Körlük Risalesi
“Kör ile gören, karanlıklarla aydınlık (nur) bir değildir.” Kur’an
Kapından sızan o latîf ışık, ışıtmadı zindanımın duvarlarını
uyanmadı şark, uyanmadı işrâk
dar kapıdan geçemedim âh
kalabalıktım, ama kendimden uzak
bir yer bulamadım
muhal oldu yine yakınlaşmak.
Yosun tutmuş bu kitap
ayrık bürümüş bu bahçe
bağladı ayaklarımı a’rafa
ismi var cismi yok
bir ankâ oldu men arefe.
Kaldırmadın peçemi
göremedim yüzünü
söyletmedin na’memi
duyamadım sözünü.
Sökmedi mağaramın şafağı ne çare
uçuşmadı gözümün hantal yarasaları niçin, niye
bu gizli dil, dipten gelen akıntı
bu patlamamış tohum dal uçlarında
bozulmamış büyüsü körlüğün
bir kara kutu, çözülmemiş ukde
paslı bir hançerleyin hatta
yatıyor göğsümde.
Anamın pazardan aldığı hamayıl
boynumun en nazenin yerine taktığı muska
gibi neçe efsunlu sözler
geceyi gündüze dolayıp
şerheylediğim neçe ibare
olmadı sadre şifa.
Böylece, çırılçıplak bir fetrette
bedenimi yegane libas bilerekten ruhuma
ne keten don, ne pamuklu mintan
beceriksiz bir militan
uyduruktan bir keşiş ya da
sıtma, veba, karahumma
kaldım tekinsiz ve tenha
kaldım a’rafta.
Yoksa ben miydim göğü yere indiren
ben miydim kalbini satan dünyaya
değişen zindanını bir tutam Züleyha’ya.
Semânın kumaşından dövülen tûtiyâ
eşyanın sırrından süzülen simya
yetmedi mi yoksa varlığım
yalvarıp yakarmaya.
Ne ki asâm yok, olmadı elimden tutanım
kuşun budağına asılı kaldı vatanım.*
İşte körüm
bir kainat uyur karanlığımda
bir âlem büyür
içimin mağaralarında.
Sense oku dersin bana her dem
var kılarsın bu viran binayı
bense ne bilir
ne de tanırım elifbayı.
Ümmî değilim çokça okudum frengî
“Hüvel bâkî” diyemez mezarımın sengi.
Bilmek isterim sahibim, yine de
böyle kem sualler
hakkım değildir bilirim
yalvarırım de bana
soracak hesabın var mı ışığa dair?
Yusuf Özkan Özburun
* Vatanım ki kalbimdir, işte paramparça…