Korkma Gel, “Barış ve Yaşa”
Doğal hayat içinde var olup yaşayan bütün varlıklar, birbirinin varlığının devamını sürdürmek üzere var olurlar. Var oldukları gibi de doğal hayat içinde hep birlikte yaşarlarken de yine hepsi birbirlerinin varlıklarının devamlılığını sürdürürler.
Aksi takdirde dünyada hiçbir varlık var olup yaşayamaz. Yaşasa da neslinin devamlılığını sürdüremez. Varlıkların doğal doğadaki oluşumlarını sağlayıp doğadaki nesillerinin devamına yönelik hayatlarını sürdürebilir olmalarının tek şartı, tek temel kuralı; Benim varlığım, senin varlığının devamı ile senin varlığında, benim varlığımın devamı ile bu dünyada hayat bulup devamlılığını sağlayıp sürdürürken, doğal doğanın oluşturduğu sirkülasyon içinde de birbirlerine fayda sağlayarak yaşayıp var olup giderler.
Aksi takdirde tüm varlıklar önce yaşayıp var oldukları doğaya, sonra da doğal doğa içindeki her şey birbirine yabancılaşır. Birbirine yabancılaşıp, birbirinden uzaklaşan her varlık, yabancılaşıp uzaklaştıkları oranda dünyadaki yaşamdan koparlar.
Dolayısıyla da dünyada yaşayıp var olma şanslarını iyice yitirirler. Çünkü aynaya bakmaktan korkan yüz her zaman kötü ve çirkindir. Kötü ve çirkin olan bir yüz sahibi toplumdan kaçar. Herkesten uzak yaşar. Yaşarken de çirkin yüzünü görmek için aynaya bakıp kendisiyle hesaplaşmak istemez…
Nedeni de o artık nefsine uyup bencilleşmiştir. Bencilleşip azan bir nefiste önce aklı sonra gözü kör eder. Onun içinde ne aynaya ne de bir başkasının yüzüne bakmaya cesaret edebilir. Çünkü o artık kendiyle yüzleşmekten, çirkin ve kötü olan yüzünü aynaya bakıp görmekten korkar. Korkan insan vicdanen kendisinin suçlu olduğunu bilir. Suçlu ve korkak olan bir insan akıllıda olsa, büyük bir yüreğin sahibi olarak cesaretli değilse şayet o artık kendinden ve her kesten kaçar. Çünkü o artık kendini vicdanına hapsetmiş, suçlu ve korkaktır.
Suçlu ve korkak insanlar kendilerini toplumdan uzak tutup uzak yaşarlar. Çünkü kendilerini güvensiz hissederler. Kendini güvensiz hissedip toplumdan uzak durup uzak yaşayan herkes zamanla kendini toplumdan ayırıp ötekileştirerek içinde var olup yaşadığı topluma yabancılaşıp el olur. Toplumda ötekileşip yabancılaşarak el olan her insan, artık kendini toplumda yalnız ve güvensiz hissetmeye başlar. Bundan sonra yapacağı bir şey yoktur. Her geçen gün yalnızlığı ve korkuları artarak çoğalır.
Bir toplumda güven duygusunun çoğalıp artması, korkuların azalıp yok olması için her şeyden önce o toplumda yaşayanların birbirlerine olan güven duygularının artırılıp çoğaltılması gerekir. Daha sonra toplumun bütün fertlerini bir bilip kucaklayıp kapsayıcı hepsine eşit davranıcı hak ve hukuka sahip yapıda güçlü bir devlet yapılanması adaletle sağlanır. Çünkü “adalet mülkün temelidir.” Temeli adalet olan bir devlet, tüm vatandaşlarına eşit davranır. Hak ve adalette ayrımcılık yapmaz. Eşit davranıp güven verir, güç toplar.
Vatandaşına adaletiyle güven verip güç toplayan bir devlet, vatandaşlarını birbirleriyle birleşip kaynaştırarak onların güç birliği yapmalarını sağlayarak onların oluşturduğu güçten, gücüne güç katarak daha çok güçlenir.
Devlet adaletli gücüyle vatandaşına güven verip, güç toplar. Topladığı güçle, güçlü yaşar. Payidar kalır.
İnsanın, bir toplumda yaşayıp var olması ve o toplumda yaşarken neslini devam ettirip sürdürebilmesi için her şeyden önce o toplumda güven ve adalet duygusunun yerleşik ve hakkaniyet ölçüleri içerisinde uygulanıp yaşanıyor olması gerekir. Çünkü adaletin olmadığı yerde Allah inancı olmaz. Allah inancının olmadığı hiç bir yerde de insan hak ve hukukunu gözetleyip koruyan bir inanç, bir ölçü olmaz.
