları-metodları denediğimiz halde sonuç alamadığımız bir Kürt Sorununu acaba “müslümanca” düşünüp çözüme kavuşturamaz mıyız?

Müslümanların “evrensel olan dini buyruklarından” hareketle bu sorunu kaybedeni olmadan ve herkesin kazanacağı bir çözüme kavuşturması mümkün değil mi?  

İddia ediyorum ki mümkündür. 

Nasıl mı?

İslamın eşitlikçi yönü esas alınarak,

İslamın adalet ilkesi ekseninde çözüm aranarak, 

İslamın hakkaniyet boyutu göz ardı edilmeden,

İslamın insana bakışı temelinde olaya yaklaşılarak,

İslamın zalim-mazlum-zulm,

İslamın hak-hakikat-adl kavramlarının içi doldurularak bu sorun neden çözülmesin ki?  

Şimdi dini referanslarımızın ışığında olaya bakalım. Ama öncelikle belirtmem gerekir ki sizlere dini terminoloji ile konuyu empoze hadsizliğinde bulunmayacağım için “sade” olması açısından birkaç ayet-hadisle konuyu anlatmaya çalışacağım.

Yaradanımız, Allah cc. bize öncelikle “inananlar kardeştir” (Hucurat/10) diyor ve;

“Ey iman edenler! Öz benliğiniz, anne-babanız, yakınlarınız aleyhine de olsa, zengin veya fakir de olsalar, adaleti dimdik ayakta tutarak Allah için tanıklık edenler olun.” (Nisa/135)

Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. (Rum/22) 

Dinimizi bize sunan-öğreten Peygamber as. “insanlar bir tarağın dişleri gibi/eşit/dirler” buyuruyor.   

Keza Peygamber as. “kendiniz için istediğinizi kardeşleriniz için de istemedikçe iman etmiş olmazsınız” (Buhari, İman; 7) buyuruyor… 

Sadece bu beş (ayet ve hadisten) hareket edebilirsek biz, ne güzellikleri paylaşmayız ki? 

Beraber, esenlik içinde yaşamamız için neden söz konusu buyruklara uymayalım da düşman olarak kalalım?

1. Bütün insanlık ailesi (dili, ırkı, rengi farklı olsa da) Allah’ın ayetlerindendir. Burada Allah’ın “Türk/çe ayetini neden Allah’ın Kürt/çe ayetine üstün kılalım? Ya da neden bir dilii diğer dillerden daha çok önemseyelim? Ayet ise ikisi de ayet.

Ama birinin daha çok kullanılır olmasının “demografik-sosyolojik, konjonktürel, siyasi, anlama-anlaşma” gerekçeleri varsa buna da kimsenin itiraz etmemesi gerekir. 

2. Bütün insanlar “bir tarağın dişleri gibi müsavi/eşit ise” neden bazılarının (Türkler) diğer bazılarından (Kürtler) daha fazla hakları olsun? Anayasa ve yasalar bütün farklılıkları dikkate alarak herkesi eşit haklara sahip kılmalıdır. Zira dinimiz bunu emrediyor. 

3. Kendinize (Türklere) istediğiniz dil, (dilin her türlü serbestisi; eğitim-öğretim, basın-yayın-yayım, yerel ölçekte kimi konularda yazışma dili vs) kültür, (edebiyat, sanat, örf-adet) ve kimlik haklarını neden başkaları (Kürtler) için de istemeyelim? Eğer bu insani ve kardeşlik hukuku gereği hakları esirgersek “kendimiz için istemediğimizi kardeşlerimiz için istemekle” Resul-i Ekrem’in hadisi gereği düştüğümüz durumu “İslami”lik/Müslümanlıkla nasıl bağdaştırabiliriz? Hem öyle basit bir endişe değil, “iman ediş” ile alakalı bir endişe/tehlike var. 

Ne buyurmuştu Resul as. bakalım; 

“Kendiniz için istediğinizi kardeşiniz için de istemediğiniz müddetçe iman etmiş olmazsınız” buyuruyor. Şimdi; 

Birileri kalkıp bunu parantezlerle (en fazla ‘kâmil iman etmiş olmazsınız’a çekebilir. Oysa orijinal metinde “kâmil” denmiyor) hafifletebilse de neticede imanı zedeleyen bir durum olduğunda şüphe bulunmuyor. 

Peki,

Müslüman’ın hedefi imanını kâmil kılarak halkın her kesimini esenliğe kavuşturmak iken, bizim hedefimiz ırkı yüceltmek mi olmalıdır? Bu soruyu sizlere/bizlere haksızlık telakki ediyorum. Ama durum tam da bu değil mi?

Bakınız, Kürt kardeşlerinizin dili ile ilgili (Kültür bakanlığının son tercümeleri hariç) 80 yılda tek bir tane eser basılmadı. Hatta bu şaheserler Türkçe de basılmadığı gibi Kürt düşünürler, bilgeler ve uleması görmezden gelindi. Bu tek tipçi anlayış yüzünden Ahmedé Xané gibi İslam dünyasının yıldızlarından birini Kürtler gibi Türk kardeşlerimiz de tanıyamadı. Mela-i Ciziri gibi bir deha tanınmadı. El-AMİDİ gibi bir bilgenin Kürt olduğu bilinmedi. Cigerxwin gibi bir şair görmezden gelindi… İslami camia da bir kere olsun bunlara “etmeyin” deme gereği duymadı. 

