Kürt Sorununa İslami/Müslümanca Çözüm
Sordular?
—Neden Kürt sorununa İslami çözüm?
Anlamasına anlamıştım da “hin”liğimden sordum;
Nasıl “neden İslami çözüm”?
—Yani bu soruna İslami bir çözüm aramak nereden ve nasıl çıktı?
….
Sessizliğimi beğenmediğinden olsa gerek;
—Yani İslami çözüm nereden icap etti ve bu çözümün İslamîsi nasıl olacak?
Anladığımı his ettirerek,
Bu memlekette en olmaz “şey”e demokratik çözüm bulunabiliyor, liberal, global emperyalist ve kapitalist ve de komünist çözüm önerileri havada uçuşabiliyor… Bu önerilerin bugüne değin çözüm olup olmadığını da herkesle tartışabiliriz. Adına çözüm dedikleri önerilerin pek çoğunun çözümsüzlükten öte bir işe yaramadığını da gördük. Zira inkâr ağırlıklı söylemler tutmayınca asimilasyon politikaları devreye sokuldu. Entegrasyon fikri, toplumu bozamayacağını anlayan çevrelerin bu sorundaki yeni “çözüm” politikası oldu. Velhasıl çözümsüzlük bir kadermiş gibi gösterildi. Aydınların, insan hakları temsilcilerinin ve evrensel hukuk normlarını isteyenlerin çabaları takdire şayan olsa da dikkate alınmadı.
Sıra Müslümanların çözüm önerilerine gelmişti. Aslında çok geç kalınan bir teşebbüs olmakla beraber yeni bir başlangıç için son derece ehemmiyet arz ediyordu.
Herkesin çabasına iyi niyet ön kabulüyle yaklaşıldığında değerliydi. Ama Müslümanların kendi dini esaslarından, kaynaklarından, müktesebatındaki çözüm arayışı çabalarına;
-“Neden ve nereden icap etti” gibi tuhaf sorularla taciz atışlarının başlaması manidardır.
Tamam, anlıyoruz;
Müslümanlar asırlarca ellerinin altındaki çözüm üretecekleri menba’a “sırf yetkinliklerine olan güvensizlikten dolayı” dokun(a)madılar. Oysa bugün artık memlekette kendini bilen, nefsini bilen, Rabbini tanıyan ve Rabbinin yeryüzündeki halkının dertlerini dert edinen bir topluluk bulunmaktadır. Böyle bir sorunu bu sorumluluk ve duyarlılıkla kendilerine görev addedenler çözümlerini ortaya koydular. Bunun neresi garip?
Gelelim “İslami çözüm” sorunsalına!
İslam insanların/inananların ilişkilerini belirlemede başat rol oynamaktadır. Öyle ki birey ve toplum ilişkilerini sabit kriterlere bağlayan din bu konuda insana hemen hemen inisiyatif hakkı tanımamıştır. Din va’z eden Xaliq (Halik) beşeri ilişkilerde insanı -inancıma göre insanı benliğiyle, zaaflarıyla, ihtiraslarıyla vs. çok iyi bildiğinden olsa gerek- bağlayıcı emirlerle mükellef hale getirmiştir.
İnsanların yaşama haklarının kutsallığı,
İnançlarını yaşamalarındaki serbestîsi, insanlar tarafından engellenemez. Bütün insanların eşitliği ilkesi gereğince ve her farklılığı ilahi hikmet ve O’nun ayeti/mucizesi mucibince değerlendirdiğimizde kardeşliğin, insanca yaşama haklarının hiç kimse tarafından sınırlandırılamayacağını anlamakta zorlanmayız. Böylece kendimiz için istediğimizi ve kendimiz için istemediğimizi başkaları için de aynı minvalde düşünmeliyiz. Eşitlikse bu, kardeşlikse böyle inanmalı ve yaşamalıyız.
Bu ülkede 80 yıl boyunca daima “birileri”nin hakkı vardı. Hakk(ları)ı gasp edilmiş kesim için ise olumsuz/kötü yakıştırmalar reva görülüyordu. Kuyruklu Kürt, imansız Alevi, yobaz/mürteci/dindar vs.
Oysa Kur’an’ı Kerim’in oluşturduğu bilinç ve anlayış 6 milyar insanın tümünün eşit haklara sahip olduğunu olmalıdır. Bu perspektifle Kürt sorununu değerlendirme gayretlerine “nereden icab etti” demenin anlamsızlığı yadırgamıyorum. Ancak müslümanca çözüm “İslami”liğinin kuşatıcı olması esas olmalıdır.
Müslüman’ca çözüm önerilerini yadırgamayıp kendimizden çareler olarak değerlendirmemiz kendi gerçekliğimizle uyumludur.