Onun içindir ki, adaletin olduğu her yerdeki, her toplumda öncelikle güçlü bir güven duygusu, güven duygusuna bağlı olarak güçlü bir adalet, güçlü bir adaletin olduğu her yerde de adil olan bir devlet yapılanması olur. Adil olan bir devlet yapılanması içinde adaletle güven içinde yaşayan halkta korku olmaz. Gelecekten umutlu olup huzur içinde mutlu yaşar.
Adaletin olmadığı her yerde de herkes suçludur. Çünkü toplumu bir harç gibi, bir araya getirip onları birbirine kaynaştırıp bağlayıp sağlamlaştıran güven duygusu kaybedilip yitirilmiş olacağından böyle toplumlarda artık hak, hukuk aranmayacağı gibi, her türlü haksızlık, hırsızlık ve soysuzluk alıp başını gitmiş olur. İnsanlar artık kendilerine yapılan her türlü haksızlık karşısında sessiz kalıp hak ve hukuklarını hiçbir şekilde arayamaz olurlar. Çünkü içinde yaşanılan toplumun düzeni bozulmuş olur. Her türlü kötülük ve çirkinlik alıp başını gitmiş olur. Böyle toplumlarda insanlar ister istemez korkuya kapılırlar.
Biz korktukça karşımızdakinin gücü ve cesareti daha çok artar. Cesareti artan insanlar toplumu sindirip baskı altına almak için akla gelir gelmez her türlü kötü ve çirkin olan hareketi yapıp etmeye bin bir kılıfta, bin bir bahane bulup yapıp ederler. Yapıp edenlerde yeterince vicdan duygusu oluşup gelişmemişse ya da onları yapıp ettikleri her türlü kötü ve çirkin hal ve hareketlerinden caydırıp vazgeçirecek olan karşılarında güçlü bir devlet yapılanması yoksa şayet, o tür insanlar hiç bir engel tanımayıp her şeyi yapıp edebilirler.
Unutmayalım ki, bu dünya ekip biçme dünyasıdır. Kim ne ekerse onu biçer. Onun için biz bu dünyaya ne verirsek, dünyada bize onu geri verir. Biz bunu böyle bilip, geliştirilmiş vicdan ölçüleri içinde böyle algılayıp böyle yaşamaya çalışırsak, işte o zaman bil hakkıyla insan oluruz. İnsanlıktan şaşmadan doğru olup insanca yaşarız.
Çünkü biz, şunu çok iyi biliriz ki; Bizi her an içimizden görünmeden gözetleyen bir gözün var olduğunu ve gözün adının da vicdan olduğunu biliriz.
Vicdanlı insanlardan hiç kimseye hiçbir zarar gelmez. Gelirse de kasten değil, cehaletindendir. Bunu önlemenin tek yolu da toplumu bilgilendirip eğiterek cehaletten kurtarılıp vicdan sahibi insanların sayısını her gecen gün çoğaltıp artırmak olmalıdır.
Aksi takdirde insanlar çok acımasız ve vicdansız olurlar. Acımasız ve vicdansız olduklarında da toplumda içimize her türlü fitneyi fesadı sokarak bizi birbirimizden ayrıştırıp ötekileştirerek yabancılaştırıp ayrılığa iterler. Ya da toplumun fertlerini birbirine karşı düşman edip kan döktürürler.
Bir millet için en büyük tehlike de sen, ben, o gibi ayrımlar yapıldığında başlar.
Toplumda ayrışmayı önleyip barış içinde her şeyi kardeşçe paylaşıp yaşamak isteyen her kes şunu çok iyi bilmeli. Aksi takdirde barış asla sağlanmaz. Çünkü Düşmanını hepten yok etmek isteyen hiç kimse asla kalıcı barışı sağlayamaz. Barışı sağlamış olsa bile, bu seferde asla toplumu huzur içinde yaşatamaz. Bunu mümkün kılan olursa, ona da bin kere helal olsun derim.) Çünkü bu bir hal, halidir. O da insanın yaratılışından (fıtratından) gelen bir özelliktir.
Barışın en etkin silahı dildir. Onun için önce konuşup birbirimizi anlayıp affederek tokalaşıp barışıp kucaklaşıp yaşadığımız hayatı sevgi içinde paylaşıp yaşarken birbirimize olan güven duygusunu da adalet ölçüleri içinde oluşturup pekiştirerek herkesi insanca yaşatmanın yollarını arayıp bulup yaşayıp yaşatmalıyız.
Aksi takdirde Birbirini anlamadan yaşayanların beraberliği, hayvanların beraberliğine benzer. Onlarda tepişerek yaşarlar. Onun için onlar birbirlerini anlayıp anlamaya çalışmazlar. Çünkü onların hiç biri, bir diğerinin hayatına hiçbir önem vermez.
Onun için böyle yaşayıp var olan insanlar yaşayıp var oldukları her yerde medeniyetten, çağdaşlıktan uzak olup uzak yaşarlar. Bunlar için köy, şehir fark etmez. Adeta her biri kanla beslenen canavar gibidirler. Her yerde kan döküp kanla yaşarlar. Onun için böyle yaşayanların hiçbirinde acıma, merhamet, şefkat gibi duygular olmaz. Hepsi de cehalet içinde yaşarken vicdansızlaşıp insanlıktan çıkıp uzaklaşmış olurlar.
Çünkü benlik duygusu insanda korku ve gururu oluşturur. Toplumda kalıcı olan huzur ve barışı sağlayabilmek için öncelikle bunların toplumumuza yaptıkları kötülüklerden dolayı hâkim önüne çıkıp adalete hesap verip benliklerindeki bu vahşilikten, kötü duygulardan arınıp vicdanlarını karartan işledikleri suçtan ve suçluluktan kurtarılmaları gerekir ki, kaybettikleri insanlığı geri bulup, insan olup, insan içinde insanca yaşabilsinler.
Yoksa bunların hiç birisinin ne kendilerine, ne yakınlarına, ne de topluma hiçbir faydaları olmaz. Keşke olsa. Hepimiz kazanır. Çünkü başkalarının hayal ve düşüncelerine yatırım yapmak dünyayı zenginleştirir. Yaşadığımız dünyada kim zengin olmak istemez ki, elbette herkes ister. Öyle değil mi?
Ama karşındaki cahil ve vicdansız olunca, her şey değişiyor. Çünkü bu seferde onun yapıp ettikleri akla geliyor. Akla gelince de insanın onlara karşı vicdanı depreşip duyguları karışarak ister istemez bakış açımız etkilenip değişiyor. Ama her şeye yüreğimize taş basıp kanayan yarayı durdurmak istiyorsak, işte o zaman da barışıp kavgayı durdurmak zorundayız.
Ama şunu herkes çok iyi bilsin ki, cahille tartışıp barışmak çok zordur. Bu işi başarmak gerçekten büyük yürek ister. Onun için cahille konuşup tartışıp barışmak isteyen her kes şimdiden kavgaya hazır olsun. Çünkü yüreği yananlar için el sıkıp kucaklaşıp barışmak çok zor.
Ama başarmak da asla imkânsız değildir. Çünkü aklımız Allah’a düşüncemiz bize aittir. Onun için sağduyuyla düşünen insanlar için akılda çözümsüzlük yoktur. Mutlaka bir çözüm bulunur. Ama inşallah bulunan çözüm doğruya yakın olup herkesi memnun eder.
Yoksa bu güzelim ülkede sürekli kavga edip dövüşerek, kan döküp düşmanlık ederek, gerilim yaratıp, korku oluşturarak, insan yaşamını tehdit edip sokaklarını yaşanmaz hale getirerek onu zora sokmak, üretimine vurulacak en büyük darbe, halkına da yapılan en büyük kötülük olur. Bunun sonucu da işsizlik, açlık, sefalettir. Ülkenin sürekli kan kaybedip güçsüzleşmesidir.
Bunu bize yaşatanlara sormak istiyorum. Bu bir vatan hainliği değil midir?
Şimdi bunu bize (Türkiye’ye) nasıl izah edecekler. Bizden (Türkiye’den) nasıl özür dileyip af isteyecekler.
Bize (Türkiye’mize), çocuklarımıza ve geleceğimize yazık değil mi?
Bunun daha böyle yıllarca sürmesine hangi gönül katlanır. Yeter artık. Bu çirkinlik, akla aykırılık değil midir?
Hangi vicdan, hangi sağduyulu akıl sahibi bunu böyle kabul edip, bundan sonrada böyle sürmesine rıza gösterir.
Asıl olan bu soruna bir an önce çare olup çözüm üretmektir. Yoksa çözümsüz olup sorun yaratmak değil.
İşte size en basit bir çözüm yolu, barışın yolu anlayışlı olmaktan geçer.
