Korkunç Gerçekler – Osman’a Su İçirmek
Didim'de üçüncü yılım. Bu yıl, ilk defa bu kadar soğuk oldu. Sabah havada kar kokusu vardı. Kuzey doğu tarafındaki tepelere kar yağmıştı. Memleket donuyor olsa gerek. Burası bile bu kadar soğuk oluyorsa, kim bilir, cancağız memleket ne haldedir. İnsanın aklına şu da gelmiyor değil: ya buzul çağına giriyorsak!.. Ben o zaman ayakta donayım mümkünse. Bin yıl sonra bulsunlar beni vahşi insanlar. Hoş, ne kadar az vahşiyiz?; bu da ayrı bir konu.
Canan Karatay'la ilgili bir yazımda ek birtakım kiloların yeri gelir de lazım olur diye saklanması gerektiğine ilişkin ileri geri laf etmiştim. Şu soğuklarda işe yarıyor 5 kilo fazla ağırlık. Soğuğu hissetti mi Ruffini cisimcikleri yağlara haber salıyor, karaciğerden şuradan buradan onay çıktımı yakılmaya başlıyor kilolar. İşe yarıyor yani.
Bu üşümek denen şeyin yarısı psikolojik zaten. Üşümüyorum ben, dediğiniz vakit bir miktar ısınma daha meydana geliyor. Bunun tekniğini birkaç arkadaşa söylemiştim. Pıt, diye kesilmişti yarısı psikolojik titreme nöbetleri.
Amudsen ve Scott'un maceralarını ta çocukluğumda okumuştum. Filmleri de çekilmişti. Sonra onları da izlemiştim. Soğuk yanığı denen şeyi öğrendiğimde şaşırmıştım. Demek ki yanmak için illaki ısı almak gerekmiyormuş; ısı vermek de yanığa sebep olabiliyormuş, demiştim. Isı değişimine dahil olan madde için, ısı almak da vermek de birdir. Hem zaten sen üşüdüğünü hissediyorken ısı mı alıyorsun, ısı mı veriyorsun?.. bunu bilemezsin.
Psikolojinin üşümeye etkisi... sıcak zamanlarda, negatif enerjili bir insanla etkileşime geçtiğinizde de bir soğukluk meydana gelir insanda. Şu kar soğuklarının verdiği üşüme hissine benzer aslında olay. Fiziksel üşümeye benzer.
Atomik seviyede don, donmak nasıl oluyor? diye de düşündüydüm yarım yamalak. Donan şey çoğunlukla sudur. Isı çeken ortam, suyun moleküler seviyede hayat enerjisini alıyor. Atomlar, elektronlar, diğer döneksel parçalar... Ne kadar fedakarlar aslında. Su, içinde bulunduğu şeyi aslında koruyor, ilk önce durarak. Karşı duruyor, safları sıkılaştırıyor. Maddeye sarılıyor; korkma! ben buradayım, diye.
Tuvalet kağıtları, türlü türlü dezenfektan sıvıları, sentetik bileşenlerini saklayamayan “hoş” kokular... Yani, modern olacağız, “temiz” olacağız, vb olacağız diye kullanmış olduğumuz her türlü aracı ürünler suya düşmandır. Bakın, yukarıda bahsettim: su, donduğunda bile aslında bizi korumaya çalışıyor fakat sen şu bahsettiğim aracı ürünleri kullanmak suretiyle suyu ne kadar sıkıntıya sokuyorsun! Bu şeyler; bu malzemeler suyun döngüsünü geciktiren şeyler; sen, kıçını kırk katlı havlu gibi kağıtlara sileceksin diye koca tabiatı bekletiyoruz. Kıçından habersiz insanlarımız! Biz; yurttaşlar! Kyoto Protokülü'ne kıçlarınızı dahil etseniz iyi olur.
***
Hava soğuk moğuk fakat üçkağıtçılar soğuk filan dinlemiyorlar. Bu hafta içinde yine 4-5 dilencimsiye denk geldim. Bunlar hep aynı çeteden. Mersin veya Adana'dan gelen conconlar. Yeni bir numaralarını keşfettim. Geçen pazar günü arkadaşla oturuyoruz bir restoranda. İki dümbelekçi yanaştı yanımıza. Ellerinde dümbelek filan yoktu. Peki, ben neden onlara dümbelekçi diyorum? Olaya hızlı bir giriş yapıyorlar. Ben bu hızlı girişi “dümbede! dümbede! şeklinde sesler gibi algılıyorum. Konuya-konuşmaya şöyle giriyorlar: “Askere nöbet parası!.. “ Güya, askere gidiyormuş da birisi, diğeri de elinde bir kağıtla dolaşıyor. Yalan hepsi tabii.
Diğer bir tanesi de.. o da dümbelekçi. Drama eğitimi almışlar galiba. Daha bir farklı jest, mimik.
Girişimcilik böyle bir şey: bir işe girişmelisin... fakat kendini mutlaka geliştirmelisin. Kazandığın, çaldığın çırptığın paralardan drama hocalarına para verip geliştirmelisin kendini. Bu hafta içinde gördüğüm conconlar böyleydi.
***
Gündem filan diye Osmanlıca'ya de değineyim. Pek çok şey söylenebilir bu konu hakkında fakat yapılan yorumlar içinde bir tanesi dikkatimi çekti. Yorumu yapan diyor ki: hiçbir dilin adı bir insan ismiyle başlamaz.
Şöyle de bakılabilir konuya: madem Osmanlıca bizim gerçek dilimiz de, şu bin yıllardır ölmeyen,şimdi de konuştuğumuz halk dili-halk edebiyatı nereden geliyor? Osmanlıca, halk dilinden türemiş olsaydı; halk diliyle Osmanlıca bu kadar ayrı durur muydu?
Veya Osman Bey, Osmanlıca mı konuşuyordu?.. Veya, veya...
Sorun yine din ve kültür algılarının birbirine karıştırılmasından kaynaklanıyor. Din denen şeyin ilk türediği dil de kutsalmış gibi yanlış algılardan kaynaklanıyor sorun.
Veya, konuya, dedemiz nenemiz Osmanlı saraylısıymış gibi yaklaşmamamız gerekir; hayaller aleminde gezmemiz gerekir.
Ve'miz yok, vehmimiz var; Ya'mız var, ve-ya mız bile yok.
Veya, veya.. İşiniz gücünüz geyik!
***
Ve elbette ki bunlar: Korkunç Gerçekler! Barajlar kurudu! Osman'a nerede su içireceğiz?