Aynı gazete bugünlerde de, Rothschild ailesine ait
HSCB Bank üzerinden ‘
Swissleaks’ olarak tanımlanan İsviçre bankalarındaki gizli hesaplara yatırılan paralarla ilgi
li Fransa mahreçli haberleri yayınlıyor.
İsviçre, 385 bankası ve gizli banka hesapları ile ünlü bir ülke. Buradaki gizli hesapların sahiplerinin genellikle kimler olduğu tahmin edilse de, her zaman haklı bir merakın konusudur. Gizli banka hesapları denilince ilk akla gelen ülke elbette İsviçre’dir. Ancak 160 km²'lik yüzölçümüyle dünyanın en küçük ülkesi unvanına sahip, para olarak İsviçre Frankı’nı kullanan ve İsviçre’nin komşusu Lihtenştayn Prensliği’ni de unutmamalı.
Avrupa’nın tam göbeğinde yer alan İsviçre, 26 kantondan oluşan bir federasyon. 2002’ye kadar BM üyesi bile olmadığı halde, çoğu BM’ye ait 200 kadar küresel örgüte merkezlik eder. Hem Avrupa organlarının kurucusudur, hem de AB üyesi değil.
Dünya ekonomisinin kalbi olmasına karşın, ‘İsviçre milleti’ diye bir millette yok. Birinci ve ikinci cihan harbinde bütün Avrupa yangın yerine dönmüşken -birkaç yanlış bomba isabeti dışında- Hitler dahi kimse bu ülkeye dokunmamış.
1897’deki Siyonizm’in ilk kongresi bu ülkenin Basel şehrinde toplanırken, Osmanlı Devleti de, temeli Tapınak Şövalyeleri’ne dayanan bu ülkenin Lozan’ında pay edilir. Resmi bayrağı sadece beyaz zemin üzerinde bir haç olan ülkenin, flama ve bayraklarının pek çoğunda Tapınakçılar’ın sembolleri yer alır.
Erdoğan’ın “one minute” çıkışını yaptığı Davos bu ülkenin bir kasabası. Hiçbir özelliği olmayan Davos’u ünlü kılan şey, Rothschild ailesinin önemli fertlerinden birinin burada ölmesi ve onun anısına Küresel Ekonomik Formu’nun düzenlenmesi.
İsviçre, Hitler Almanya’sından kaçan Yahudilerin paralarının aklanmasına yardımcı olmakla kalmaz, aynı zamanda Almanya’ya karşı yürütülen istihbarat faaliyetlerinin merkezliğini de üstlenir. İkinci cihan savaşı sonrasında, Hitler’in hazinesinin İsviçre merkez bankası olan Swiss National Bank’ında adının karıştığı bir operasyonla Vatikan Bank’a kaçırıldığını, ABD’de 1998’de resmen kabul eder.
Dünyanın en önemli kimya devi olan Dupont’un yanı sıra, çok uluslu ilaç devleri Roche ve Novartis’te buralı. Dünyanın en az bilinen Siyonist zenginlerinden August von Finck ailesi de Alman kökenli olmalarına rağmen burayı mesken edinmiş.
Kimyanın yanı sıra aynı zamanda bir GDO ve tohum devi olan Dupont, General Motor ve Exxon’la birlikte, milyonlarca insanın hastalanıp hatta ölmesine yol açan ‘kurşunlu benzin’ üreterek devasa paralar kazanan bir şirket.
Nestle, ABB, Tetra Pak, Swarch, Zürih Sigorta ile Glencore ve Gunvor gibi hammaddeciler, ünlü diğer şirketlerinden bazıları…
Merkez bankalarının bankası ve dünya finans babalarının babası ‘Bank for International Settlements / Uluslar arası Ödemeler Bankası (BIS)’da, Siyonist bankerlerin girişimi ile 1930’da Basel’de kurulur. Dünya para piyasasını küresel sermayenin çıkarları doğrultusunda kontrol etmek için çalışan BIS bilgi almadan veya danışıp görüşünü sormadan, Amerika ve Avrupa merkez bankaları dâhil ne kadar finans kuruluşu varsa, bunların başta faiz indirim ve artırımı yap(a)mazlar. Türkiye Merkez Bankası’nın siyasi iradeye direnmesine bir de bu gözle bakmak gerek.
