Küçük Kurbanlar “Büyük Oyun”lar
Dış politika ile az çok ilgilenenler “Büyük Oyun” kavramının ne anlama geldiğini bilirler. Biz yine de konunun yabancısı olan okuyucular için öz bir tanım yaparak Akdeniz ve Ortadoğu İsyanlarını Büyük Oyun bağlamında açıklamaya çalışalım.
Büyük Oyunda Birinci Perde
Esasında iki perdeli bir mücadeleyi ifade etmek için kullanılan Büyük Oyun’un birinci bölümü için; “Ruslar ve İngilizler arasında 19. yüzyılda yaşanan özelde Türkistan’a genelde ise Avrasya’ya hakim olma mücadelesi” denebilir. Bu mücadele temelde iki devletli bir mücadeledir.
Ekim 1917 Devrimi ile Sovyetik Rusların kesin galibiyeti ile sonuçlanan birinci perdenin ardından ikinci perde Sovyetlerin 1989 Afganistan yenilgisi ile açılmıştır.
Ancak 1917’den 1989’a kadar geçen süre zarfında köprünün altından çok sular akmış, Büyük Britanya’nın güneşi batarken onun yerini ABD almış, diğer yandan sömürgecilikte birbiri ile yarışan düşman kardeşler Fransa ve Almanya’nın yerini ise Avrupa Birliği almıştır.
Büyük Oyun’da İkinci Perde
Sovyetlerin Demirperde’yi çekerek batıyla olan tüm bağını koparttığı Türkistan ve çevresi, Sovyetlerin tarih sahnesinden çekilmesine bağlı olarak hızla dünya gündemine oturmuştur. Bu gündem, bölge ülkeleri için “bağımsızlaşma, ekonomik ve askeri açıdan gelişme, kültürel açıdan yaralarını tamir etme” şeklinde algılanırken global ekonomik ve askeri güçler içinse “Bölgenin patronajı kimde olmalı?” şeklinde yorumlanmıştır.
ABD’nin 1. Körfez Harekâtı da, 2. Körfez Harekâtı da, Afganistan Operasyonu da ve Pakistan ile Hindistan üzerindeki tüm tasarrufları, Brzezinski’nin deyimiyle “Jeopolitik ödül” olan bu bölgeye nüfuz etmek içindir. Büyük oyun geçmişte genellikle Avrasya ve Orta Asya’da oynanmışken oyunun ikinci perdesinin artık Afrika’yı da içine alan daha geniş bir coğrafyada sahnelendiğini görmekteyiz.
Büyük Oyunun Avrasya Ayağı
Sovyetlerin apansız çöküşüyle 1990’larda bu bölgede büyük bir “jeopolitik boşluk” ortaya çıkmışsa da Rus Çarı Vladimir Putin’in olağanüstü liderliği sayesinde Rusya hızla toparlanmış, bölgede mesafe kaydetmiş olan ABD’yi kısa sürede kapının önüne koymuştur. Bu sürecin belli başlı köşe taşlarını aşağıdaki şekilde sıralamak mümkündür:
- 11 Eylül’ü bir fırsat olarak kullanan ABD’nin bölgede ilerlettiği nüfuzu; 11 Eylül’ün duygusallığı geride kaldıktan sonra, Rusya ve Çin’in çeşitli hamleleriyle tamamen ortadan kaldırılmıştır.
- Kosova’yı devletleştirerek Avrupa’da da etkisini artırmaya çalışan ABD, Rusya’nın karşı hamlelerine maruz kalmıştır. Gürcistan Savaşı bu karşı koymanın zirve noktasıdır.
- 2010’daki Kırgızistan -karşı- Devrimi de ABD’nin bölgede elinin kolunun kırılmasından başka bir şey değildir. Bir ara renkli devrimlere sahne olan Rusya’nın arka bahçeleri son 4-5 yılda teker teker düşürülmüş ve Rusya’nın enerji kartını da iyi kullanması ile bu ülkeler ABD’nin denetiminden çıkarılmıştır.