Ama artık anladık ki bizi (Türk-Kürt, Sünni-Alevi, Laik-Dindar olarak) bölüp-parçalayıp-yönetme esaslı kurulan düzen, bunda 80 yıl boyunca başarılı olmuştu da. Nitekim bu başarılarını! son 28 yılda 60 bin çocuğumuzun kanını emerek sürdürdüler. 

Buna yeter diyoruz. Her türlü yolu denedik ama “müslümanca çözüm” için bir şey yaptığımız söylenemez.

İlkesel olarak olaya “müslümanca” bakıp yine “müslümanca” çözmeye talip olursak teferruat kolay çözülür. 

Paranoyaya dönüşen “bölünme, taviz, büyük devlet hamasetinden kaynaklı çekinceleri” bir tarafa bırakarak soruna yaklaşalım ve,

Mesela,

Hazırlanacak olan yeni anayasada etnik vurgu veya vurgusuzluk beraberliğimize yaraşır olmalıdır. (Kimlik eşitliği) 

· Anayasa 74 milyon insanımızın bütününü, inanç(sızlık) özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, kültürel özgürlüklerle kucaklayacak anlayışla hazırlanmalı. (Hakların eşitliği) 

· Kürt dili ve ülkede yaygın diğer dillerle ile ilgili bir kısıtlamanın olmaması esas alınmalı. Dillerin eğitim-öğretimde kullanılmasına imkân tanınmalı ve dahası, bunca zamanın kaybı desteklerle telafi edilmeli. 

·  Kürt edebiyatına ait eserler hem Kürtçe hem de Türkçe basılmalıdır. Tabi diğer kardeşlerimizin dilinde varsa onları da düşünmek gerek. 

· Kürt kahramanlar, bilgeler ve ulemasına ait biyografi çalışmaları hızlandırılmalı ve buna teşvik edilmelidir. (Kültürel eşitlik) 

· Daha önceleri Kürtçe olan köy, dağ, ova vb yerlerin isimleri ya iade edilmeli ya da vatandaşların kendilerinin belirleyecekleri yeni isimlerle değiştirilmesine imkân verilmelidir. (Resmiyette ‘kargaşa endişesine binaen’ iki isim beraber de kullanılabilmeli) 

· Her şeyden önemlisi bu saydığımız hakların anayasal ve yasal güvencelere kavuşturulması gerekmektedir.(Hukukta eşitlik) 

· Özellikle Federe Kürt yönetimi (Kürdistan hükümeti) ile anlaşarak sınırların güvenli ve serbest olması sağlanmalıdır.(Komşuluk hukuku) 

· Bu yapılacakların yanı sıra her ne sebeple olursa olsun eline silah alıp PKK saflarına katılanların evlerine -Türk ve Kürt kamuoyunda sıkıntıya düşülmeyecek bir formülle- ailelerine kavuşmaları sağlanmalıdır. Siyasi tutukluların avfı ya da cezaları ertelenmeli, “Habur kazası” benzeri bir zorluk yaşamadan barışın, ebedi barışın siyasi ve ekonomik adımları atılmalıdır.(Kardeşlik hukuku ve inşası)

Köy yakmalarından kaynaklı olsun, güvenlik endişesinden dolayı kırsalda mağduriyet yaşayanlar olsun herkese ekonomik destek sağlanmalıdır.

Kimse on asırlık kardeşliğimizi bize çok görmemelidir. Ancak eşitlik ve hakkaniyet olmadan da kardeşlik sadece laft/sözde kalmaya mahkûmdur. Bu sebeple saydığımız eksikliklerin zaman kaybetmeden tamamlanması kaçınılmazdır. Göz ardı edilmemesi gereken husus PKK bu sürecin sağlıklı yürümesi için her türlü eyleme son vermeli ve sınır dışında bulunmalıdır.

Son olarak, 

Bizler “insanın yaşama hakkını” belirleyen Ayet-i Kerime’nin vermek istediği mesajdan hareketle, yani “bir insanı … öldüren bütün insanları öldürmüştür. Kim de bir canı kurtarırsa bütün insanları/insanlığı kurtarmıştır” ilkesinden yola çıkarsak “bir insanın hakları da bütün insanlığın hakları gibidir” olarak algılasak Kur’an-ı Mubin’in oluşturmayı hedeflediği bilince ve topluma ne kadar da yaklaşmış oluruz? 

Evet,

Bizler dinimizin prensiplerinden yola çıkarak Kürt Sorununu “hiç kimsenin ciddi bir rahatsızlık duymayacağı şekilde” çözüp, onca yıldır yaşadığımız ızdırapları ebedi barış ve kardeşliğe tahvil etmemiz kaçınılmazdır.

Din de, evrensel normlar da, akl-ı selim de, vicdan da ve en güzeli (Türk-Kürt) halklarımız da bu sorunun hak-hukuk-adalet-hakkaniyetle çözülmesinden yanadır. Yetkililer de uygun görüyorlarsa buyurun;

 Sahi, ne/yi bekliyoruz?

Etiketler : , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank