Kurban ve Din
Toplumda yapay ‘Veganizm’ yaymaya gerek yok…
Eşyanın yaratıldığı amaç doğrultusunda kullanılması zaruridir. Aksi takdirde, her şey birbirine karışır ve içinden çıkılmaz bir hal alır… Ve doğaya insan kurban edilmeye başlanır… Bizler kurban etsek de etmesek de o ‘Hayvan/Canlı’ ölecektir…
Doğaya zarar vermememiz gerekir anlayışından yola çıkarsak, mesele içinden çıkılmayacak bir hal alır. Kâğıt için ağaç kesmekten tutun da fazla mahsul elde etmek için kullanılan suya kadar. Elbiseden tutun da yediğimiz salatalığa, kopardığımız güle, dağları tepeleri tahrip ederek elde ettiğimiz madenleri (asfalt) yollarda vb. yapılanmalarda harcamamıza kadar. Denizlerden elde ettiğimiz balık türü ‘Hayvanları’ da tüketmemeliyiz. Doğaya hiçbir şekilde karışmamalıyız. Nasıl olsa, yesek de yemesek de öleceğiz deyip, yemeden içmeden ölüme yatmalıyız…
Bir şeyi yaratan, onun nasıl değerlendirilmesini veya işlenmesini emretmişse, onun dışına çıkmak ‘Veganistlik veya Hümanistlik’ değildir… Kısaca; hiç kimse Yaradan’dan daha fazla yaradılana merhamet edemez…
Evet, kurban ettiği ‘Hayvana’ veya sıradan bir canlıya işkence ediyorsa biri ve bu davranışa karşı durmak ise ‘Hayvanseverlik veya Hümanistlik’ en büyük hayvan severliği din emreder… Eşya, ‘Lîma Hûlîke’ niçin yaratıldıysa o şekilde değerlendirilmelidir.
Din ve Kurban
Kurban teslimiyetin sembolüdür. Zaten Müslümanlık da teslimiyet demektir. “Her ikisi de (İbrahim ve İsmail) teslim olunca ve İbrahim oğlunu alnı üzerine yatırınca… 37/23” ayetinde evlat sevgisinin -gerçek anlamda ki-Allah’a itaate’ engel olmadığını görüyoruz.
Bu teslimiyet; o büyük peygamberin, “Eğer emir olsaydı, yalnız ciğerparemi değil, kendimi dahi kurban ederdim.” sözleri ile mana bulan bir teslimiyettir.
Hz. İbrahim’in (a.s) Allah’a (c.c) karşı olan sadakati ve İsmail’in (a.s) Allah için babasına sadakati, bizim için bir rumuz olmalıdır.
Bizler de bu sadakati örnek alarak, yüce Rabbimize sadakat ve vefamızı ifade etmeliyiz. Kurban, O’nun emri ve sevgili Resulü’nün (s.a.s) sünneti olduğu için, malımızın sadakası ve imanımızın-teslimiyetimizin- sadakati olarak kurban kesecek ve kesmeyi unutmuşlara hatırlatacağız. Başka bir deyişle sadakat ve vefada rehber olacağız.
Tasavvufî anlayışa göre kurban:
Tasavvufu, “Nefsin arzularıyla zıtlaşmak, dinin emir ve tavsiyeleriyle kucaklaşmak” şeklinde tarif eden Allah’ın büyük veli dostlarının kurban ile ilgili olarak şöyle ifade buyurdukları nakledilmiştir. “Mina’da kurban kesen bir mü’min; eğer nefsinin bütün arzularını boğazlamazsa -gerçek manada- kurban kesmiş olmaz.” diyor Cüneyd-i Bağdadî.
“Muhabbet Mina’sında nefsinizi, ona muhalefet kılıcıyla boğazlayınız” sözü gereğince nefsini kurban kıl, ta ki yaptığın Hac gerçek Hac olsun ve bu suretle vuslat Kabe’sinin haremine eresin.