- Öte yandan Rabia Kadir isimli CIA ajanı Türk’ün çağrısı ile Doğu Türkistan’da nabız yoklayan ABD, ne yazık ki kardeşlerimizin akan kanları pahasına buradan da dersini almış vaziyettedir.
- Birçok bölgede olduğu gibi Karadeniz’de de Rusya’nın sert direnişi ile karşılaşan ABD, ister istemez geri çekilmiş ve yönünü; hedef bölgenin bir diğer güçlü ülkesi olan Çin’in sağlam ataklarla bir yaşam alanına çevirmeye başladığı Afrika’ya çevirmiştir.
Büyük Oyun’un Afrika Ayağı
Şu an Afrika’da olanlar tarihi Büyük Oyun’un 1989’da açılan ikinci perdesinin Afrika üzerinde sürdürülmesinden başka bir şey değildir. Bugün hiç alakası yokmuş gibi görünen Afrika ve Ortadoğu’da olan her şey yakın bir zamanda Orta Asya’da emsal olarak karşımıza çıkacaktır.
Hedef bölgeyi Brzezinski’nin jeopolitik ödül olarak tanımladığı Avrasya’nın tamamı olarak ifade edebiliriz. Ancak asıl kontrol edilmek istenen bölge bugün bizim Türkistan dediğimiz Orta Asya’dır.
Akdeniz İsyanları’nı çeşitli boyutları ile daha önce tartıştığımız için isyanlardan ziyade şu an Libya’ya karşı sürdürülen askeri müdahalenin bugüne ve geleceği ilişkin boyutlarına değinmek istiyorum.
Bu isyanlar ve isyanların devamında gelen uluslar arası askeri müdahale uluslar arası ilişkilerde yeni bir statüko yaratmayı amaçlamaktadır.
Çünkü mevcut uluslar arası hukuk düzeninde büyük eksikliklere rağmen “hukuk” kavramının önemli bir yeri vardır. Bu yüzden mevcut çerçeve ABD’nin birçok yerde elini kolunu bağlamaktadır. ABD’nin son yıllardaki temel çabası, 11 Eylül’ü bahane ederek yaptığı gibi kendi çıkarlarını uluslar arası yaşamın bir gereği olarak meşrulaştırmaya dönük yeni bir statüko yaratmaktır. Netice olarak bu isyan deneyimleri ve şu anki askeri müdahalenin bugüne ve geleceğe etkilerini aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:
Akdeniz Devrimlerinin Statükoya ve Geleceğe Etkileri
- Akdeniz devrimleri ve buradaki isyancılara atfedilen meşruiyet önümüzdeki yıllarda ABD’nin sorunlu olduğu Çin, İran ve benzeri ülkelerin etnik sorunlarının kaşınmasında ve bu ülkelerin köşeye sıkıştırılmasında emsal teşkil edecektir.
- Libya’ya yapılan askeri müdahale ile şimdiye kadar var olmayan bir teamül yaratılmaya çalışılmaktadır.
- Bu ve benzeri olaylar bahane edilerek işlevini tamamlamış olan NATO’nun görev tanımı değiştirilmeye çalışılmaktadır. Libya gibi küçük ve sıradan ülkelere yapılacak askeri müdahalelerden yola çıkılarak doktriner bir çerçeve yaratılmak istenmektedir. Bu noktada asıl amaç işlevi yeniden biçimlenen NATO’yu, gelecekte büyük ülkelere karşı bir emsal olarak kullanabilmektir.
- Uluslararası hukukun mevcut teamüllerine göre ülkelerin isyanlara ve isyancılara arka çıkması veya ülkeye müdahale etmesi mümkün değildir. Ancak “Kaddafi gibi bir kötü adamı” kurban seçen ABD, bu kuralı ihlal etmekte, isyanlara müdahaleyi meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Sonuç olarak bu tarz isyanlar gerekçe gösterilerek ülkelere müdahale etmenin yolu açılmaktadır.
- Bu süreç bu şekilde devam ederse Suriye, İran, Çin, Türkiye gibi ülkelerdeki etnik tabanlar harekete geçirilerek bu ülkeler, artık meşruluk kazanmış olan askeri müdahale seçeneği ile karşı karşıya kalacaktır.
