‘Konuş ya Aişe…’
Peygamber Efendimiz (s.a.s); "Konuş ya Aişe ferahlayalım." derdi.
Şimdilerde ümmeti ise tam tersi; "Bi sus hanım kafamızı dinleyelim."
Ve bu yüzden 'Kadın Hakları' diyerek kadını sömüren, metalaştıran ve üzerinden kazanç elde edilen bir obje haline getiren sistemi savunan nice kadınlar oluştu coğrafyamızda. Peki, ne oldu da; “Konuş” ey Ayşe içimiz ferahlasın, “sus” ey 'Ayşe' içimiz ferahlasın oldu!
Herkes kendine sorsun; bu dönüşüm nasıl oludu, sebepleri nelerdir?
Bundan iki netice çıkmaktadır:
a- İnanan kadınlar Aişevi bir ahlak ve anlayıştan uzaklaşmışlar.
b- İnanan erkekler Nebevi bir ahlak ve anlayıştan uzaklaşmışlar.
Bunun aslına dönüşmesi için de kadınların öncelikle Hz. Aişe validemizi tanımaları, tanımakla yetinmeyip onun gibi bir anlayış ve ahlak üzerine bir hayat yaşama gayretine girmeleri, erkeklerin de öncelikle Nebevi ahlakı bilmeleri, bilmekle yetinmeyip onun gibi bir anlayış ve ahlak üzerine bir hayat yaşama gayretine girmeleri gerekir.
Peygamberimiz (s.a.s) buyurdular ki; “Kadınlar hakkında birbirinize hayır tavsiye ediniz!” “Kadınların haklarını yerine getirme husûsunda Allâh'tan korkunuz! Zîrâ siz onları Allâh'ın bir emâneti olarak aldınız.”
Kadın, Allah'ın emanetidir ve "Şüphe yok ki Allah, emânetleri ehline vermenizi emrediyor. Nisa 4/58"
Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “İş, ehli olmayana [layık olmayana] verildiği zaman, kıyameti bekle.”
Bir toplumda emânetin ehline verilmemesi, o toplumun kıyâmetinin kopması demektir. Günümüzde olduğu gibi... Peygamberimiz; “Sizin hayırlınız, eşine hayırlı olandır. Ben de eşime karşı sizin en hayırlınızın. Kadınlara ancak iyi insanlar iyi davranır; onlara karşı ancak kötü kişiler, ihanet eder.” "Hanımlarınızı üzmeyin. Onlar, Allahü teâlânın size emanetidir. Onlara yumuşak olun, iyilik edin!" buyurmaktadır.
Bakın Kur'an ne diyor!
"Ey iman edenler, kadınlara nezaketli, güzel söz(ler) söyleyin, onlarla güzel iletişim kurun, onlarla iyi geçinin, kadınlara, zorla verâset yoluyla geçen mal muamelesi yapmanız, güç durumda bırakılarak arzuları hilâfına onlara vâris olmanız size helâl ve meşrû değildir.Nisa-4/5-19"
Bir de günümüz islam coğrafyasına dönüp bakın, müslüman geçinenler yüzünden kadınlar ne haldedir görün.
Kadınlar hakkında “…onlarla iyi geçinin…4/Nisâ-19” Îlahî emir ve buyruk olmasına rağmen bu kültürün manevi egemenliğindeki coğrafyanın kadınları dahi günümüz Müslümanlarının davranışlarından ötürü, haklarını elde etmek ve hak ettikleri yerde olabilmek için maalesef batı kültüründen medet umar hale gelmiştir.
Oysa İslam anlayışında kadınlar ile ilgili ne kadar güzel yaklaşım ve anlayış vardır. Hadis kitaplarında geçen o anlayışlardan bir kaçı şöyledir:
Mürşid-ün-Nisa adlı eserde "Hanımının haklarını ifa etmeyenin; namazları, oruçları kabul olmaz." kadın hakkının yerine getirilmesi ibadetlerin kabulunun şartlarından olduğu, R. Nasıhin adlı eserde ise Peygamberimizin; "Hanımını döven, Allah'a ve Resûlüne asi olur. Kıyamette onun hasmı ben olurum." dediği, "Hanımına güler yüzle bakan erkeğin defterine, bir köle azat etmiş sevabı" yazılacağı aktarılmaktadır.
Taberani'nin naklettiği bir hadiste "Kız çocuğunu güzelce terbiye edip, Allah'ın verdiği nimetlerle yedirir giydirirse, o kız çocuğu onun için bir bereket olur, Cehennemden kurtulup kolayca Cennete girmesine vesile olur." Gazali'nin naklettiğine göre ise; "Hanımının kötü huylarına katlanan erkek, belalara sabreden Hz. Eyyüb gibi mükafatlara kavuşur..."
Peki, sadece sekiz martta mı hatırlanmalı kadınlar?
Beşerî ve semavi dinlere bağlı olan milletler de olduğu gibi ideolojik ve felsefi doktrinlere bağlı olan milletler de; eşya, varlık ve hadiselerin tanımını, değerini ve yorumlanmasını, kendi hususi anlayışları çerçevesinde izah ederler.
Hintli bir koca, karısı ve ailesini köle yerine koyardı. Hindistan'da dul kadınların yeniden evlenmeleri diye bir şey asla söz konusu değildi…
Kazak kadınları evlenene kadar olabildiğine hür yaşar, evlendikten sonra da âdeta kocasının kölesi olur (du)…
Tibet geleneklerine göre ise kadın birden fazla kocayla evlenebilirdi…
Japon “Geyşa”larından dem vurmaya gerek yok…
Roma kadınlarının Yunan'dan, Mısır kadınlarının da Hint kadınlarından pek farkı yoktu…
İran'da Melik Kubat devrinde Mazdek; “Karılarınız da sizin mallarınızdır.” diyerek kadınları bir metâ hâline getirdi.
Hristiyan Papazlarının; “Kadının ruhu var mı, yok mu?” tartışmaları da meşhur…
Marx'a göre aile ortadan kaldırılmalıydı çünkü; “… Aile de üretimin özel şekillerinden başka bir şey değil” idi.
Marx'ın yaşadığı devirde İngiltere'de bir kadın 14 saat çalışıyor ancak, bu çalışmanın karşılığı olarak karnını zor doyuruyordu. O tarihlerde bütün Avrupa İngiltere gibiydi. Kadınlar ve çocuklar âdeta patronların kölesiydi.
Batılı Sade için kadın; nasıl “Bir çiftleşme, bir zevk makinesi” idiyse, Freud için de; “Cinsî içgüdü, yaratıcı faaliyetin en büyük kaynağı” idi.
Nihilist-Filozof Nietszche; “Kadınlara mı gidiyorsun? Kırbacını unutma!” diye hemcinslerine tavsiyede bulunuyordu.
Araplar'da kadın, "Diri diri gömülen kız çocuğunun, hangi günahtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman... 81/9" ikazına muhatap olunacak kadar yoktu...
Netice olarak bizler, Hüseynî bir toplumun inşası için Fatıma(lar)ın, Aişe(ler)in yetiştirilmesi gerektiğine inananlardanız. Haydi bismillah!