Köyde Bir Sabah
Torosların bir uzantısı olan Şar Dağının kuzey eteğindeki düz ovada, kerpiçten yapılma evleriyle küçük bir Anadolu köyünde doğup büyüdüm.
Köyümüzün arazisi bir tepsi gibi dümdüz olduğundan, her hangi bir yerine yumurtayı dikseniz her yerden görünür. Öyle düz bir arazisi var ki, sanki görünüp bilinmeyen gizli bir el tüm çukurlara toprak döküp düzeltilmiş gibi. Her yer yemyeşil. Her yer çayır, çimen, ağaçlık.
Köyde her kes gibi bizde baharla birlikte erken yatar, erken kalkardık. Çünkü hepimizin anne ve babası erkenden bağ, bahçe ve tarlaya işe giderlerdi. Biz çocuklarda onlar gelinceye kadar evimize yakın olan bahçelerde ağaçlara çıkar. Dut, elma yer, gezer oturur oynardık.
Köyde benim en çok sevip hoşlanıp hiç unutamadığım en güzel şey ise, her sabah güneşin beni öperek uyandırmasıydı. Bu gün elli sekiz yaşında olmama rağmen hala bu hatırama yönelik özlemimi hafızamda tutarak yaşatıyorum. Yaşayıp unutamadığım bu güzel anıyı şimdi izin verirseniz sizlerle de paylaşmak istiyorum.
İlkbaharın gelişiyle birlikte köyümüzde güneş, ürkek bir kaplumbağanın kafasını çıkarıp etrafını kolaçan etmesinde olduğu gibi, her gün tanyerini ağartarak ufuktan bir başka güzellikte doğarak, yeşile bürünmüş ağaç yaprakları arasından süzülen ışıkları, evimizin küçücük penceresinden içeri girerdi.
Her sabah güneşin evimize gelip sessizce girmesinden çok mutlu olurdum. Çünkü onun o sevgi dolu sıcaklığını yanaklarımda hissedip uyanmak öyle çok hoşuma giderdi ki, o hoşluğu hep içimde yeniden yaşayıp hissetmek için, hep yeniden uyuyup uyanmak isterdim. Çünkü o bana sarılıp yatan bir anne gibi sımsıcaktı.
Her sabah yanaklarımdan o sıcacık dudaklarıyla, öpüp uyandırması da ayrıca çok hoşuma giderdi. Çünkü o benim içimi şefkatiyle ısıtan görünmez bir yürek, bir eldi. Onun merhamet dolu sıcaklığında benim bu günkü yaşamıma yönelik oluşacak her şey onda mevcuttu.
O benim her sabah bütün aç duygularımı besleyip doyuruyordu. Beni, ben yaptıktan sonra, başkalarını da öpüp sevmek için gökyüzüne doğru yükselip başka diyarlara gidiyordu.
Yükselip köyümüzün tepesine çıktıkça ısısı çoğalıp ateşinin yakıcılığı artıyordu. İşte o zaman annem gibi güneşin bana kızdığını anlayıp, bir daha gelmez korkusuyla çabucak yatağımdan kalkıyor, elimi yüzümü yıkayıp, üstümü başımı giyinerek sofra başına koşuyordum.
Hem dışarıya bakmak hem de evimize temiz hava gelsin diye penceremizi açıp dışarı baktığımda, çoktan her şeyin benden önce uyanıp kalktıklarını görürdüm.
Köyde en çok merak ettiğim şeylerden birisi de horozların nasıl öyle sabahın köründe kalkıp her gün aynı saatte çalar bir saat gibi öttüklerini hep merak ederdim. Ama annem kardeşimle beni o kadar çok erken kaldırmaya kıyamadığı için horozların ne zaman kalkıp nasıl öttüklerini seyredemezdim.
Ama Buna karşılık yuvalarından çıkıp ağaç dallarına konarak sanki birbiriyle konuşur gibi cıvıl cıvıl ötüp şarkı söyleyen tüm kuşları çok seyredip dinledim.
İnsanın doğayla iç içe olup yaşaması kadar güzel bir hayat şeklinin olmadığını, onun için de insanın kendini doğanın bir parçası olarak kabul edip yaşamasının yanı sıra yaşadığı hayata da sımsıkı bağlanıp tutunarak yaşamasının bir insan için çok güzel bir hayat şekli olduğunu o zamandan beri düşünürdüm ben hep.
Bu gün yanılmadığımı anlamış olsam bile, ne yazık ki elden gelen bir şey yok. Çünkü büyük şehirlerimizde olan imkânların hiç birisi hala köylerimizde yok. Olmadığı içinde maalesef hayat bizi, bir şekilde ister istemez bir yerlere sürüklüyor.
Hayat bizi nereye sürüklerse sürüklesin. Onun sürüklemesine aldırmadan yaşayıp var olmak ne kadar zor olursa olsun. Biz yine de hayatta kalıp yaşamak için mücadele etmeliyiz. İsterse de geride yaşayacağımız bir saniyelik ömrümüz olsun. Onu bile güzel yaşamak için elimizden geleni yapmalıyız.
Onun için hayatın kısa ya da uzun yaşanmışlığı bizim için çok önemli olmamalı. Olsa bile, ondan çok daha önemli olanı iyi bir hayat şekli seçip oluşturup yaşamak olmalıdır.
Asıl buna daha çok dikkat edip özen göstermemiz gerekir diye düşünürüm ben hep.
Herkese sağlık içinde güzel yaşayıp mutlu olacağı bir hayat diliyorum.