content
26 Şub

Krizin Psikososyalitesi

Kim ne derse desin…

Biz, geldiğimiz bu noktayı çoktan hak ettik… O kadar büyük hatalar yaptık ki…

En başta birbirimizi sevmedik… Başkalarına tepeden bakmayı, neredeyse insani bir değer saydık…

Birbirimizi sevmek yerine ayrılıkları sevdik biz…

Ayrılıklar ki; türkülerimizde “ölümden beter” diye yorumlanır.

Ayrılıklar ki; atalarımız tarafından “birlikten kuvvet doğar” uyarısıyla şiddetle men edilmiştir.

Ama biz laf anlamadık… Hadi anladık diyelim… Bu kez de şuuruna varamadık…

Bu ülkenin yazarı çizeri yıllarca ayrılık pompaladı. Bu ülkenin siyasetçisi, toplumu kamplara bölmeyi marifet saydı. Ve bu ülkenin aydını kendi insanını yok saydı.

Ayrılık teması işlemeyenlerse adamdan sayılmadı. Zira onlar heyecan vermiyorlardı.

Onun içindir ki; zehir-zemberek açıklamalar yapanlar, müthiş bir saygınlık kazandılar.

Hem bu ülkenin insanına kötülük yaptılar, hem de ne hikmetse kariyer ve para kazandılar.

Bakın köşe yazarlarına… Sivri dilliler daha çok okunur…

Aydınlarımıza bakın… Hiçbir şeyi beğenmeyenler, daha bir itibar sahibi olmuşlardır.

Siyasete bakın… Çok konuşup, hiçbir şey anlatamayanların cennetidir ülkemiz… Hatta anlatmak istemeyenlerin…

Gidip gidip gelenler, bunun en büyük kanıtı değil midir?

Birbirimizi sevmediğimiz gibi kendimizi de sevmedik biz… Üzerimize çöreklenen aşağılık duygusundan bir türlü kurtulamadık… Aşağılık duygusu yoksa, bu sefer yükseklik kompleksine kapıldık… Bir türlü orta yolu bulamadık…

Küresel kriz elbette bizi etkileyecekti. Ama daha sağlam duruşlarla karşılayabilirdik bu krizi…

Biz henüz birey olmanın lezzetini tadabilmiş değiliz… Ya bir etnik kökene, ya bir toprak parçasına, ya bir cemaate, ya bir siyasi düşünceye, ya bir feodal yapıya, ya bir düşünce akımına, ya bir mezhebe veya başka faktörlere hapsetmişiz kendimizi…

Ait olduğumuz oluşumların dışındaki dünyaları yok saymışız. Bundan daha büyük bir kriz olabilir mi?

Bütün dünya ilime-bilime koşarken biz, cehaletin boğucu dehlizlerinde çıkış arıyoruz.

Cehalet bu güne kadar hangi yaraya merhem olmuş?

Bir toplumun kitap ve gazete gibi neşriyatları okuma oranı utanç verici boyutlardaysa, hangi umudu geleceğe taşıyabilirsiniz?

Peki genel anlamda adalet ne durumda? Nüfuzu olanın, sesi çok çıkanın, ensesi kalın adamların veya bürokraside ve siyasette iyi konumda bulunanların işlerini daha kolay yürüttüğü bir ülke değil midir Türkiye? Bir garibanın üç kuruş borcu var diye elektriğinin kesildiği bir sistemde niçin diğerlerine ilişilmez?

 “Altta kalanın canı çıksın” formülünün uygulandığı bir yapıda huzur kalır mı? Adaletsizlik sadece yukarıda örneğini verdiğim alanlarda mı yaşanıyor? Takdir edersiniz ki; bu sütuna bütün alanları sığdırmak mümkün değil…

Toplumsal terapinin en büyük olgularından biri olan kültür-sanatı da canice hor gördük biz… Bir topluma yapılmış en büyük kötülüklerden biridir bu…

Yerkürede parmakla gösterilen bir Türk Sineması’ndan söz edebiliyor muyuz? İnsanların tiyatro salonlarını tıka-basa doldurmalarını sağlamak için kafa patlatıyor muyuz? Sanata yıllarını vermiş insanların, bir parkın bankında yapayalnız ölmelerini önleyebiliyor muyuz? Ya da bu durumdan utanç duyma cesaretini ve meziyetini gösterebiliyor muyuz?

Bölgesel anlamda fındıktan söz etmemi ister misiniz? Belki istersiniz ama içinizi daha fazla karartmamak için söz etmek istemiyorum. Zaten bu yazıda, yaşadığımız çarpıklıkların sadece bir bölümünü aktardım. Zira derdimizi anlatabilmek adına, sadece bunlar bile yeterli değil midir?

Şimdi söyleyin… Biz bu krizi hak ettik mi, hak etmedik mi? İyi bayramlar…

Etiketler : , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank