Köyü Olanlar ve Olmayanlar
Hiç köyüm olmadı ama köyler gördüm!...
Eskilerde Anadolu'dan büyük kentlere göçler olurker, şimdilerde büyük kentlerden göç olmakta köylere doğru...
"Hadi gel köyümüze geri dönelim,
Fadimenin düğününde halay çekelim" ezgisiyle hepimizin belleğinde yer ettiği gibi sevgili Ferdi Tayfur tarafından.
Eskiye özlem mi? Ekonomik sorunlar mı? Aradığını bulamamak mı? Kim bilir belki de insanın ait olduğu ya da kendilerini ait olduğunu hissettiği topraklarda yaşamak mı?
Tan yeri ağırırken siz de yeniden doğarsınız sanki her yeni günün masumluğuyla buz gibi suları yüzünüze çarpdığınızda... Karanlık çökmeye yakın güneşin de batmasıyla köye dönen çobanlar kendilerini göstermeye başlarlar yavaş yavaş ... Arkalarında da sürünün peşinden gelen heybetli kangal köpekleri çobana yoldaş olurlar adeta... Gün hareketli geçer oldukça... Gece olmaya yakın koyunlar, kuzular sessisliğe bürünür...
Dilek ağacının hikayesini bilirsiniz umudun, renkli çaputlara sarılıp dallarında salındığı ağaçtır... Hayalleri, umutları vardır. Başka türlü nasıl yaşanır... Dilek ağacının altında kendinizi rüzgarın o güzel esintisine kaptırmışken geceyarısı bir çığlık ile bölünür köyde evlerin lambaları tek tek yanmaya başlar. Doğum oldukça heyecanlıdır. Köyün ebesi alelacele evinden yol alır ve doğumun olduğu eve koşar. Birkaç saat sonra bebek sesi duyarsınız... Küçücük elleriyle, yeni bir nefes, yeni bir hayat, yeni bir dünya gelmiştir artık...
Dağlardan esen mis gibi çiçek kokularıyla hafif rüzgarın yüzünüze esmesiyle o derelerden akan buz gibi suları düşününce... Kentin ne havası kalıyor ne suyu... Kargaşalar, karmaşalar, teknolojinin esiri değillerdir. Kendilerine göre eğlenceleri vardır...
Düğünler olur. Eğlenceli olur düğünler elbirliğiyle yapılır gelenekler, görenekler, hepsi tek tek ilmik, ilmik işlenir... Naftalin kokulu çeyizleriyle baba evinden gelinler çıkar teliyle, duvağıyla... Düğünden kalma kınalı elleriyle evin bahçesinde yetişmiş taptaze domatesleri, salatalıkları toplar gelinler...
Köy mis gibi ekmek kokar o maya kokusu köyün tüm meydanına yayılmıştır... Her evin bahçesinde mutlaka kurutulmuş ipe sıralanmış biberleri görürsünüz köyün kız çocuklarının boynunda süs olur zaman zaman o biberler... Köyün kahvesinide unutmamak gerekir zarlar atılır bir bir ne dert kalır ne kasavet....
Dişleri olmayan eli bastonlu yaşlı dedeleri unutmamak gerek adeta zaman makinası gibidirler... Köyün genç kızlarını görürsünüz eve su taşırlar döke saçıla... Bembeyaz tenleri, kapkara saçları ve ışık saçan gözlerini farkedersiniz... Tarlalarda çalışan genç erkekleri görürsünüz. Çoğu sıcaktan bunalmış çapalarıyla, toprağı işlerler... Eee ne de olsa geçim derdindedirler... İsteksiz ve anlamsız ifadelerle bakmazlar etrafa severek yaparlar işlerini... Yemek yeme molası verdiklerinde gölgede karpuz yerken buz gibi ayran içip o mis kokulu ekmeklerini katık ederler yemeklerine... Ardından tekrar işlerine koyulurlar.
Hepsinin kendilerine ait yaşam biçimleri kuralları vardır... Belki daha ilkeldir... Bir çocuğun çocukuluğunu yaşayabileceği ortam... Doğa ile hayatın iç içe olduğu ağaca çıkmanın, hayvanların, insanların saflığının, çalışmanın öğrenildiği yerler...
Anadolu'nun iyi niyetli, en temiz insanların bulunduğu metropol den uzak şirin, konuk ve yardımsever vatandaşlarımızın yaşadığı yerler... Yiyecekleri insanları kadar temiz ve zararsızdır...
Birde o yağmur sonrası yoğun toprak kokusu yokmu!..
Bizler işin güzel tarafını görüyoruz çünkü Anadolu insanı; şatafatın, gösterişin, reklâm ve palavraların hiç geçmediği diyarlardır. Anlatılanlar, yaşananlar, oralar…
Anadolu insanı doğasının saflığı kadar temiz, toprağının verimliliği kadar vericidir. Sahip olduğu bir ekmeği paylaşacak kadar toktur. Misafirperverliği ile tanınan tevazu sahibi gelenekler, görenekler, yaşam biçimleri…
Ama oradaki insanlara sorduğunuzda kış aylarının çok sert geçmesi, hayvanlarla uğraşması artık bıktırmıştır...
Görmek, gezmek, ağırlanmak güzel ama şartları çok ağır... Nihayetinde oralarda yaşamak zor, özveri gerekir...
Ama köyü olanlar şanslı en azından gidebilecekleri bir yerleri, tanıdık komşu teyzeleri, çocukluğunu birlikte geçirdikleri arkadaşları ve aşinaları var!..
Diyorum ki köyü olmalı insanın!...
Tabi bu anlattıklarımın çoğu geçmişte kaldı... Hafızada canlananlar bir çok köy modern çağa ayak uydurmakta!...
Çok güzel yine yazınız. Nurdan Hanım
Aralık 5th, 2010 at 19:37Orda bir köy var uzakta gitmesekte görmesekde o köy bizim köyümüz.
Kaleminize sağlık
Bizi bütün güzelliklerin diyarına mest ederek taaaaaaaaaaaaa uzak mı uzak köyümüze götürdünüz.
Aralık 5th, 2010 at 20:25Sağolun Nurdan Hanım.
Duygu yüklü yazınızdan dolayı seni kutluyorum. Yazında anlattıkların, köyler için bile eskide kaldı. Artık her keskolay ve ucuz olanı tercih ediyor. Tarlayı sürmek, ekmek, biçmek yani hepsinin maliyetini hesaplayınca ithal ürünü almak daha ucuza geliyor.
Aralık 6th, 2010 at 16:43Köylüde ne yapsın, tarlasını ekmiyor, hayvan yetiştirmiyor; Oda bizler gibi bakkaldan, pazardan alıp tüketiyor.