Yoksa yoksulun canı ile onurundan başka kaybedecek hiç bir şeyi olmaz. Artık buna bir çözüm bulmalıyız. Yoksa bizler ve ülkemiz daha çok kaybederiz. Onun için bunu görmek zorundayız. Her şey için duyarlı olup, farkında olup yaşamalıyız.
En büyük körlük, duyarsızlıktır. Fısıltı bağırıp çağırmaktan çok daha etkilidir. Onun için insanlarımıza güven duyup aşırılığa kaçmadan özgürleştirmeliyiz ki, insanlara çalışma şevki verip daha çok üretime katkı sağlayıp zenginleşsinler. İnsan olmanın tadına varıp onurlansınlar. (onurlu yaşasınlar.) Hayatı değerlenip kıymetini bilsinler. Vatanımızı sevip, onu kaybetmeyi hiç kimse göze alamasın. Herkes için bu aziz vatan vazgeçilmez büyük bir unsur olsun.
Yoksa hiçbir insan kendi gibi yaşayıp kendine benzemeyeni kendinden saymaz. Onu kendine uzak ve yabancı görür. Hiç kimse yabancı birinin samimiyetine inanmaz. Ona güvenip ona teslim olmaz. İnsan tanıyıp bilmediği birine kolay kolay güven duyup itimat etmez. Etmediği içinde hiç kimseyle beraber olup kardeşçe yaşayıp hayatı paylaşıp arkadaşlık etmez. Onunla hiçbir zaman ortaklık kurmaz. Hatta hayatının hiçbir evresini onunla geçirmek istemez. Çünkü o, ondan hep korkar ve çekinir. İnsan korkup çekindiği birisini içten gelerek sevmez. Sevmediği birisine de kolayca yaklaşmaz. Hep mesafeli kalır.
Ama yaklaşıp sevgi gösterene de hiç kimse kayıtsız kalmaz. Sonunda ister istemez sevgiyi hak eder ve sevilir. Çünkü sevgi bir pınar gibidir. O akarken hiç kimse içmeden duramaz. Çünkü sevgi bize, Allah’ın en büyük rahmetidir. İnsan olan bu rahmetten nasiplenir.
Allah’ın sevgi rahmetinden nasiplenmeyen şunu hiç unutmasın. Bu dünyanın bu günü varsa, yarını bekleme, olmayabilir. Onun için insanlar ölümü unutmadan yaşarlarsa yürekleri hem sevgiyle dolu olur. Hem de barışçıl ve yumuşak tabiatlı olurlar. Çünkü ölümü unutmayan herkes yumuşak tabiatlı, barışçıl olur, barışçıl yaşar.
Eyleme dönüşmeyen her düşünce masumdur. Lütfen hiç kimseyi şunu bunu söyledi diye korkutup ürküterek ötekileştirip yabancılaştırmayalım. Kimler neleri söylüyor. Bilmeyen mi var. Ona buna başka davranıp, bahane uydurup sindirmeyelim.
Herkesi kendimiz gibi düşünelim. Herkes için iyi niyetli olalım. Samimi olup doğru ve akıllı hareket edelim. Ülkemizde sükûnet içinde barışı sağlayalım. İnsanımıza iş verip üretimi artıralım. Artan üretimden herkes hak ettiği payı alsın. Herkesin zenginliği artsın. İnsanımız biraz rahatlasın.
Hep çekişme, hep kavga dövüş, daha nereye kadar sürecek. Hiç kendini ve geleceğini düşünen sağduyulu akıl sahibi vatandaşlarımız hani nerdeler, Allah aşkına.
Yeter artık. Bu kötü gidişe bir dur diyelim. Barışı sağlayıp, gözümüzün önüne bakıp çalışıp kazanalım. Herkesin zenginliğini artıralım. Herkesi insanca yaşatalım. Bizler insan değil miyiz?
Batılılardan bizim ne eksiğimiz var. Hiçbir eksiğimiz olmadığı gibi, onlardan çok daha fazla zenginliğimiz var. Yeter ki, huzuru sağlayıp çalışalım.
Adaletli paylaşımla ülkemizde barışı sağlayıp huzurlu olalım. Sağlıklı yaşayıp, mutlu olalım.
Haydi, Türkiye’m kalk ayağa dosta düşmana karşı uzat elini, sık kardeşinin elini, barış kardeşinle. Sarılıp ısıt üşüyen yüreğini, iki günlük dünyada insan olup insanca yaşa ki, çocuklarımızın yüzü gülsün. Türkiye’m aydınlansın. Bütün dünya bizi insanlıkta örnek alsın…