Köyümüze Geri Mi Dönsek
Modern zaman çocuklarının en önemli özelliklerinden biri, dünyaya geldikleri günden itibaren ‘el-bebek gül-bebek’ sarılıp sarmalanarak, odası her gün silinip süpürülerek, yatak takımları, çarşafı haftada bir iki kere değiştirilerek, sık sık yıkanarak bin bir ihtimamla, tertemiz hatta ‘steril’ ortamlarda büyütülmeleri.
Üstelik bu çocukların ne kardeşleri var, ne de onları öpüp koklayan ve bu sırada taşıdıkları mikropları onlara bulaştıran teyzeleri, amcaları veya diğer akrabaları. Dışarı çıkıp oynayamadıkları için, kedi, köpek… gibi sokak hayvanları ile temasları da olmuyor
Bir de doğdukları günden başlayarak kızamığa, vereme, boğmacaya, çocuk felcine, hepatite… karşı aşılanıyorlar. Azıcık ateşleri çıksa, biraz burunları aksa, boğazları kızarsa hemen geniş spektrumlu antibiyotikler veriliyor.
Hijyen teorisi
Modern ülkelerde başta astım, egzama, saman nezlesi olmak üzere pek çok hastalığın her geçen gün artması ‘hijyen teorisi’ ile açıklanıyor.
Bu teoriye göre, bu hastalıklardaki artışın sebebi bebeklerin hayatlarının ilk döneminde çok temiz ortamlarda büyütülmeleri ve mikroplarla çok az karşılaşmaları. Zira, özellikle yaşamın ilk yıllarında geçirilen enfeksiyonlar çocuğun ateşlenmesine, öksürmesine neden olsa da, onu rahatsız etse de, faydaları da var. Çocuğun bağışıklık sistemi bu enfeksiyonlar sayesinde virüslerle, bakterilerle savaşmayı öğreniyor ve güçleniyor.
Çocuk, çok fazla mikropla karşılaşmadığında, bağışıklık sistemi gelişemiyor, güçlenemiyor ve ‘boş kalmış, işi gücü olamayan kişiler’ gibi ‘’Acaba ben ne yapsam’ diye şaşkınlığa düşüyor. O da tutuyor, karşılaştığı toz, tüy, polen, küf… gibi maddelere mikropmuş gibi davranıyor, onlara karşı hak etmedikleri aşırı tepkiler gösteriyor ve işte bunun sonucunda da alerjik hastalıklar ortaya çıkıyor.
Köylü çocukları şanslı
Geçtiğimiz günlerde Almanya’ da yapılan bir araştırma, köylerde, çiftliklerde doğup büyüyen çocuklarda astım ve alerjilerden başka ‘ülserli kolit’ ve ‘Crohn hastalığı’ gibi iltihaplı bağırsak hastalıklarının da az görüldüğünü ortaya koydu. Vücudun kendi dokularına karşı gösterdiği anormal tepkiden kaynaklanan Crohn ve ülserli kolit, oto-immun hastalıklar grubunda yer alıyor.
Yaşları 8 ile 16 arasında değişen 2.229 çocuk üzerinde yapılan bu
araştırmada hayatlarının ilk yılını çiftliklerde koyun, keçi, domuz ve büyük baş hayvanlarla geçiren çocuklarda iltihaplı bağırsak hastalıklarının yüzde 60-70 oranında daha az görüldüğü saptandı.
Araştırmacılar, hayatlarının ilk yıllarında büyük ve küçükbaş hayvanlarla beraber büyüyen ve bu yüzden de birçok mikrop, mantar ve virüsle karşılaşan çocukların bağışıklık sistemlerinin kuvvetlendiğini ve iltihaplı bağırsak hastalıklarına karşı direnç kazandıklarını ileri sürüyorlar.
Araştırmada ortaya çıkan çok ilginç bir sonuç da, kedi ve köpeklerin bağırsak hastalıklarına karşı diğer hayvanlar kadar koruyucu olmadığının saptanması. Uzmanlara göre bu çok da şaşırtıcı bir durum değil, çünkü evcil hayvanlar kendi kendilerini yalayıp temizlediklerinden koyun, keçi, inek… gibi hayvanlar kadar mikrop barındırmıyorlar.
Son sözümüz Ankaralılara
Araştırmacılar tabii ki tek bir çalışmaya dayanarak bundan kesin sonuç çıkarmanın doğru olmadığının altını çiziyorlar ve henüz kimseye evlerinde koyun veya keçi beslemelerini tavsiye etmiyorlar.
Elbette ‘temizliğin imandan geldiğini’; suyun ve temizliğin birçok enfeksiyon hastalığını önlediğini hatta ortadan kaldırdığını biliyoruz ve inkar etmiyoruz, ama şu da bir gerçek ki çok fazla temizliğin başımıza başka türlü işler açabileceğini, hijyen teorisinin kanıtlarının her geçen gün arttığını da gözden kaçırmamalıyız.
Ankaralılar da ‘Suyumuz yok, yıkanamıyoruz, elimiz yüzümüz vücudumuz kir pas içinde’ diye fazla da üzülmesinler. Her şeyde bir hayır vardır.