Kraliçe Bizi Niye Öptü?
Ben, orta zekalı, bir sade Türk vatandaşı olarak, Türkiye gündemine akıl-sır erdiremiyorum. İncelikleri anlayamıyorum. Türkiye’yi yönetenlerin söz ve davranışlarını
analiz edemiyorum. Bu açıdan, kafama takılan konuları, değerli okurlarımızla paylaşmak istedim. 1-Herkes bilir ki; İngilizler, çıkarları olmadan, kimseye bir bardak soğuk çay bile vermezler. -Yine, biliyoruz ki; özellikle son üç asırda, Türk ve İslam Dünyası’na, en büyük zararları veren ülke İngiltere’dir.
Her tarafa fitne tohumu eken, Osmanlı’yı parçalayan, dahildeki isyanları tertip ve teşvik eden, milyonlarca evladımızın şehit olmasına sebebiyet veren, Yunanlıları gaza getirip-Anadolu’ya süren de, bu ülkedir. -Dünya’nın her tarafında, her kıtada, sömürgecilik yapmış; zenginlikleri çalıp-çırpmış, İngiltere’ye taşımıştır. Hiçbir ırka, millete, medeniyete saygı göstermemiş; sadece kendi çıkarlarını düşünmüştür. -2.Dünya savaşından sonra, burnu epeyce sürtülmüş olsa da, zirveyi ABD’ye kaptırsa da, senaryo ve tezgah üretmeye, herkese akıl vermeye devam etmiştir. Peki ne olmuştur da, birdenbire; Türkiye sevgisi kabarmıştır? Sayın Cumhurbaşkanımıza karşı, bu ne iltifat. Bu ne görkemli törenler. Bu ne övgüler. Akıl almaz tablolar. Aynı tabloyu, ABD’nin de sergilediğini görmekteyiz.
Onlar da, Sayın Başbakana gaz veriyorlar. TIME’a (ki güvenilir bir dergi değildir) kapak yapmalar. Övücü yayınlar. Hele, Hilary Clinton: Ağzından, adeta, süzme Anzer balı akıyor. Bu arada, iki ülkenin de medyası, peş peşe övgü dolu yayınlar yapmakta, Türkiye’ye gaz vermekteler. Bizi “örnek ülke” ilan etmekteler. İnşallah; Sayın Cumhurbaşkanımız ve Sayın Başbakanımız, bu tezgahları yutmazlar. Oyuna düşmezler. Türkiye’nin Suriye ve İran’a karşı, bir maşa gibi kullanılmasının önünü açmazlar. Her ikisinin de, “Suriye’ye karşı, askeri harekat düşünülmüyor” sözü, yürekleri nispeten ferahlatsa da; aşırı dozlu konuşmalar endişe doğurmaktadır.
Biz, niye bu kadar, “kraldan fazla kralcı” davranmaktayız? Çok kısa bir süre önce; Şam sokaklarında el-ele gezenler kimlerdi? Ne çabuk düşman olduk? Nasıl oldu da, çok muhabbet-bu kadar çabuk ayrılık getirdi? En azından, Tunus-Mısır ve Libya’da oynanan oyunlar, bizi uyarmalıydı. Tüm hareketlerin, (başta İsrail/ABD/Fransa olmak üzere) dış mihrakların ve bunlara ait istihbarat örgütlerinin icraatı olduğunu, idrak etmeliydik. Bunların, aynı hain senaryoları, Türkiye’de de uyguladığını, bir an bile aklımızdan çıkarmamalıydık. Komşularla “Sıfır Sorun Politikası”nı, bu kadar hızla “herkesle, her konuda sorun” tablosuna döndürmemeliydik. 2-Aklımın ermediği bir diğer konu da, “Dersim” ile ilgili, kapışmalardır: -Sayın Başbakan, bu konuyu niçin gündeme getirmiştir? Niçin, yaraların kanatılması, yolunu açmıştır? Niçin, bizzat, huzur bozacak bir kavgalar zincirini başlatmıştır? Hangi hakla, kimden ve niçin özür dilemiştir? -Konu ile ilgili olarak, Sn. Kılıçdaroğlu, niçin suçlanmaktadır? Niye, özür dilemesi talep edilmektedir? -Yakın tarihimiz, tümüyle, sır perdesi ile örtülüdür.
