Kur’anı Seslendirmek Değil Okumak Gerek!
İslam’ın ilk emri nedir, diye bir soru sorulsa, istisnasız kendine müslümanım diyen her birey bu soruya semadan inen ilk ayetin “İkra: Oku!” olduğu ve dolayısıyla İslam’ın ilk emrinin okumak olduğunu söyleyecektir. Fakat farkına varamadığımız; bu emrin ilk muhatabının ümmî, yani okuma yazma bilmeyen bir peygamber olduğu ve bu ilahi emir ile birlikte kendisine yazılı bir metnin de sunulmadığı noktasıdır. Yani vahiy meleği Cibrillin elinde üzerinde ayetler yazılı sayfalar yoktu.
Bu, demek oluyor ki okumanın bildiğimizin dışında başka manaları da var. Bunun farkına vardığımızda, bizim anladığımız/algıladığımız “Okuma” ile ilahi emir olan “Okumanın” arasındaki farkı da kavramaya başlayabiliriz.
Peygamberimize (s.a.s.) Allah katından gelen vahyin bir ismi de Kur'ân’dır. Kur'ân, okumak demektir. Okumak ise; seslendirmek değildir, zira seslendirmek tam olarak okumak değildir. Gelen mesajı anlamak! Kur'an'ı meal üzerinden anlayarak tanıyanlar, Kur'an'ı tam anlamıyla anlayıp tanımış sayılamazlar.
Müslümanlar Kur'anı anlamak için elbette ki gayret sarf edecek ve bu konuda çalışmalar yapacaklardır. Bu çalışmalara meal veya Tefsir denilmektedir. Ama hiçbir müfessir veya meal çalışması yapan, bu çalışmasını müslümanlara dayatmamış, dayatılmamalıdır da. Bu çalışmalar; Kur'an daha iyi nasıl anlaşılır niyetiyle yapılmış samimi çalışmalardır.
Ama bu alan, istismara çok açık bir alan olduğu için de müslümanların bu konuda uyanık olup bilinçli davranmaları gerekir. Zira Kur'anı bozamayacaklarını, Kur'an’dan bir tür eksiltme veya ona bir tür ekleme yapamayacaklarını fark edenler, ayetlere yaptırdıkları "türlü yorumlamalarla" ortalığı bulandırmak ve müslümanları bu yorumlara odaklandırarak oyalamak, yanlış yönlendirerek Kur’an’dan uzak kalmalarını başarabilmek için türlü yollar denemeye çalışıyorlar.
Evet, Müslümanların dışında da Kur’an üzerinde çalışan, kafa yoran, Kur’an’ı yorumlayan hatta meal denecek şekilde çalışma yapanlar bile var.
Birbirine çokça benzeyen ama iki ayrı niyetle yapılan bu işi birbirinden iyice ayırt etmek gerekir. Kur'an’da eksiltme veya ekleme yapmak kaydıyla umumi bir tahrifat yapamayacaklarını anlayanlar, bazı ayetler üzerinden yorumlamalarla kısmi tahrifat yollarını denemeye çalışmaktadırlar. Ve belki daha farkına varamadığımız başka yolları da denemektedirler. Şayet bu yöntem tutarsa ve bu tarz ile mü’minler arasında kafa karışıklığı başlarsa, bu yöntemi diğer ayetlere ve dolayısıyla Kur’an’ın tümüne yaymaya başlayacaklar.
Kuran'ı doğru anlamak için Tefsir Usulü ilmini, hadisleri doğru seçmek ve anlamak için de Hadis Usulü ilmini bilmek gerekir. Ayetlerden ve hadislerden hüküm çıkarmak için ise Tefsir Usulü ve Hadis Usulü dışında Fıkıh Usulü'nü de bilmek gerekir. Bunlara ek olarak Akaid konularında söz söylemek için Kelam ilmini bilmeye ihtiyaç vardır. Dini sorunlarımızı, bu özellikleri taşıyanlardan öğrenmeliyiz. Unutmayalım ki eczacılar ilaç satar fakat reçete yazmaz.
Bireyler olarak meal üzerinden anladığımız kadarından sorumlu olduğumuzu düşünüyorum. Kuran bütün zamanlara hitap eder, aslından anlamak ya da meal üzerinden anlamak, ancak içinde olunan zamanın bilgisi ve kavrayışı kadar olacaktır. Benim anladığım bu başka neler anlayabiliriz acaba?
Takdir edersiniz ki hiç bir dil başka bir dile tam anlamıyla çevrilemez... Meale de bu Kur'anın ta kendisidir diyemiyoruz zaten ama anlamak için ya Arapça öğreneceğiz ya da meal okuyacağız... Anlayamadığımız noktaları da birbirimize sorup öğreneceğiz, tefsir okuyacağız... Biz yeter ki çaba sarf edelim, Rabbim yardım eder!
Günümüzde bazı Müslümanlar Kur'ân’ın sayfalarındaki kelimeleri/ayetleri seslendirmekle yetiniyorlar. Daha doğrusu seslendirmekle yetinip, okuduklarını sanıyorlar. Oysa Kur'ân’ın ayetlerini okumak başka, seslendirmek başkadır.
Ortadoğu coğrafyasının hali söze hacet bırakmayacak kadar net ve göz önündedir. Kendine müslümanım deyip Kur'ân’ın ayetlerini okumayıp seslendirmekle yetinen toplumların hali işte tam da böyle olur.