- ABD, özellikle İran ve Çin’i bu tip isyanlarla uluslar arası kamuoyunun karşısında zor durumda bırakmak isteyecektir.
- “Kandil’e NATO Gücü” şeklinde yöneticilerimiz tarafından 5-6 ay önce gündeme getirilen seçenek yakın bir zamanda “Güneydoğu’ya NATO” Gücü şeklinde karşımıza gelebilecektir.
- Libya müdahalesi ile muhtemelen Libya birkaç parçaya bölünecektir. ABD yönetimi daha askeri müdahalenin ilk gününde “Libya birkaç parçaya bölünmelidir” diyerek asıl niyetini açıkladı. Bunun arkasında ülkelerin denetimindeki petrol ve benzeri açıdan münbit bölgelerin, uzlaşmaz yöneticilerin denetiminden kopartılması düşüncesi vardır. Bu düşünce bundan birkaç ay önce BM gözetiminde Sudan’da uygulandı. Yıllardır bir iç savaş ile huzuru kaçırılan Sudan, en sonunda pes ederek petrol açısından zengin olan Güney Sudan bölgesinin plebisit ile bağımsız bir ülke olmasına onay verdi.
- Bu askeri müdahaleler ile özellikle batıya uygun hareket etmeyen ülkelerin hedef ülkedeki sermaye yatırımlarının bu kargaşada yok edilmesi büyük bir olasılıktır. Bu, asıl hedef olan büyük ülkelere verilecek en iyi mesajdır. Bu açıdan askeri operasyonlar sırasında vurulan yerlerin envanterini çıkarıp tahrip edilen özel ve kamu mülklerini iyi incelemek gerekmektedir.
- Bu askeri operasyon AB içindeki kan uyuşmazlığının da ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bir yanda 17-18. yüzyıldan beri kendisine kapasitesinin üstünde bir güç vehmederek her seferinde onuru kırılan Fransa diğer tarafta ise yeni bir Reich hayalinde olan Almanya var. Bu olayla bu iki düşman kardeşin kardeşliğinin de uzun sürmeyeceği ortaya çıkmıştır. Fransa şımarık bir şekilde Avrupa içi rekabette öne geçmeye çalışırken Almanya çevresini rahatsız etmeden Rusya ve İran ile birlikte hareket ederek Avrupa’nın ABD’nin denetimine girmesini önlemeye çalışmaktadır.
NATO’nun Kanat Ülkesinin Kanadı Kırık
Bu askeri operasyon sırasında Türkiye için en acı olan tecrübelerden birisi ise on gün kadar önce sakızla uğurladığımız Sarkozy’nin bu operasyonla bize attığı goldür. Geçtiğimiz yıl, NATO’nun askeri kanadına –tekrar- dönmesi gündeme gelince “İstersek sizi NATO’ya almayız” diye efelendiğimiz Fransa’nın bize “Sen de kim oluyorsun” dercesine bir sırtlan gibi Libya’ya en önde saldırması, Türkiye’nin bir kenara not etmesi gereken bir derstir. Bu durum bize gösteriyor ki uluslar arası statüko; duygusallıklarla, külhani efelenmelerle belirlenmemekte, norm ne derse desin reel bildiğini okumakta yani olayların kaderini “güç” belirlemektedir. Burada güç Fransa’da olmasa da aslında ikinci sınıf bir güç olan Fransa, asıl güçlünün gölgesinde, dünyanın güç dengesinin büyük bir aktörü gibi hareket etmektedir.
Türkiye’nin sağda solda kendi kendine gelin güvey olmasına gelince; canım ülkemin güzel bir ninesinin boyunu aşan işler için ahkam kesenlere dediği gibi “At nallanırken karınca ayağını kaldırırmış”.
Sonuç;
Şu an süren olayların tek bir izahı vardır; Libya, Yemen, Tunus gibi değersiz ve kimsenin pek sahiplenmeyeceği kurbanlar üzerinden kağıtlar yeniden karılırken Büyük Oyun’da daha sıcak bir dönem başlatılmaktadır…