İbn Arabî’ye göre; en büyük kurban nefistir, esas mesele onu boğazlamaktır. Yani; nefsin bütün arzularından feragat ederek, Allah’a yakınlaşmayı tercih etmektir.
Tasavvuftaki zebh-ı nefs (nefsi boğazlama) anlayışına göre, insan ‘Kurban-ı Ekrem’dir, yani en değerli kurbandır.
Halk yılda bir kere kurban keser, veli -Allah dostları -her an sevgilisinin- Allah’ın - kurbanıdır.
Fukahaya göre kurban:
Zeyd b. Erkam sorar: Ya resulüllah, bu kurban kesme ibadetinin hikmeti nedir?
-Atanız İbrahim’den kalma bir gelenek.
-Bizim bundan kazancımız ne?
-Kurbanın her kılına karşılık bir sevap.
Ulema; “Kurban vacip midir, sünnet midir?” diye ihtilaf etmişlerdir.
Malikiler, Şafiiler, Hanbelîler, Caferiler ve Zeydilerin de içinde bulunduğu müçtehit imamların çoğunluğuna göre, kurban kesmek müekked sünnettir. Bununla beraber İmam Malik, “Yalnız Hac’da olan kimse Mina’da kurban kesmek zorunda değildir- Maliki mezhebinin vacip görüşü de vardır-.” İmam Şafii ise Hac’da olanlarla olmayanlar, yolculukta veya evde olanlar arasında hüküm ayırımı yapmamıştır. İmam Ebu Hanife ise “ Kurban, hazarda olan zenginlere vaciptir, fakat yolcuya-zengin de olsa-vacip değildir.” demiştir.
Bilindiği gibi İslam’ın değerler sisteminde, -Ezan gibi- özel bir statüye sahip şeair boyutlu mükellefiyetler vardır. Bu bağlamda Şafii içtihat sistematiğinde, sırf şeair/sembol özelliği taşıdığından dolayı ezan, namazın cemaatle kılınması vb. dini mükellefiyetlerin (farklı içtihatlar bulunmakla beraber) müekked sünnet olduğu halde farzı kifaye gibi değerlendirildiği -telakki edildiği- görülmektedir. Bu yüzden, kurbanla ilgili olarak Şafii mezhebindeki temel fıkıh kitaplarında: “Terk edilmemesi gereken, dini şeairden/sembollerden olan müekked sünnet” ifadesi yer almakla beraber İmam Şafii’nin, ‘Terk edilmesine ruhsat vermiyorum’ görüşü de vardır. (İane-t Talibin c: 2 s: 331)
İmam Şafii’ye göre kurban kesmek, gücü yeten kimse için müekked ayni sünnet iken, ayrıca kurban mükellefinin bakmakla yükümlü bulunduğu aile fertlerinin her biri hakkında ise, kifai sünnettir. Dolayısıyla bir ailede kesilen bir kurban, sahibi için ayni müekked sünnetin, aile fertleri için ise kifai sünnetin ifası mahiyetindedir.
Kurbanlıkla ilgili bilgiler
Kurbanlık için; hayvanlardan bir seneyi doldurmuş ikinci seneden gün almış koyun ve keçi (yalnız Şafiilerde keçinin iki yılı doldurmuş olup üçüncü seneden gün almış olması gerekir), ikinci seneyi bitirmiş üçüncüden gün almış inek-sığır-, beşinci yılını doldurmuş, altıdan gün almış deve olur. Ayrıca altı aylık koyun eğer bir seneyi dolduran gibi gösteriyorsa o da olur. Bu kaide koyuna has olup başka cins kurbanlık için geçerli değildir.
Deve ve inekte yedi şahıs ortak olup kesebildiği gibi, bunlar birer kişi tarafından sadece kendilerine has da kurban edilebilir. Fakat koyun ve keçi sadece bir şahıs adına kurban edilir.
Artık insanların ‘Kurban’ edilmemesi temennilerimle kurban bayramınızı tebrik ediyorum. (M. Burhan HEDBÎ)