Hep, resmi ve uydurma tarih okutulmuştur. Ne Kurtuluş Savaşı’nın gerçeklerini, ne de Cumhuriyet döneminin hakikatlerini bilmiyoruz. Bu konular hep tabu olarak korundu. Gerçeği arayanların yolu kesildi, cezalandırıldı, baskı altına alındı. Dersim olayları ile, kim, ne kadar bilgi sahibidir? Kaldı ki, ortada, devlete karşı isyan, şehit edilen Mehmetçikler yok mudur? Olayda, İngiltere’nin teşvik ve desteği yok mudur? (Tüm, Kürt ve Ermeni ayaklanmalarında, Rusya/Fransa/İngiltere/ABD vb. ülkelerin parmağı vardır. Tam bir ihanet söz konusudur. Nitekim, Musul ve Kerkük’ü de bu ihanetler yüzünden kaybetmedik mi?) Menemen-düzmece-hadiseleri ve İstiklal Mahkemesi zulümleri, daha mı az önemlidir? Ve Sayın Başbakan, hangi düşünce ile bu konuyu getirmiştir? Anlamak ve tasvip etmek mümkün değildir. Hele hele özür dilemesi, vahimdir. Hak ve yetkilerini aşmaktadır. 3-Gelelim, “bedelli askerlik” konusuna; Uygulama, doğru mudur, yanlış mıdır? Birçok açıdan münakaşa edilebilir.
Şüphesiz, (bizler gibi) askerliğini hakkıyla yapanlar için, büyük bir haksızlıktır. -Ben, 24 ay yedek subaylık yaptım. Mamak Muhabere Okulu’nda geçen 6 aydan sonra; 18 ay, Seyyar Jandarma olarak, Cizre ve Mardin’de görev yaptım. Halbuki, döneminin birincisi, bir Maliye Hesap Uzmanı olarak, aynı sürede, devlete milyarlar kazandırabilirdim. Gider değil, gelir kapısı olurdum. -Oğlum, tam işini düzene koyuyordu. Dedikodu olur diye, askere gitti. (Kısa bir süre sonra da, bedelli uygulaması geldi.) İş düzeni bozuldu. Hala, mütevazi ücretle, çalışmak zorunda. Türk halkının, hafızası bu kadar zayıf mıdır? Seçimler öncesi, Sn. Başbakan bedelliye çok sert biçimde karşı çıkmamış mıydı? “Şehit ailelerine hesap veremeyiz, referandum gerekir” dememiş miydi? Peki, referandum yapıldı da, bizim mi haberimiz olmamıştır? Birdenbire ne değişmiştir? Ve en önemlisi; a)Bu uygulama ne yarar sağlayacaktır?
Devlet, ciddi biçimde askerlik uygulamasını gerçekleştirecek midir? Zenginlerin/bürokratların/subayların/medya patronlarının/politikacıların/tüm imtiyazlı sınıf mensuplarının çocukları da, cepheye gönderilecek midir? Değişik yollarla, askerden kaytarmaların önü kapatılacak mıdır? b)Silahlı kuvvetlerde, şeffaflık ve titiz bir denetim sağlanacak mıdır? (Bakınız, Sayıştay denetimi nasıl önlendi? OYAK’a ait, hukuk dışı kayırma ve imtiyazlar devam etmektedir.)
Lüks ve israf önlenecek midir? Tüm ihaleler, şaibeden kurtarılacak mıdır? c)Bu hantal yapı değişip; dinamik ve elektronik sisteme dayalı bir yapı kurulacak mıdır? 720 bin gibi, astronomik düzeye gelmiş sayı, azaltılacak; askerlik süresi kısaltılacak mıdır? Mehmetçiklerin; lojman/orduevi/kantin/özel hizmetler/koruma/özel şoförlük/çocuk ve köpek bakıcılığı vb. hizmetlerde kullanılması sona erecek midir? Lojman/orduevi/kamp vb. saltanatı sona erecek midir? Karakollara para yok derken, lüks uğruna trilyonların harcanması bitecek midir? Velhasıl, Rabbim, hepimizin aklını korusun. Ankara’nın işlerine akıl-sır ermiyor…