Anasol-M koalisyonu döneminde ortaya çıka(rıla)n ekonomik kriz, Kemal Derviş isimli yabancının Türkiye’ye ithal edilmesine yol açmıştı. TC kimliği de taşıyan bu ‘yabancı’ kurtarıcı(!), ilk iş olarak Türkiye Merkez Bankası’nı, milletin siyasi iktidarlarından kurtarıp, “özerkleştirmişti.” Hikâyenin bundan sonraki kısmı herkesin malumu…
Yönetimi siyasi iktidarca atanmış olmasına karşın, siyasi iradeye direnen Türkiye Merkez Bankası’nın tavrını, yani özellikle bugünlerde faiz konusunda direnerek siyasi iktidarlardan bağımsız / özerk bir bankacılık yaptığı iddialarını bu veriler çerçevesinde değerlendirmeli. Netice itibariyle ‘merkez bankalarının özerkleştirilmesi’nin, merkez bankalarının millî hükümetlerin kontrolünden çıkarılması demek olduğunu bilmek zorundayız.
Amerika Başkanlarından Thomas Jefferson’un, ‘Merkez Bankası, anayasamızın ilkelerine ve düzenine karşı son derece düşman tavırlar içinde olan bir kurumdur’ sözünün şerhini en iyi Prof Carroll Quigley’in şu cümlelerle yapıyor: ‘Finansal kapitalizmi elinde tutan güçlerin esas amacı, dünya sistemini özel kişiler tarafından kontrol ederek, her ülkenin politik sistemine ve ekonomilerine hâkim olmaktır. Sistem feodal bir şekilde, gizli anlaşmalar, gizli toplantılar ve konferanslarla merkez bankaları eli ile kontrol edilmektedir.’
BIS’e dönersek o, dünya finans sistemi ve ülkeleri kontrol etmeye yarayan en önemli mekanizmalardan biri. Yönetimin çekirdeğini İngiliz ve Amerikalılar oluştursa da yönetim kurulu “ex officio / daimi değişmez” denilen Amerika, İngiltere, AB (Almanya, İtalya, Belçika) kurucu devletlerinin merkez bankası temsilcilerinden oluşur. Yönetim kurulu senede 6 kez büyük bir gizlilikle toplanır. Kararlarının gizliliğinin yanı sıra, binasına hiçbir otorite giremez, arayamaz, hesaplarını inceleyemez. Hepsinin diplomatik hak ve donulmazlıkları olduğu için çalışanları tutuklanamaz, eşyaları aranamaz. Bu sayede benzersiz bir dokunulmazlığa sahipler.
BİS, dünya dövizinin yüzde 7’si, altın rezervinin ise çok büyük bir bölümüne sahip. Hiçbir şeffaflığı olmadığı gibi, işlemlerinden dolayı kimse hesap soramaz. İşviçre’yi ayakta tutan unsurlardan biri de ona ev sahipliği yapması ve ondan önemli ölçüde gelir elde etmesi. En asli görevi, hâkim güç durumundaki devlet ve baronların çıkarlar doğrultusunda dünya finans/ekonomisini yönetmek.
Normal şartlarda bütün banklardaki hesaplar, devletler ile küresel finans sistemi dışındaki üçüncü şahıslar açısından zaten gizlidir. İsviçre’deki hesaplara yönelik “gizlilik”ten maksat ise paranın kaynağının meşru olmadığı ve sahibinin vatandaşı olduğu ülke veya kazanıldığı ülke gibi güçlerden gizlenmesidir.
