Kriz, ÖTV Ve Kredi Taksitlendirmesi – I
Teğet geçen krizin mağdurlarını kurtarmak için hükümet ne yapacağını şaşırmış durumda. Can Suyu, Kriz Paketleri, KDV, ÖTV derken nihayet olmayan krizimizin Kredi Kartı borçlularına ilişkin düzenleme de uygulamaya geçti.
ÖTV'de olduğu gibi bu uygulama da vatandaşın derdine ilaç olmaktan uzak. Bunda da gerçek anlamı ile ödeme güçlüğü olanlar faydalanamayacaklar. Ödemekten kaçanlar, af çıkacak diye hükümete sırt verenler kazanacak.
Dünyada yaşanmakta olan kriz son yıllarda görülen diğer krizlerden farklı olarak yaşanan, tamamen bir reel sektör krizidir.
Bunun anlamı şu:
Tüketicinin elinde harcamak için para yok ve tüketicinin ihtiyaçlarını piyasaya sunan üreticiler bu durumdan etkileniyorlar. Sonuç olarak geliri zaten olmayan tüketemediği gibi harcamalardan gelir elde edenler faaliyetlerini yürütecek geliri toplayamıyorlar ve süreç içinde iflas ediyorlar. Her iflas ise gelir kapısına kilit vurulan bir patron ve onlarca işçi/çalışan demek. Nihayetinde süreç sürekli bir olumsuz geri besleme (kısır döngü) içinde.
Hükümetin olmayan ya da gemicik sahibi tıfıl çocukları teğet geçen krize karşı getirdiği çözümler tahlile muhtaçtır.
Bir kere krizi tüketimle ve tüketici ile alakalı bir kriz. Ahmedin Mehmedin Ayşenin parası yok. Gariplerim zaten üç dört yıldır sıcak para ile ötelenen reel kriz döneminde pompalanan imajlara ve albenisi yüksek reklâmlara kanarak cebinde ve elinde olmayan parayla önündeki üç dört yıl boyunca kazanacağı parayı harcamış durumda.
Türkiye 3-4 yıldır zaten önemli bir üretim durgunluğu içerisindeydi. Yüksek bir moralite yaratılarak insanlara olmayan paraları harcattırıldı. Sırf dışardan getirilen sıcak paranın faiz ve borsa giderlerini karşılayabilmek için vatandaşın geleceği ipotek altına alındı. Zaten kriz de bir ipotek krizi olarak patladı.
Olmayan paranın harcatılması meselesi nasıl oluyor denirse eğer;
Önce piyasanın durumu:
Türkiye'de önce enflasyon hedeflemesine gidilerek enflasyonda hatırı sayılır bir iyileşme yaratıldı. Bu arada dolar henüz yüksek iken 2002-2003 yıllarında ülke içine 1.500-1.750 YTL aralığında giren dolarlar borsayı coşturdu, bankalarda mevduata ve faiz kağıtlarına dönüştü.
Vatandaşın gelirinin ne olduğunun hesabı yapılmadan makyajlanan makro rakamlarla müthiş bir güven ortamı yaratıldı. Dört kişilik aile için açlık sınırını 230 YTL olarak tespit eden TUİK bu süre zarfında 2.000 dolarlarda sürünen milli geliri mucizevî bir şekilde 9.000 doların üzerine çıkardı.
Bu süreç içinde dışardan bol miktarda gelen sıcak para ile de bankaların kredi hacmi bir anda tavan yapmaya başladı. Fakat bu süre zarfında atlanan bir şey var, enflasyon % 10'lara inerken bankacılık faizleri hep % 18–22 aralığında seyretti. Yani 2002–2007 aralığında parası olan için yattığı yerden % 7–10 aralığında bir reel kazanç ortamı hep mevcut oldu. Hükümet sırf üretim yetersizliğinden kaynaklanan cari açıkları makyajlayabilmek için sıcak paraya bu kar marjını hep ikram etti. Oysa vatandaşa hep tüket denirken tüketim mallarının içerde üretilmesine meydan verilmeyerek 2003'ten itibaren iyice düşürülen dolar nedeniyle ucuzlayan ithalat ile tüketim talebi de karşılanmış oldu. İçerde üretim yapan yerli üreticinin ise ihtiyacı olan kredileri kullanabilmesi için alacağı krediden büyük taahhütlerin altına girmesi ve yüksek miktarlarda faiz ve kredi masrafı ödemesine göz yumuldu.