Kötülüğün Dışa Vurumu, ‘Stone’da…
İyi ile kötünün, suçla cezanın iç içe yaşandığı dünyada, günahkâr ruhuyla doğan insan dış görünüşe önem verir. İnsana, gizemli yollardan seslenen Tanrı’ysa kalbe! Çünkü kalp, insanın ruhundakini yansıtır. Ve bu bağlamda kimi, doğasında ki günahı bastırmayı başarıp ruhunda ki iyiliği öne çıkararak sürdürür yaşamını. Kimiyse en baştan teslim eder kendini, günahın cazibesine. En acınası olanlarsa, yıllar boyu zapt edip de kendini, yaşamının son döneminde içindeki şeytana yenik düşenlerdir! Günahkâr yanlarını, riyakârlıkla maskeleyip ruhsuzca yaşadıkları için…
Stone, 43 yıllık evliliğini daha en baştan tehditle yanında tuttuğu eşine ve inanmadığı Tanrı’ya sadakatle yaşayan, şartlı tahliye görevlisi Jack Mabry’nin hayatındaki tüm gerçeklerin aslında birer yalandan ibaret olduğunun hikâyesi! Mahkûm Stone’un başvurusuyla başlayan çöküş süreci, kocasını hapisten kurtarmak için dişiliğini kullanan Lucetta’nın da etkisiyle gelişir. Yıllardır sürdürdüğü riyakârlığın yorgunluğunu taşıyan Jack’i herkese sunduğu bedeniyle kandıran Lucetta, övgülerine inanan acınası ihtiyarın ve fedakâr karısı Madylyn’in hayatını alt üst edecektir…
Filmin yorumuna geçmeden, ABD ile aynı anda ülkemizde de gösterime giren ve orijinal adını, karakterin lakabından alarak dünyaya sunulan Stone’un bizde Şantaj olarak gösterime sokulmasındaki anlamsızlığı dile getirip özellikle gençlerin buna tepkisini vurgulamak istiyorum. Komik olmamak için hiç olmazsa özel isimleri olduğu gibi bırakalım, lütfen.
Ustaca kurgulanmış Stone’un vermek istediklerine gelince… Stone’un ana teması, kendisini terk etmeye kalkan karısını, çocuğunu öldürmekle tehdit edip, yanında tutan kanun adamıyla büyükbaba ve büyükannesinin katline sessiz kalıp onları yakarak olayı örtbas etmeye çalışan bir suçlunun birbirini sınamasından oluşuyor! Psikolojik tahlillerle ‘suç’ ve ‘masumiyet’ kavramlarını sorgulayan filmde, bastırılmış karanlık dürtülerin dışavurumu yansıtılırken insanların neleri yapabilecekleri de gösteriliyor. Şeytani tutkuya yenik düşüp ihanete yönelmenin getirisini, özellikle erkeklere, ders niteliğinde anlatan yapımda Tanrı’nın varlığı ve algılanış biçimi de konu edilmekte. ‘Tanrı istediği için’ kötülüğün gerçekleştiği düşündürülürken herkesin içindeki ‘ses’e yönelmesinin gerekliliği felsefi bir bakışla vurgulanmakta. Tanrı’nın sesi, bir ‘Arı’nın vızıltısı şeklinde duyulabileceği gibi ruhumuzun derinliklerinden gelen ‘Vicdan’ın sessizliği de olabilir! O sesi duymayı başaranlar, hayatlarını doğruyolda sürdürür. Başaramayanların kaderiyse, kapanan pencereyle pervaz arasında sıkışıp ölen bir ‘Arı’ya benzer…
John Curran yönetiminde, sinemanın ekollerinden olan Robert De Niro ve onun yeni nesil versiyonu Edward Norton’u bir araya getiren Stone’u izlerken, hayatımızdaki her olayın bizim dışımızda bir güç tarafından yönlendirildiğini ve günahkâr ruhlarımızın aslında onun elinde birer oyuncak olduğunu çok daha net anlayacaksınız!