Mezkûr haberde gizli hesap sahiplerinin isimlerinin henüz yayınlanmamış olması, haberin devamının pazarlığa bağlı olduğu izlenimi uyandırıyor. Bu vesileyle belirtmek gerekir ki, bu haber bir gazetecilik başarısı değil, aksine bir hesaplaşmadır. Fransa saldırısı ile ilgili bir siyasal sonuç beklememekle birlikte, ihtimal dışı da değil.
Zira hava hayli puslu ve üstü kısa sürede kapatılmaz ise yakıcı bir savaş ortaya çıkabilir. Düşünün, önce Rothschild’leri yakından ilgilendiren Malezya uçağı kayboluyor, sonra Rockefeller’in veliaht oğlu öldürülüyor. Üçüncü hamlede Rothschild’in Fransa koluna ait Total’in en tepe yöneticisi öldürülüyor. Onu ise Fransa’da piyon bir dergi ve taşeron bir örgüt üzerinde yapılan operasyon izliyor. Son olarak da Rothschild’e ait HSCB’nin gizli hesapları afişe ediliyor...
200 yıldır İsviçre'deki gizli hesaplara yatırılan hiçbir para oradan bir daha çıkmadı. Zira oraya giden para, küresel sistem açısından bir sigorta mahiyetinde...
Acaba cebinize 20 bin dolar koyup Amerika’ya gidebilir misiniz? Peki, küresel finans sisteminin izni olmadan, ülkenizdeki iki banka arasında dahi olsa 1 doları transfer edebilir misiniz? Bunlar mümkün değilken, milyonlarca, milyarlarca doları dünyanın dört bir yanından İsviçre’deki gizli hesaplara üstelik iz bırakmadan nakledebilmek nasıl mümkün olabiliyor? Mümkün olduğuna göre, bunun bir diyeti olmalı!
Bu sözde gizli paralar bir tasarruf ya da kayıt dışı para olmaktan çok, ülkelerdeki servet sahiplerinin korunmasına yönelik bir sigorta mahiyeti taşır. Bu diyeti yatıran bilir ki, bu para artık onun değildir ve asla bir daha kullanmayacaktır. Kurallara uymadığı takdirde de, deşifre edilerek vergi kaçakçılığı, kara para aklama veya teröre yardım gibi ithamlarla yok edileceğinden haberdardır. Özellikle başta petrol paralarını kendi halkıyla paylaşmak yerine, onları batılılarla yemeyi tercih eden Arap zenginleri olmak üzere, küresel finans mafyasının eteğinde iş görenlerin, bu şekilde trilyonlarca doları kaptırdığı iyi bilenin bir vakıa.
Denilebilir ki, ‘zaman zaman gizli hesap açan bankalar, ABD gibi ülkeler tarafından cezaya çaptırılmıyor…’ Zaten bu da senaryonun bir parçası… Mızrak çuvala sığmadığı ya da beklenmedik durumlarda, milyarlarca el konulmuş paranın sahibi bankalar, tıpkı ABD’deki sanık firmaların hüküm giymemek için ödedikleri ‘uzlaşma bedeli’ gibi, bu kadarcık cezaları seve seve verirler. Bunu ceza olarak da görmezler.
"Bana bir ülkenin parasının kontrolünü verin, kanunları kimin koyduğu umurumda bile olmaz” diyen Baba Rothschild’in en iyi bildiği şey şuydu: Para özellikle banknotun kendisi güç değil, gücün tezahürüdür. Gücü kendinde toplamak isteyenler, önce paralarını kimin yönettiğine baksın. O halde şimdi Derviş’in bu ülkeye attığı kazığı bir tasavvur edin…
ABD’de iki başkan, ülkeyi bankerlere karşı korumaya çalıştığı için öldürülmüş… John F. Kennedy ise FED’i millileştirmek isterken can verdi. Sade bir bireye düşen ise; bir yolunu bulup, küresel tefeciliğin tabana yayılmış en güçlü enstrümanları olan kredi kartı, krediler ve batılı para birimlerini kullanmaktan uzaklaşmaktır. OKUNACAK KİTAPLAR